top of page

Öykü- Özay Erdem- Öğretmen Ayşe Hanım'ın Güncesi

  • Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyat
    İshakEdebiyat
  • 17 Nis
  • 13 dakikada okunur

17 Nisan Cuma (Altın Kızlar’dan Dönüş)

Kocam Suphi açtı kapıyı. “Erken geldin,” dedi her zamanki gibi. Sonra elimdeki poşeti görünce heyecanlandı. Belli etmemeye çalıştı ama ben anladım. Kaç yıllık evliyiz, olacak o kadar. Mutfağa geçtik birlikte. Saklama kaplarını çıkardım poşetten. Suphi benden önce davranıp beceriksizce açtı kapaklarını. Gözlerindeki ışıltı içindekileri görünce hayal kırıklığına dönüştü. “Hep kısır, hep sarma,” deyip oturma odasına yollandı. Aslında biraz da mantı getirmiştim ya, neyse. Bir de giderken söylendi Suphi. “Okan dün iş yerine neler getirdi bilsen… Elmalı turta bile vardı... Bırak şu dinozorları artık…” Bir şey diyemedim. Bizim Altın Kızlar onun dilinde dinozorlardı. O da haklıydı kendince. Okan’ın karısı Elmas Kızlar’dandı. Buluşma akşamları kocasına çeşit çeşit kurabiyeler, kekler, tatlılar ve ilk kez yapılan pastalardan getirebiliyordu bu yüzden.

 

25 Nisan Cumartesi (Altın Kızlar’dan Başka Bir Dönüş)

Asya geldi mutfağa su almak için. Masaya bıraktığım kısıra ve sarmalara baktı. “İyi ki gelmemişim anne,” dedi. Çatık kaşlarıma aldırmadı. “Yine yanaklarımı sıkacaktı herkes. Sonra oyun oynayacak hiç arkadaşım yok orada.” Konuyu değiştirdim. “Sana aldığım elbiseyi denedin mi? Fotoğraf çekeceğim.” Oflayıp pufladı. “Kırmızı Başlıklı Kız’ın elbisesi o anne,” dedi tıslayarak. “İstemiyorum. Çok komik oldum giyince.” Sonra da getirdiğim yemeklerin kötü koktuğunu söyleyerek sitemli adımlarla odasına gitti…

Az kaldı Asya, sen de yaşıtlarınla beraber olacaksın ve misafirliklerde dilediğince yaramazlık yapabileceksin kızım…

Tam üstümü değiştirecektim ki telefonum çaldı. Sahaf arıyordu. Açtım hemen. Demek gelmişti. On beş dakikaya oradayım deyip kapattım telefonu. Suphi’nin yarın alırsın, ne aciliyeti var demesine aldırmadan evden aceleyle çıktım. Nefes nefese geldim sahafa. Kapatmamıştı henüz. “Buyurun, istediğiniz kitap,” diyerek Pinokyo’yu uzattı. Yıpranmış kapağına ve solmuş sarı sayfalarına şöylece bir baktım. 1967 basımıydı. Yarın öğretmenler odasında muhakkak göze çarpacaktı. Öyle ki Buse eline alıp dokunmak isteyecek, sayfaların kokusunu çekecekti içine. Parayı verip ayrıldım sahaftan. Eve dönerken telefonum çaldı. Cadde üzerindeki marketin sahibiydi arayan. “Hocam, sizin turna yemişi geldi.” Uğrayıp onu da aldım. Hülya görünce muhakkak dayanamayacaktı.

 

Akşamlardan Bir Akşam (Her Şey Elmas Kızlar İçin)

Komodinde duran not defterini aldım elime. Bu akşamki programıma baktım. Cem Yılmaz’ın gösterisi seyredilecekti. Filmlerinden Hokkabaz’ı bitirmiştim. Sırada Ali Baba ve Yedi Cüceler vardı. Uyumadan önce belki yarım saat vakit ayırabilirdim... Yarın için okula glutensiz muffin kek götürecektim. Yaban mersinli yapmak istiyordum. Asya’nın beslemesine de koymalıydım bu keklerden birkaç tane... Nar Ağacı’ndan elli sayfa okumam gerekiyordu... Son olarak ilkokul arkadaşlarımdan birisine telefon edip vefamı gösterecek, halini hatırını soracaktım. Geç saate bırakmamalıydım.

