top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Zekeriya Şimşek Yazdı- “Direnç”in Öykü Bahçesi: Adnan Özyalçıner

Lise yıllarımda (12 Eylül 1980 öncesi) İzmir Fuarı TYS Standı’ndan hatırlıyorum onu eşiyle birlikte. Kitaplığımdaki ilk imzalı kitap eşi Sennur Sezer’e aittir. Yıl 1977 ya da 78 yazı. TYS’nın kitap standında karı-koca yan yanalar. O dönem şiir aşkım daha baskın. Adnan beyin ne yüzüne baktım ne de kitaplarına. Bana “Direnç” lâzım. İkinci özelim yıl 2021 ve ilk katıldığım öykü ödülünde “Sevildiğini Bil Gökkuşağı” dosyam Sennur Sezer Öykü Seçici Kurul Özel Ödülü’ne değer bulundu. Kurul başkanı Adnan beydi. 2021 yaz sonu tanışmak nasip oldu. En son 2023 yaz sonu görüştük, söyleştik.

Cümle hayatımız, kaç cümleden ibarettir ki?

1934, (18 Şubat) doğum yeri Karagümrük’tür. Ayşe Hanım ile dokuma işçisi Ahmet Nuri’nin oğludur. Resmî soyadı Çelik’tir; 1953’de halası Samiye Çelik ve eniştesi manevi evlat olarak mahkeme kararıyla nüfuslarına kaydettirirler. Boşnak kökenli olmakla birlikte kendi deyişiyle “doğma büyüme İstanbullu”dur. Cemal Süreya, Boşnak’lığı üzerinden seslenir ona:

“Şu bizim göçmen Adnan                                                                                                             Hep aldığı armağan                                                                                                               Bıyıkları pek düzgün                                                                                                             Müsahhih olduğundan”

1953, Türk Sanatı dergisinde ilk öyküsü yayımlanır: “Bir Yılbaşı Gecesi” 

1959, Cumhuriyet’te düzeltmendir, aralıksız yirmi yıl.

1960, ilk öykü kitabı yayımlanır: “Panayır”

1964, İstanbul Erkek Lisesi’nin ardından yazıldığı İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü yarıda bırakır. Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanır “Sur” ile.

1967, Sennur Sezer ile evlenirler, iki çocukları (Ayşe Bengi-d.1969, Ahmet Emre-d.1972) olur. Birliktelikleri yaklaşık elli yıl sürer, 7 Ekim 2015’te Sennur’un vefatına kadar; artık yalnızdır.

1978, Sait Faik Hikâye Armağanı’na ikinci kez değer görülür, “Gözleri Bağlı Adam” ile. İlerleyen yıllarda birçok ödül alır, birkaç dergi ve gazetede düzeltmenlik/yöneticilik yapar, ayrıca TYS ve YAZKO yayın kooperatifi yönetiminde bulunur.

1999, dostları “Öykücülüğümüzün 45 Yıllık Çınarı Adnan Özyalçıner” adlı bir armağan kitap yayımlar.

2019, 38. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı Onur Konuğu’dur.

2023, Everest Yayınları “Toplu Öyküler”ini (1192 sayfa) yayımlayarak edebiyatımızdaki yerini taçlandırır.

Romana yüz vermeyen öykücülerin hastasıyımdır. Öykü türüne sadık kalması, öyküyü romana geçişte bir basamak olarak kullanmaması Adnan Özyalçıner’i edebî duruşuyla da ayrı bir yere koymaktadır. O, benim “harbi” öykücümdür.  Cambazlar Savaşı Yitirdi”nin “Gizli yaşam öykümden…” başlıklı bölümünde şöyle der: “Uzun öykülerin dışında, kendi imzamla hiç roman yazmadım. Yazmaya da yeltenmedim. Bilmem neden. Hep öykücü kaldım. Küçük öykücü. Öyle de kalacağımı sanıyorum.”1

