top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Yılmaz Sarı- Roosevelt

Çok güneşli bir günün epey güneşli bir zamanında evden dış dünyaya çıktım. Cebimde yirmi lirayla kart yüklemeye markete girdim. Ucu ucuna gidebileceğim yere varabilecektim. Oradan da bi yirmilik koparabilirsem eve dönüş derdim olmaz diye iç geçirdim. Otobüse bindim. İnsan kalabalığı içinde konservedeki fasulyeler gibiydik, iç içe ve vıcık vıcık. Bu şehir nasıl bu kadar büyüdü böyle. Hangi ara tükettik bu koca kentin yeşilliğini?

Nihayet kapıdaydım. Üzerimde siyah bir gömlek, altımda keten bir pantolon. Böyle bir gün için olabildiği kadar uyumlu giyinmeye çabaladım. Evet, uyumlu olamamak gibi bir sorunum var. Eski dostumu uzaktan gördüğümde yanına yaklaşıp,

“Uçan fil nasılsın?” dedim.

“Yine ayrımcılık yapıyorsun,” dedi.

“Nasıl ayrımcılık yapıyorum? Sen uçuyorsun ve bir filsin.”

“Benim bir ismim var, hatırlarsan. Ben sana yürüyen insan diyor muyum?”

“Haklısın, özür dilerim biraz gerginim. Biliyorsun kalabalıkta daralıyorum.”

“Sal dostum, kimse kimsenin umurunda değil. Sadece öyleymiş gibi davranıyorlar.”

“Haklısın,” dedim. Fakat salamadım, gerildim yine.

Ruwan’la karşılaştık,

“Nasılsın?” dedi.

“İyiyim,” dedim. Yalan söyledim tabii. Ne diyecektim çok mutsuz olduğumu mu? İntihar eden arkadaşımın ölürken bile zengin öldüğünü mü? Evet, Roosevelt zengin bir ölüm seçmişti. Yurt dışından kaçak yollardan getirdiği bronzdan elektrikli sandalyesine oturmuş, şaşalı odasının bir köşesine yerleştirdiği iskemlenin üzerine, kendini asabileceği kalınlıkta altından uzun bir zincir ve yanı başına da gümüş bir kama bırakıp suda çözeltilmiş potasyumlu zehirli iğneyle intihar etmişti. Bolluk içinde mütevazı bir ölüm fikri bırakmıştı geriye ve çok sayıda ev, çok sayıda para birçok tane de araba.

Tanınmış bir avukattı. Kendi başına ayakta dimdik durmaya çalıştığı şehre ilk geldiği zamanlar, birkaç icra davam vesilesiyle tanışmıştık. Bir yerde vazgeçti bu dik duruşundan. Aileden zengin diğer konuşan ayıcıkların kendi aralarında yükselttiği sevimsiz iri bir bambu pandası oldu. Soydaşlarının yaşadığı topraklara geri döneceğini söylese de pek inandırıcı gelmezdi bu bana. Bambu pandaları dışarıdan mutlu ve hoşgörülü görünseler de hayli muhafazakârdırlar. Roosevelt’in aralarında yaşayabileceğini zannetmiyordum.

Nihayet hep birlikte masalara oturduk. Masalar, koyu mor. Roosevelt’in en sevdiği renk. Cenazesini bile tertiplemiş gitmeden. Biz ikinci masadaydık. Yakın arkadaşlar masası. Beni yakın arkadaşları içinde gördüğünü bilmezdim. İçeri girdiğimizde en fazla üçüncü masa olur diye düşünmüştüm. İkide olduğumu öğrenince üzüldüm. Beni yakın arkadaşı gören birini kaybetmiştim ve bundan haberim bile yoktu. Çoğu zaman borç istemek için uğrardım yanına ve aşağı yukarı şey derdim.

“Biliyorum borcum yine birikti ama bi beş yüz ateşleyebilir misin?”

Gülerdi. “Borç mu? İyice delirdin, senin bana borcun filan yok.” Gülerdik.

Çevreme bakındım, altıncı masada eski sevgilileri şıklık yarışı içindelerdi. Onuncuda farklı türlerde olsalar da konuşma yetilerinin bir araya getirdiği diğer ayılar koca bir meteor kütlesi gibi görkemlilerdi. Yirmi iki masadan oluşan masaların yirmi ikincisinde ise hukuk camiasından çevresi, tilkiler, kurtlar pervasız sincaplar ve pek tabii insanlar vardı. Birinci masa, üzerinde duran bir demet şakayık çiçeği dışında boştu. Kimse oturtulmamıştı. Onun içindi sanırım.

Tacav rahibi kürsüye çıktı,

“Roosevelt hakkında ne düşünürdünüz. Sizce Tahava yolunu bitirebilecek mi?” diye sordu.

Roosevelt’in Tahava filan umurunda değildi, inanmazdı böyle şeylere. Birkaç bambu pandası bu sorunun üzerine sırayla ellerindeki kâğıda bakarak konuşma yaptı. Kimileri üzüldü, ağlayanlar bile oldu. Tören bitti ve dağılmaya başladık. Çıkış kapısında beni tanımadığına emin olduğum, türünün gereği hayli irice olan boz ayıyı görünce yanına yanaştım.

“Merhabalar, sırası değil biliyorum ama ben Roosevelt Bey’in apartmanından sorumluyum da kendisi üç ayda bir ödeme yapardı. Vefat da etti…”

Hayli somurtarak,

“Ne kadar?” dedi.

“Üç bin,” dedim.

Parayı cüzdanından çıkarıp sayarak sertçe uzattı. Elime aldığım üç bini sakince cüzdanıma atıp uzaklaşmaya başladım. Roosevelt olsa gülerdi.


Yılmaz Sarı

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page