“Yatıyorum ben. Gelmiyor musun?”

Suphi’ye işim olduğunu söyledim. Bilgisayarı açtım oturma odasındaki masanın başına geçerek. Verdiğim kargoların takibini yapmam gerekiyordu. Sagra, gerçek kakao ve Hatay kömbesi siparişimin ayrıntılarına baktım. Tahmini olarak iki gün sonra teslim olacaktı tarafıma. Avokado ve Kars kaşarı siparişi de vermiştim birkaç gün önce. Onlar da üç güne kalmaz gelirdi. Adres olarak bilerek okulu vermiştim. Öğretmenler odasında herkesle paylaşmak istiyordum aldıklarımı. Görmeleri lazımdı. Özellikle de Selma’nın.

Cem Yılmaz’ın stand-up gösterisini izledim bitki çayımı yudumlayarak.

 

Sabahlardan Bir Sabah (Çocuk Kalbi)

Asya beslenme kabını oflayıp puflayarak önüme bıraktı. Glutensiz muffin keklerden koydum içine. “Birini de Kerem’e ver,” dedim. “O çok seviyormuş.” Sonra parmağımı salladım cevap vermeyince de. “Yemeden gelirsen bozuşuruz.” Somurtarak baktı, yine cevap vermedi. Sanırım aklına dün markette yaşadıklarımız gelmişti. Aldığı bir kucak dolusu abur cuburu ona geri bıraktırmış ve sadece kefir almasını istemiştim. Ortalık ayağa kalkmıştı tabii. Fakat Elmas Kızlar için gerekliydi bu. Pek yakında kimse kızımın yanaklarını sıkamayacak, o da yaşıtlarıyla misafirliğin tadını çıkaracaktı. Kalan kekleri de kendi okuluma götürmek için saklama kabına koydum. 

 

Gecenin Kör Bir Vakti

Yatakta kitabımı aldım elime. Suphi uyumamıştı. Söylendi. “Nereden çıktı bu okuma aşkı. Yat uyu. Yorulmadın mı?” Cevap vermedim, kaldığım sayfayı buldum. Bir ayraç lazımdı bana. Suphi susmadı. “Ne kadar da kalın o kitap!” Kapağını gösterdim. “Nazan Bekiroğlu’nun çok satan romanı,” dedim, “Nar Ağacı.” Sonra birkaç sayfa okuyunca kocam yine konuştu. “Uyu artık. Sağlığın bozulacak. Gözlerinin altı kararmış. Aynaya bakmıyor musun hiç?” Umursamadım. Devam etti o. “Okuldan gelince de cam silmeye girişmişsin. Asya söyledi. Balkon yıkamışsın bu soğuk havada.” Kitabı kapatıp kocama döndüm. “Sana hak ettiğin bütün o börekleri, çörekleri ve tatlıları getirmeme az kaldı Suphi. Lütfen bana karışma artık.” Gözleri parlar gibi oldu kocamın. Sırtını dönüp yattı. “Sağlığından önemli değil,” dedi cılız bir sesle. Arkası dönük sordu. “Altın Kızlar’dan ayrılacak mısın? Alacaklar mı seni Elmas Lig’e?”

Suphi haklıydı. Hızlandırılmış bir tempom vardı son günlerde. Cem Yılmaz videoları seyrediyor, kendimce işe yarar espriler öğrenmeye çalışıyordum. Anlatacak komik malumatlar biriktirmek için uğraşıyordum. Yeri geldiğinde taşı gediğine koymalı, kahkahalar patlamalıydı ben ortamdayken. Sonra alışveriş yapıyordum çılgınca. Makyaj malzemeleri almıştım farklı farklı. Gardırobumu büyütmüş, yeni elbiseler edinmiştim. Her sabah makyaj yapmak ne kadar da zordu. Sonra fotoğraflar çekiyordum sokakta ilginç bir şeyler görünce. Bir sabah yeni ağaran lacivert semaya tutuyordum kameramı. Bir sabah da bir kuşu ya da kelebeği çekeceğim diye peşine düşüyordum. Ne kadar korksam da Bekçi ismini verdiğim tavukçunun kedisine ait şirin fotoğraflar yakalamaya çalışıyordum. Şu bankamatik olmasa parktaki ağaçlar ve gökyüzü iyi bir kompozisyon çizecekmiş diye hayıflanıyordum. İnternetten hızlı hap bilgiler sunan elektronik ansiklopediler okuyordum. Suphi’ye sitem ediyordum. Okuldayken, gün içinde, beni ara. Merak et. Hiç arayıp sormuyorsun.

