"Zellenbur'un Sıradan Bir Günü"
Metin Nart'a
Sandığın içi naftalin koktu. Bekletilmiş el değmemiş erkek patikleri. Hazırdı her şey. Akide şekerleri. Gül lokumu. Hayırlı olsuna geleceklerdi. Tabii Gülistan bir oğlan doğurursa. Her gebelik öncesi sandıktakileri yenilerdi. Yenilerdi de ne olurdu? Üç kere doğurdu. Üçü de kız. Gülistan, dördüncüye gebe şimdi. Bu kez tutturacak oğlanı. Bundan emin. Kocası Mithat söylenirdi, “Kızların eli ayağı düzgün. Sağlıklı. Daha ne istersin? Allah'tan gelene.” Gülistan, razı değildi. Ne vardı da kız doğurmanın yükünü taşırdı? Gitmediği hacı hoca kalmadı. Şarkikaraağaç'taki hocanın nefesi kuvvetliymiş dediler. Oraya bile götürdü kocası. Neyse ki köyde Cinci Rıza vardı. Cinci Rıza'ya gitti de ne oldu? Yine kız doğurdu. Gülistan, “Rıza, Allah belanı versin,” diye ilendi. “Cinci Rıza’nın cinlerinin sarımsak kokan nefesini boşuna yuttum,” dedi Öğüre öğüre. Hem de bir oğlan doğurma uğruna. Cinlerinin donları bile yağır yağır terdi. Ne istedilerse yaptı Gülistan. Cinler, “Hohla,” dedi hohladı. “Kokla,” dedi kokladı. Kız doğurdu yine Gülistan. Kız mamullerinden şaşmadı fabrikası. “İyi hohlayamadı,” dedi cinci Rıza. Yok. Gülistan hırs yaptı. İllâ ki o oğlanı doğuracaktı. “Torunlarımın eli ayağı düzgün. Günahtır. Şükret kızım,” diyecek oldu anası. Demedi. İt yerine koymadı kimseyi Gülistan. “Ya göreceğin var ya süreceğin kızım,” dedi. Komşuları bile, “Gülistan oğlan dedikçe kız doğuracak. Belli,” dediler de dediler. Tınmadı konu komşuyu falan.
Hah! başladı yine sancı. On dakika da bir yokladı Gülistan'ı. Uykudan uyandırdı Mithat'ı. Rahatça uyutmazdı. Hiç. Kızgın demire eli yapışmış gibiydi sesi. “Kalk,” dedi. Mithat alışıktı. Kalktı. Evlendiği günden beri Gülistan, “Kalk,” der kalkar. “Yat,” der yatardı. “Kalk taksici Murat'ı çağır. Geliyor tosunum,” dedi. Mithat, kalk komutunu alır almaz çağırdı taksici Murat'ı. Çağırdı çağırmasına da taksici Murat, Gülistan’ın donundan aşağı inen suyu görmesin mi? Faşşadak akıyor. Oğul oğul. Üç kızda da böyle olmuştu. “Plasentadan gelen su,” dediydi ebe. Dedi demesine de. Plasenta suyunun taksinin koltuklarına sinen kokusunu Fırat Nehri bile aymadı. “Şu Fırat'ın suyu akar serindir oy oy,” diye mırıldanarak, “Kusura bakmayın bu kez alamam Gülistan'ı. Hele bak. Donu ıslak. Yerler ıslak,” dedi. Gülistan’ın sancısı arttıkça bağırdı. Ciyak ciyak. Üç yıl evvel taksisine binip Murat’la gezdiğine pişman. Hem de bin pişman. Mithat'ın ağzına sıçtığı gibi sıçamadı taksici Murat'a. Hele bir oğlan doğsun. Belki sonra sıçacaktı. Suçu yine Mithat’a yükledi. “Ah! Boyu devrilesi Mithat. Elin heriflerine muhtaç ettin beni. Bir oğlan doğur-ta-ma-dın,” dedi. İlendi. İlendi.