Adnan Özyalçıner, 1950 kuşağındandır; döneminin öykülerini “Başkaldırı Öyküleri” olarak tanımlar. İlk öyküsünden son öyküsüne hem özel yaşamında hem de kurgu atmosferi olarak İstanbul’dan ayrılmaz. Toplumcu gerçekçidir, öykülerinin olmazsa olmazı emek ve direniştir. Zengin/yoksul, patron/emekçi, elit/halk, faşist/sosyalist, merkez/varoş ilişkilerini, sınıfsal ayrışmaları, toplumsal çelişkileri ortaya dökmekten ve taraf olmaktan asla vazgeçmez. Onun gerçeği, klişe değil derinlikli ve ilkeli bir gerçekliktir. Bunu yaparken estetik ve sembolik anlatımdan yararlanır; betimlemeleri ve soyutlamaları sever. Öykülerinin çoğunda kapitalist sisteme bir eleştiri saklıdır, sömürenler ve sömürülenler ön plandadır. Sistemin işleyişinden çok bu işleyişin altında ezilen ve kaybolan insanı anlatır. Özyalçıner’in öykülerinde yaşadıkları/anıları kadar gerçek kişiler (eşi Sennur, Metin Göktepe, Sedat Bucak, Hasan Kıyafet, Zihni Anadol…) önemli bir yer tutar. Genellikle ve özellikle mekân olarak İstanbul üzerinden belleğe dair yorum yapmayı sever: “İnsanın çektiği acılar, toplumun yöneticilerle olan çelişkileri var öykülerimde. Bunun dışında da hayata bağlılık, umut ve geleceğe güven var. Biz varız bu kitaplarda, bütün bir İstanbul var. Ama bu başka bir İstanbul, öteki İstanbul… İşçinin, yoksulun; acı çeken ama bu acıya rağmen umudu olan topluluğun öyküleri…”2  Özyalçıner’e göre iyi öykücü; hem kapalı bir anlatımla okuru metinden uzaklaştırmamalı hem de aşırı açık bir anlatımla onu kolaycılığa alıştırmamalıdır.3 İzlenimci bir üslûpla, yaşadıklarıyla zenginleştirerek yazdığı öyküler “onun İstanbul’unu” anlamak için birer belgeseldir: “Yoksulluğu bir alın yazısı gibi taşıyan insanları yazdım öykülerimde. Önceleri alın yazısı sanmıştım bu yoksulluğu. Yanıldığımı anladım sonra. Bu yoksulluğa neden olan birilerinin, bir şeylerin olduğunu gördüm,” der 1978 Sait Faik Hikâye Armağanı ödül konuşmasında.4

“Öykü Nedir” sorusuna cevabının bir yerindeyse şöyle diyecektir: Öykülerimde ilgi alanım büyük kenttir benim. Varlıklı bir kentin yoksul kesiminde yaşayan, büyük kentin yoksul insanlarıdır. ...İnsan-toplum ilişkilerinde kapitalist düzenin yarattığı sevgisizliğin, ilgisizliğin, acımasızlığın karşısında olmalıdır yazar. Günlük her olayda bu yabancılaşmanın payı büyüktür çünkü.”5 Özyalçıner, zengin şehrin yoksul insanlarının hayatının tanığı olmayı öncelerken tahrip edilen, yok olmaya yüz tutmuş bir doğa ve onun karşısında yükselen yapılarıyla göğü kapatan şehre sitemkârdır hep. Betonlaşmaya tepkisini sık sık satır aralarına yerleştirir, İstanbul’un semtlerini eski-yeni görünümleriyle karşılaştırarak resmetmeye özen gösterir.

2014’te yayımlanan “Alandaki Park”ta üç bölüm üzerinden yirmi iki öyküyle 2013 Gezi Parkı eylemlerini tanıklık eder. O, kapitalist gerçeklikle hesaplaşmak bilinciyle yazmış/yazan bir öykücü olduğu kadar bir eylem insanıdır. “Alandaki Park” kitaba adını veren ilk öyküdür; Gezi Parkı’nın arka planı kadar geçmişine de dokunur. Anlatıcının çocukluk yıllarında “İnönü Gezisi” olarak adlandırılan alan, 1940’da dönemin valisi Lütfi Kırdar (1887-1961) tarafından Fransız mimar Henri Prost’a (1874-1959) yaptırılan imar planı çerçevesinde istimlâk edilerek yıktırılır ve İstanbul’un Cumhuriyet dönemindeki ilk parkı kurulur. Heykeller dikilir, zaman içinde kırılır/sökülür; ağaçlar dikilir, bir gün gelir onların da yerlerinden taşınması gündeme gelir. Parkın yerine eskiden burada mevcut Halil Paşa Topçu Kışlası (K.T.1806) yeniden inşa edilecek ve bir de AVM açılacaktır. Beton-yeşil savaşında yeşilden yana taraf olmak gerekecektir! Adnan Özyalçıner’in farkı buradadır.

Yetmiş yılın birikimiyle on iki öykü kitabı. Ve bir öykücü ki “çelik kalem”. Öykümüzün yaşayan en büyük ustası!

 

Zekeriya Şimşek


  1. Öykücülüğümüzün 45 Yıllık Çınarı Adnan Özyalçıner (1999), İstanbul: Evrensel Yayını, s.26.

  2. İncesu, Kadir (2023), Söyleşi: Halkın Sesi Adnan Özyalçıner, KE dergisi, S.23 Eylül-Ekim, s.30.

  3. Altuğ, Fatih (2002), A: 1950 Kuşağı Öyküsünün İlk Harfi, Adam Öykü, S.42 Eylül-Ekim, s.33.

  4. Tümer, Cem Şems (2016) 50 Kuşağı Yazarlarından Adnan Özyalçıner ve Öykücülüğü, Ankara: Grafiker Yayını, s.112.

  5. Türk Dili Türk Öykücülüğü Özel Sayısı (1975), Ankara: TDK Yayını, S.286 Temmuz, s.95.



0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page