Saat çok geç olmuştu ki aklıma geldi. Oturma odasında konsolun üstünde sıralı halde duran masal kahramanları bibloları vardı. On adet olmuşlardı. Fotoğraflarını çektim. Rapunzel, Pamuk Prenses, Peter Pan, Çizmeli Kedi ve diğerleri… Sosyal medya hesabımdan paylaştım. Buse mutlaka görüp beğenecekti.

Yatacaktım artık, telefonun galerisine göz attım. Altın Kızlar’la çektiğim özçekime baktım. Yüzümün yarısıyla görünmek için büyük çaba göstermiştim. Başarmıştım da bu sefer. Paylaşsa mıydı onu da? Fakat arkamdaki darmadağın duran kalabalık içimi acıttı. Poz vermek diye bir heves ya da bir istek yoktu kimse de. Şule Hanım gözlerini kısmış, sanki bir yazıyı okumak ister gibi bakmıştı kameraya. Leyla Hanım burnunu karıştırıyor gibiydi. Derya Hanım takma dişlerine aldırmadan kısır kaşıklamakla meşguldü. Sofra çoktan talan edilmiş, yenilip içilmişti. Elmas Kızlar’da bu konuya büyük hassasiyet gösterilirdi. Kimse daha sofradakilere dokunmadan fotoğraf çekilir, manzaranın estetiği korunurdu.

Paylaşmadım.

Suphi’ye sarılıp uyudum.

 

3 Mayıs Pazartesi

Sabahleyin komodinin çekmecesini açtım. Altın kolyemi taktım. Asya koşarak geldi. “Anne çok güzel oldun, bana da alsak ya kolye,” dedi. Gülümsedim. Ayakkabı dolabımı açtım. Son birkaç haftada beş farklı model spor ayakkabı almıştım kendime. Lila renkliyi seçtim. Az kaldı unutuyordum. Temizlikten yarılan ellerime nemlendirici kremlerden karışım yapmıştım, onu sürdüm.  

 

Günlükle Bir Dertleşme – Okulun İlk Haftaları 

Bu durum çocukken de aynıydı. Mahallenin gözde arkadaş topluluğu arasında ben yoktum hiçbir zaman. Ayça, Lale, Gülsüm ve Sanem. Aralarına almazlardı beni. Sonra lise ve üniversitede de devam etti bu durum. Hep bir adım geride kaldım. Uzaktan seyrettim başkalarını. Şakalarını, gülüşmelerini, gezmelerini, yiyip içmelerini, çocukça aşklarını, sonra özlemlerini ve üzüntülerini. Ne kadar istesem de dahil olamadım aralarına bir türlü. Mesleğe, çok sevdiğim öğretmenliğe başlayınca da sürdü bu durum. Öğretmenler odasında hiçbir zaman doğru topluluğa yakın olmayı başaramadım. Hani böyle şeylerin resmi olarak başvurabileceğiniz, ne bileyim üye olabileceğiniz bir prosedürü de yoktu. Bütün etkinliklere katılsam da olmuyordu. Sonra memleketime tayinim çıkınca, on beş yıl olmuştu, yeni bir sayfa açmaya karar verdim. Gerçi evime yarım saat uzaklıktaydı yeni okulum. Gidiş geliş yoracaktı beni. Bu biraz tadımı kaçırmıştı. Yalan yok. Keşke mahalledeki şu şirin okul olsaydı diye hayıflanmıştım. Müdür Bey beni güler yüzle karşılamıştı. Şu şirin okuldan bahsedince de gülümsemişti babacan bir tavırla. “İnşallah o da olur bir gün,” demişti. “Bizim okulumuz da küçüktür, kalabalık değildir. Herkes birbirini tanır. Okul dışında da sık sık görüşüyoruz arkadaşlarla…” 

Yine başaramadım. Yanlış ata oynadım. Öğretmenler odasında iki güçlü grup vardı. Bir tarafta daha genç ve şamatacı olan Elmas Kızlar grubu; diğer tarafta daha yaşlı ve okulun sahibi konumundaki ağır toplar olan Altın Kızlar grubu. Yaş olarak her iki gruba da eşit uzaklıkta sayılırdım aslında. Ortalarda bir yerde. Şayanı hayret olacak ki iki taraf da bana yakın davranıyor, beni kendi yanlarına çekmek istiyorlardı ilk günlerde. Deneyim ve gücün yanında olmak cazip geldi şahsıma.