Mithat'ta vaziyet şöyle: Ne bok yiyeceğini bilmiyor. Doğurtmasa suç. Doğurtsa kabahat. “Ebe getireyim mi?” diye sordu Mithat. Bir kere de sormadan yapsa. Gülistan sancıyı mancıyı bıraktı. Devam etti İlenmeye, “Kör olasıca. Boyu devrilesice. Oğlan doğurtamayan herif!” Asıl boyu devrilesi Gülistan'la Mithat'a dünürcülük yapan Muhtar Hüso. Üç oğlanı var. Kendi almadı Gülistan'ı. Mithat'a yamadı. İlendi. İlendi Muhtara da. Mithat canından bezgin, muhtarın karısına oğlan doğurtan karşı köyün ebesini getirdi. Gülistan bağırdı. Bağırdı. Ses kalmadı. Su kalmadı. Hâl kalmadı. Seslere uyandı kızları. Küçük kız emzikli. Ortanca seyrek saçlı. En büyüğü sıska, çelimsiz. Toplandılar Gülistan'ın başına. Uğursuzluk getirir, diye bakmadı kızların yüzüne. Gülistan'da güller soldu. Fenalık geçirdi. Nefesi gelmez oldu. Öldü Gülistan. Ebe şaşkın şaşkın, “Kıl topu gibi bir cininiz oldu,” dedi. “Aman ebe canım ebe bu nasıl iş?” diye soracak oldu Mithat. Gülistan’ın yasını tutacak oldu. Ne sordu. Ne yas tuttu. “Kurtuldum. Kurtuldum. Sonunda rahat bir uyku uyuyacağım,” dedi. Gülistan’ın anasından başkası dinlemedi ebeyi. “Cin kaçmış dölüne. Cin gibi bir oğlunuz oldu. Amma Gülistan'ı sarımsak kokan büyük cin çarptı. Vah ki ne vah!” dedi ebe.
Yeni yeni çatlayan bahar yeşilleri yaprakları muştuluyordu. Kuzuların haberini bu mevsimde veren kökler, dallar hepsi tomurcuklandı. Koku saldı havaya.
Mithat'ta son durum şöyle: Üç kız bir cin oğlanla kalakaldı. Dokuz ayda bir oğlan isteyen karıdan kurtuldu. Anası. Ağladı. Çok değil. “Bu kızın ya göreceği var ya süreceği, dediydim,” dedi.
Neyse gelelim cenazeye. İmam, cemaate son sorusunu sordu, “Gülistan'ı nasıl bilirdiniz?” Hiçbir ağızdan, “İyi bilirdik,” lafı çıkmadı. Sarımsak kokulu cin, Mithat’ın kulağına fısıldayarak, “Senin çocukların senin çocukların değil,” dedi. Ne demek değildi? Pandoranın kutusu açılmalıydı. Mithat’a bir fısıltı daha.
Muhtar Hüso: Gülistan’a sözü vardı muhtarın. Mithat’la evlendiğinde ilk çocuk oğlan doğmazsa kendi karısına üç oğlan doğurttuğu gibi Gülistan’a da bir tosun doğurtacaktı.
Taksici Murat: Gülistan’la Fırat nehrine gezmeye gittiğinde üçüncü kız oldu. Kazara. Mithat'ın beyni ipte asılı çamaşır gibi rüzgârda dalgalanıp çırpındı. Beyin meyin kalmadı. Kronolojik sıralamayı tekrarladı. Oğlan-kız matematiğinde bocaladı. Yazarın da matematiği kötü olunca karakterine yardımcı olamadı. Birinciden emin. Mithat’tan. İkinci, yamacı muhtardan. Üçüncü, taksici Murat’tan. E, dördüncü? Dördüncüde duraladı. Kimdi kimdendi bu cin çocuk? “Hohladı. Kokladı,” dedi bir ses. Görünmedi. İmam cenazeyi fazla bekletmedi. Mezara koydular üç kız, bir cin oğlan anası Gülistan'ı. Ruhuna el Fatiha okudu oğlanın babası. Sarımsak kokusu etrafı sardı.
Cinler mevtayı bıraktı. Zellenbur’un öksüre tıksıra, tıkış tıkış atladığı otobüsün kırk yedi numaralı koltuğunda yer aldı.
Dilek Altundağ
Comentarios