Altın Kızlar’a katıldım. Okul dışı etkinliklerde artık onlarla hareket etmeye başladım. Fakat acı gerçeği çok geçmeden fark ettim. Yanlış bir seçimdi benimkisi. Adımızdan başka ışıltılı bir tarafımız yoktu. Şule Hanım, Şükran Hanım, Leyla Hanım, Adalet Hanım, Kamile Hanım ve Derya Hanım… Hepsi de artık yaşlılık dönemine girmişti ve birbirlerine benziyorlardı. Oysa Elmas Lig bambaşkaydı. Hepsinin kendine has birtakım özellikleri vardı: İsviçre çakısı Hülya, Pervasız Pamuk Prenses Buse,  Assolist Nurten, Mükemmelliyetçi Selma, Komedyen Sedef, Edibe Canan, Kanatsız Melek Beren, Hüzünkovan Hatice. Üstelik olumsuz gibi görünen birtakım özelliklerini hikâyeleştirip sohbet mevzusu yapmayı da başarabiliyorlardı. Bu da parıltılarını güçlendiriyordu.

Ah o Elmas Lig! Her hafta bir kızın evinde buluşuyorlardı. Denk gelen doğum günleri ya da özel günleri de bu buluşmalarda kutluyorlardı. Sıra dışı geçiyordu Elmas Kızlar’ın bir araya gelişleri. Yılbaşı buluşmalarını sosyal medyadan takip etmiştim. Kurabiye Adam yapmışlardı fırında bir tepsi. Kırmızı çoraplar alınmış, kartpostallar dağıtılmıştı. Yılbaşı ağaçları vardı kocaman, salonun bir köşesinde.

Elmas Kızlar bu meşhur buluşmalarında ev sahibine külfet olmasın diye bir de kural koymuşlardı. Öğretmenler odasındaki konuşmalarından anlamıştım. Sen ne getireceksin diye sırayla sormuşlardı birbirlerine. Bizim Altın Kızlar’ın buluşmaları öyle miydi peki? Ev sahibi sorumluydu bütün yemeklerden. Maalesef bu da beni doğrudan etkiliyordu. Buluşmalara iki gün kala telefon alıyordum. “Ayşe, müsaitsen bana yardıma gelir misin kızım?” Altın Kızlar’ın en küçüğü bendim ve her işe koşturmak zorundaydım. Buluşmanın yapılacağı eve gidiyordum derhal ve yapılacak ne varsa -mantı, sarma, kısır, börek- birlikte hazırlıyorduk. Zaten toplanınca da aralarında rahat davranamıyor, gönlümce konuşamıyordum. Bayram ziyaretlerinde bastırılmış çocuk gibiydim büyüklerin yanındaki. Hatta kızım Asya da benzer bir talihi yaşıyordu. Hepsinin çocukları büyümüş, birçoğu üniversitede okuyordu. Torun sahibi olmuşlardı Şule Hanım ile Derya Hanım. Kızım Asya tek çocuk olarak hep göz hapsindeydi buluşmalarımızda. Aman dikkat, bir şey kırmasın! Sonra seveceğiz diye altı yaşındaki kızımın yanaklarını sıkıyorlardı Altın Kızlar. Sonunda Asya, yanaklarının kıpkırmızı olduğu bir akşamın ardından, bir daha gelmek istemedi. Oysa Elmas Kızlar’da yaşıtları vardı. Batuhan, Kerem, Mine ve ikizlerle birlikte harika vakitler geçirebileceğini o da biliyordu. Kutu oyunlarına katılabilir, misafirlikte gönlünce etrafı dağıtabilir ve evinde arkadaşlarını ağırlayıp zamanı gelince Mine gibi posta koyabilirdi herkese. Bu hareketi de biz yetişkinler tarafından gülücüklerle karşılanabilirdi.

Kocam Suphi de Altın Kızlar tercihimden olumsuz etkilenmişti. İş yerinden arkadaşı Okan vardı ve eşi Elmas Kızlar ekibinden Hülya’ydı. Buluşma sonrası kalan patatesli börek, atom kurabiye, haşhaşlı çörekten bir kaba doldurup Hülya ona getiriyordu. Bense boyna kısır, patates salatası ve sarma getiriyormuşum. Altın Kızlar dişlerinin arasına kaçıyor diye özellikle kısırdan pek yemiyor, o yüzden fazla kalıyordu.

Elmas Kızlar, ah! Bir de ayakları yerden kesik bunların. Birkaçında birden araba var. Ev buluşmalarından sıkılınca yaylalara gidiyorlar. Biz ihtiyarlar meclisi en fazla parkta toplanıyoruz. Apartmanların oradaki kamelyalarda. Hepsini araba tutuyor ayrıca. Perişan bir vaziyetteyiz. Buluşmalarda yellenenler kusura bakmayın deme gereği bile duymuyordu. Sarkmış vücutlar beni derinden etkiliyordu. İlaç saati kaçmasın diye bir bardak su isteyenler çıkıyordu. Elmas Kızlar’ın konuşmaları çoğu defa filmler, kitaplar ve tiyatrolar üstüneyken; bizimkiler hep hastalık, romatizma, şeker, tansiyon ve gelinleri çekiştirme üzerineydi…

Onlar, Elmaslar, gece yarılarına kadar otururken biz yatsı ezanıyla dağılıyorduk. Esneyenler, uykusu gelenler ortama bir ağırlık çökmesine neden oluyordu. Suphi kapıyı açınca erken geldin diyordun her defasında.

Çark edecektim. Kararımdan dönmek zorundaydım. Benim yerim burası değildi. Elmas Kızlar hakkında notlar almaya başlamalıydım. Aralarına girebilmek için onları iyi tanımalıydım. Doğru zamanda doğru hamleler yapıp sempatilerini kazanabilmem için bu şarttı. Sosyal medya hesaplarından zaten hepsini takip ediyordum. Okulda bir kulağım onların konuştuğu uzun masadaydı ayrıca. Önce onlara benzemeliydim. O vakit benimle daha çok konuşacaklardı. Altın Kızlar’a da yavaş yavaş mesafe koymaya karar verdim. Hiçbir şey birden olamazdı. Yoksa inandırıcılığını kaybederdi. Önce Elmas Lig’e yaşantımla alışkanlıklarımla ve ilgi alanlarımla göz kırpmalıydım.

 

GÜNLÜKTEN ELMAS KIZLAR’A DAİR BAZI NOTLAR

Onları, her biri ayrı bir yıldızdı benim gözümde, iyi tanımalıydım.

 

Buse,

Masallara tutkun. Bazı masal kahramanlarının bibloları, saatleri, kupaları ve hatta elbiseleri var evinde. Eski basım masal kitaplarını topluyor. Okulca düzenlenen bir akşam yemeğine Pamuk Prenses kıyafetiyle katılacak kadar pervasız biri. Başkalarının bakışları altında yaşamamaya kararlı. Grubun aykırısı. Ferdi Tayfur dinleyerek okul koridorlarından geçip gidebilir… Telefonu daima sessizde ya da kapalıdır. Ona ulaşmak zordur. Öğretmenler odasında kaç defa arkadaşları sitem ediyordu aradım sana ulaşamadım diye... Bir kulağım daima onların konuşmalarındaydı.

 

Selma,

Bir şeyi yapmaya karar verdi mi en iyisini yapar. Tam bir mükemmeliyetçi. Glutensiz bir hayat rotası çizmiş ailesine. Kendi ekmeğini kendisi yapıyor. Oğlunun kreşine glutensiz kekler yolluyor. Yöresel ürünleri bizzat kaynağından satın alıyor. Hatay’dan kömbe siparişi veriyor, Kars’tan kaşar. Avokado alıyor internetten. Zeytini üşenmiyor araştırıp Balıkesir’in bir köyünden getirtiyor yağıyla birlikte. İnternete sihirli bir değnek diyor Selma. Sadece sörf yapma, denizin altına da dal, diyor.

Dört yaşında bir oğlu var Selma’nın, ismi Kerem. O da benimsemiş bu zorlu ama sağlıklı yaşamı. Markete gidince çocuk sadece kefir alıyor. Bir kez karşılaşmıştık markette. Onca çikolata, cips ve abur cubur arasından muzaffer bir komutan edasıyla umursamazca geçmişti. Sonra dolabın kapağını kaydırarak kefiri alıp market arabasına koymuştu.

 

Hülya,

İsviçre çakısı. On parmağında on marifet. Şirinler köyünün usta şirini. Grubun ikonik arabası Jelibon’un sahibesi. Gluten cennetinde mutlu Hülya. Turtalar, susamlı kurabiyeler ve çörekler ondan sorulur… Grubun özçekim sorumlusu. Daima o hatırlatır haydi bir fotoğraf çekilelim diye. Okulda kaç defa şahit olmuştum bu duruma. Yarım yüzüyle kadrajda görünürken en iyi özçekimleri herkesi kareye sığdırmayı başararak o çekerdi. İşte bu bir değerdir, bir gelenek ve bir alışkanlıktır. Köklü bir kız grubu için önemli bir ayrıntıdır. Özçekimlerde Hülya daima yarım yüzüyle görülür.

Çalışmaktan keyif alıyor. Bir işten diğerine ara vermeden geçebiliyor. Birgün okul çıkışı markete uğrayacaktım. Hülya’yı cam silerken görmüş, ağzım açık kalmıştı. Ne zaman okuldan gelmişti de cam silmeye girişmişti! Ama bir koltuğa kurulup kahvesini de yanına alarak tuğla kitapları da devirmeyi ihmal etmiyordu. O hem bir kitap kurdu hem de Action Woman’dı. Sosyal medyada paylaştığı hikayelerinde görüyorum, çok okuyor. Nazan Bekiroğlu’nun Nar Ağacı en sevdiği roman. Cebinde turna yemişi ve kızılcık taşıyor. Oğlu Batuhan beş yaşında.

 

Önemli bir tespit! 

Elmas Kızlar’da zıt karakterler büyük bir uyum içinde. Selda ve Hüsna dışarıda ayrıca görüşüyor. Gluten konusundaki çelişkiler onları birbirinden uzaklaştıramıyor. Bizde ise en küçük bir durum kavga ve dedikodu sebebi oluyor. Adalet Hanım, kısıra dereotu koydu diye Kamile Hanım’a arkasından söylemediğini bırakmıyor mesela. Ben grubun şikayet kutusuyum, ben grubun sessiz psikoloğuyum. Ben grubun derin kuyusuyum. Haykırmak isteyince beni ararlar. Bana anlatırlar. Ben de dinlerim. Hepsine de hak vererek hem de.

 

Hatice, 

Arabesk şarkılar ruhunda barınamıyor. Sıkıntılarına ve mutsuzluklarına yüz vermiyor. Gülünecek meselelere dönüşüyor her hüzün onun yanında. Bu da geçer ya hu deyip rahatlıyor insan Hatice’yle konuşunca. 

Pasaklılığa ve kirlere karşı bir kahraman. Tavizi yok. Buz gibi havada sokaktan geçerken onu balkon yıkarken görmüştüm bir defasında. (Kim hangi binada hangi katta oturuyor iyi biliyorum ben.) Suya hükmedişi görülmeye değerdi Hatice’nin. Bazı kadınlar böyleydi. Temizlik yapmak ya da yemek yapmak onları olduklarından daha başka kılardı. Clark Kent ve Süperman değişimi gibi bir şey. Bence bütün deterjan reklamlarında ekran yüzü olabilir Hatice. Fakat elleri bu yüzden kızarık dolaşıyor. Çantasında daima krem taşıyor.

Her gün başka bir spor ayakkabı giyiyor. Hafta sonları sabah yürüyüşlerini sosyal medyadan paylaşınca görüyorum. Benden kaçmaz.

 

Sedef, 

Onu her gördüğümde rahmetli Özkan Uğur’un Ağırlığınca Altın isimli yarışma programını hatırlıyorum. Halkalı kocaman kolyeleri var altından. Bileklikleri, yüzükleri ve burnundaki hızma bile hep altından. Richy Rich halt etmiş yanında. Gökkuşağının altından geçmiş talihli kişi. Definecilerin ruhunu sızlatan. Bizim Altın Kızlar’ın adı kalmış sadece. Bütün takıları yastık altı edilmiş onların. Çocukları ve torunları eritmiş belki de. Ama o, Sedef, altın madenini bu dünyada öne çıkaran belli başlı kişilerden. 

Tam bir komedyen aynı zamanda. (Öğretmenler odasında bir köşeden belli etmeden dinlerim) Bizim Altın Kızlar’dan Şule Hanım bana durmadan bir şey anlatırken ben dikkatimi Sedef’in anlattıklarına veririm çaktırmadan. Sonra doğru zamanlarda öyle cümleler kurar, öyle ince espriler yapar ki kahkahalar konfeti gibi birden patlayıverir odamızda. Grubun neşe virtüözü. Bir komedyen kadın. Cem Yılmaz’ın dişi versiyonu.

İkiz kızları var Sedef’in: Elçin ve Alya. İkisi de apayrı karakterde kesinlikle. Biri dışa dönük, atılgan, özgüvenli. Diğeri ketum ama aslında daha derin. Dışarıya pas vermiyor. İçinden derinleşecek bu kız. Sanatçı çıkacak eminim.

 

Nurten, 

En ünlü film yıldızlarını ve şarkıcıları bile makyajsız halleriyle yakalayabilirdiniz ama Nurdan’ı asla. O daima makyajlı ve bakımlıydı. Şirinler köyündeki muadili süslü şirin olurdu muhakkak. Gardırobu eminim ki bir Rio Karnavalı gibi rengarenkti. Eskiden magazin programlarında haftanın şık ve rüküşü seçilirdi. İşte Nurdan o kategoride karşınıza çıkabilecek yegâne kişilerdendi. Daima okula girişi dikkat çekerdi. Ben her sabah acaba bugün ne giyecek diye merak ederdim. Sosyal medya hesabında da her fotoğrafında istisnasız farklı bir elbise giymiş olurdu. 

Öğretmenler odasında konuşurken sıkça şikâyet ederdi arkadaşları ondan. Vaktinde gelmiyor diye. Buluşmalara hep en son gelen assolistti çünkü Nurdan. Belki de bu olumsuz gibi görünen özelliği daha dikkat çekici yapıyordu kendisini. Bir de meşhur tava böreğiyle imzasını atardı. Okula da yapıp getirmişti.

Mine vardı bir de, Nurdan’ın kızı. Henüz beş altı yaşlarında sözünü sakınmayan bir cimcime. Bir gün Nurdan’da toplandıkları kız buluşmalarından birinde, vakit ilerleyince, pijamasını giyip gelmiş. Sonra herkese hitaben ne zaman gideceksiniz, uykum geldi diye meydan okumuş. Tabii bu durum Elmas Kızlar arasında gülüşler eşliğinde anlatılan bir mevzuya dönüşmüştü.

Önemli bir not: Geç kalmak Nurten’in olumsuz bir özelliği, değiştirmesi gereken bir durum değildi. Aksine bu onu başkalarından ayıran, farklı yapan, Nurten markasının altını çizen ve bir hikaye kurmasına yardımcı olan yönüydü. Bahsedilme sebebiydi. Kaplumbağalar acele ederse bütün kaplumbağa efsanesi çökerdi. İnsanlar da türlü türlüydü. Ne kadar istese de Nurten erken gelemezdi. Yaratılışı bir assolist gibi onu sona itiyordu çünkü. O da anlayamıyor neden geç kaldığını zaten. Öğretmenler odasında otururken söylemişti bunları Canan. Ayaklı Google diyorlardı ona da. Bilge bir tarafı da vardı. Kulak verip dinlemiştim. Sonra Nurten gelince Elmas Kızlar yönünden kuvvetli bir kahkaha yükselmişti. “Assolist geldi,” demişti Hülya.

Beren, 

Kanatlarını yolda gelirken düşürmüş olacak. Bir filmin kötü çocuğu varsa Beren de mutlaka iyi çocuğu olurdu. Her şeyden önce iyi bir dosttu. Okulda Altın Kızlar bile onu çok seviyordu. Gecenin bir vakti içiniz bunalır ve konuşma ihtiyacı hissedersiniz ya. İşte böyle anlarda düşünmeden Beren’e telefon açabilirdiniz. Eminim sizi samimiyetle dinlerdi. Bekar olduğu için ev ortamı çok müsaitti. En çok onun evinde toplanıyorlar. Paylaştıkları hikâyelerden biliyorum.

Bütün arkadaşları artık evlen diyor. O da istekli görünüyor ama yalan. Beyaz atlı prensini beklemiyor bence. Kaç kişiyi reddetti şimdiye kadar. Zor beğenen biri. Evlilik kurumuna dahil olmamak için ayak diriyor.

İnandığı değerlerden taviz vermiyor hiç. Belki de onun bu tutarlılığı herkes tarafından sevilme sebebi. Mistik bir atmosfer meydana geliyor Beren ile konuşurken. Ağaçlara kuşlar yavaş yavaş konar birikir ya, onunla konuşurken de gönlünüz kalabalıklaşır yavaş yavaş, huzurlu bir hal alır sizi.

 

Canan, 

Arama motoru. Bir Google. Her şey hakkında malumat sahibi. Otun, böceğin, kurdun kuşun her şeyin fotoğrafını çeken bir manzara avcısı. Bir ayağı romantik diyarda. Elmas Kızlar’ın edebi sözcüsü. Gönderi altlarındaki afili yazıların sahibi. Her etkinlikte bulunmuyor ama. Bazen fotoğraflarda göremiyorum onu. Kocası ikide bir arayıp duruyor okulda. Birbirlerine sanki biraz fazlaca düşkünler. Eminim ki kocasıyla çifte kumrular gibi takılıyorlar.

 

23 Mayıs Cuma

Altın Kızlar’ın çay partilerine, onlar böyle diyordu, güçlü bahaneler öne sürerek gitmedim. Acaba çayları kim doldurdu? Ev sahibi mi? “Bu aşk burada biter, cebimde bir revolver…” çalıyor. Tuna Kiremitçi’den. Büyük bir adım attığımı hissediyorum.

 

28 Mayıs Çarşamba

Bugün öğretmenler odasında koltuklara değil de uzun masanın etrafındaki boş sandalyelerden birine oturdum. İpler gerçek manada o vakit koptu. Çünkü Altın Kızlar koltuklar ve kanepelerde otururdu, Elmas Kızlar da uzun masa etrafında. Sonra Gümüşhane’den özel siparişle getirttiğim pestilleri ikrama bu uzun masadan başladım. Sanırım geri dönülmez yola girmiş oldum. Zaten Altın Kızlar da dişlerime yapışıyor bahanesiyle geri çevirdi pestillerimi. 

 

ZAFER!

Elmas Kızlar beni buluşmalarına çağırdılar. Buse gelip söyledi okuldayken. Yarın akşam sen de gel, dedi. Çok heyecanlıyım. Ne yapsam acaba? Bütün yorgunluklarıma değdi.

 

HÜSRAN, YİNE

“Zehir olur başka hayallere kalmaz ki mecalim…”

Müdür Bey geldi. Hocam dedi, gözün aydın. Norm fazlası oldun. İnşallah o çok istediğin evine beş dakika mesafedeki şirin okula gidebileceksin.

 

YENİ OKUL

Burada herkes kendi halinde. Gruplaşma ve arkadaş toplulukları yok. Ferdiyetçilik hakim. Belki bunca yılın deneyimiyle ben de kendi kızlar grubumu meydana getirebilirim. Herkesi evime davet ederek işe başlamayı düşünüyorum. Şimdiden ismini bile buldum: ZÜMRÜT KIZLAR

 

KENDİME SIKTIĞIM KURŞUN

Grubuma beğenmeyip almadığım hocalar da kendi aralarında bir birlik tesis ettiler. Uyuyan devi uyandırdım. Çok geçmeden hepsinin ne kadar maharetli ve hayat dolu olduklarını gördüm. Benim Zümrüt Kızlar için seçtiklerim beklentimi karşılayamadı. Birçoğu etkinliklere katılmıyor, acayip bahaneler öne sürüyor… Karşı grup kendi aralarında Yakutlar diye takılıyormuş.

 

KAYBEDENLER KULÜBÜ

Ben bu kulübün daimi üyesiyim. Belki benim ışıltım da kaybeden oluşumdandır. Zümrüt Kızlar dağıldı. Yakutlar’a girmek için çabalayacağım.


Özay Erdem

 

Comentários


bottom of page