top of page

Hicret Birik Yazdı- Hüseyin Kılıç'ın Küçük Bir İhtimal'inde Aşk

  • Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyat
    İshakEdebiyat
  • 6 gün önce
  • 4 dakikada okunur

Yunan mitolojisine göre, Tanrı Zeus en başta insanları cinsiyetsiz olarak, dört kol, dört bacak ve iki surattan yaratmıştır. Bu insanların beden üye sayısı normal insanlara göre daha fazla olduğundan çok kuvvetlilermiş. Gücün verdiği güvenle tanrılara saldırmayı planlamışlar. Bunu fark eden Zeus onları cezalandırmış ve ortadan ikiye ayırmış. Yüzlerini de eksik taraflarına çevirerek ömürlerinin sonuna kadar yarım olan yanlarını görmelerini istemiş. Bu yüzden insan, hayatı boyunca eksik hisseder ve diğer yarısını ararmış. Bulduğunda da ona sımsıkı sarılıp bırakmak istemezmiş. Çünkü bulduğu kişinin ruh ikizi olduğunu düşünürmüş.  Aşkın genel tanımı için de bu mitolojik hikâyeyi örnek vermek abartı olmaz sanırım. Her ne kadar birçok insan sonuçta yanılgıya kapıldığını fark etse bile aşkı güçlü kılan şey, karşı tarafın kişide yarım olan diğer yan olabilmesi ihtimalidir. Çift yaratılmış türlerin doğal yazgısı olan aşk, güçlü yanıyla insanı hayatta tutabilen aynı zamanda hayattan koparabilen tutkulu bir duygudur.  Belki de bu yüzden edebiyat eserlerinde Romeo ve Juliet’ten Madam Bovary’ye, Tolstoy’un Anna Karenina’sından Marquez’in Lorenzo’suna çeşitli biçimlerde işlenmiş olan aşk teması okurun en çok ilgiyle okuduğu bir konu olarak süregelmiştir.

Hüseyin Kılıç da ‘Küçük Bir İhtimal' isimli öyküsünde işlediği aşk temasını bir gidiş üzerinden anlatmaktadır. Karakterin karşılıksız olarak yaşadığı aşkı kendi içinde büyütmesiyle, giden kişinin ardından yaşadığı duygusal süreci oldukça vurucu bir üslupla anlatan yazar öyküsüne şu biçimde başlıyor:

“Ve gitti. Beş yıl sürdü gitmesi ama sonunda gitti. Evden çıktı ve gitti. Hiç kimseye söylemeden gitti. Ben gördüm gittiğini. Gece üçte gitti. Taksiye bindi ve gitti. Kar yağarken gitti. Yeni aldığı spor ayakkabıları, üzerinden çıkarmadığı kot pantolonu, kırmızı kazağı, yeşil küpeleri, kırmızı paltosu ve bir tür anlam veremediğim beresiyle gitti.” (Küçük Bir İhtimal, syf 75)

Bir gidişi izleyen anlatıcı karakterin giden kişiyi betimlerken bir kadından söz ettiğini anlıyoruz, dolayısıyla yazar, karşı karakter üzerinden anlatıcı karakterin cinsiyetini bize göstermiş oluyor. Giden karakterin gidişinin beş yıl sürdüğünün dile getirilmesiyle anlatıcı karakterin bu duyguya beş yıl önce kapıldığını anlamaktayız. Daha sonra anlatıcı, yaşadığı duygunun karşılıksız olduğunu şu cümlelerle anlatıyor:

“Beni de düşünmedi ve gitti. Ben aslında onun gittiğini bilen tek kişiydim ama o beni düşünmeden gitti. Işıklar yanmıyordu ve uyanık olduğumu ve apartmanın önünden gelen araba sesine bakmak için perdeyi araladığımı ve gelen arabanın onu götürmemesi için dua ettiğimi bilmeden gitti.” (Küçük Bir İhtimal, Syf 75)

Bu paragrafın hemen ardından gelen şu cümleler ilgi çekicidir:

“Annemi her gün onun annesinin yanına yollayıp her gün ne yaptığını öğrendiğimi bilmeden gitti.” ( Küçük Bir İhtimal, Syf 75)

Hikâyede anlatıcının bir anda kendi annesinden söz etmesi manidardır. Burada, Sigmund Freud’un Oedipal Karmaşası akla gelmektedir. Acaba hikâyenin karakterinin yaşadığı şey bilinç dışına işlenmiş bir anne eğretilemesiyle mi bağlantılıdır? Bunu okumaya devam ederek anlayacağız. Hikâyenin devamında giden kişinin ardında kalan karakterin yaşadığı süreç etkileyici bir biçimde aktarılıyor:

“O gitti ben yürüdüm. Her zaman yürüyordum ve o gidince yine yürüdüm. O gitmediği zaman onun olmadığını, yanımda olmadığını, aynı şehirde, aynı semtte, aynı sokakta, aynı apartmanda oturduğumuzu düşünerek yürüyordum, o gidince onun olmadığını ve hangi şehirde, hangi semtte, hangi sokakta, hangi apartmanda olduğunu düşünerek yürüdüm.” (Küçük Bir İhtimal, Syf 76)

Oldukça lirik bir anlatım kullandığı öyküsündeki bu bölümde yürümek eylemi ve yazarın üslubu Thomas Bernhard’ın ‘Yürümek’ isimli anlatısını akla getirmektedir. Thomas Bernhard, anlatısında yürüme eylemiyle birlikte içsel bir yolculuğa çıkar ve yaşadığı bazı şeyleri anlatarak anlamlandırmaya çalışır. Hüseyin Kılıç’ın anlatıcısı da Thomas Bernhard’la aynı biçimde yürüme eylemiyle birlikte yaşadığı duyguyu anlamlandırma çabasına girmektedir. Yürürken gördüklerini de aktaran anlatıcı, okurun bu yürüyüş esnasında bir mekân ve zaman duygusunu hissetmesini sağlarken aynı zamanda kendi içsel karmaşasının bir yansıması olan dışarıdaki karmaşaya da vurgu yapıyor:

“Harçları protesto eden öğrencilerle, özelleştirmeleri protesto eden işçilerle, hükümeti protesto eden akademisyenlerle, klipleri protesto eden hemşirelerle, tayinleri protesto eden öğretmenlerle, nükleer enerjiyi protesto eden gençler ve yaşlılarla, başörtüsü yasağını protesto eden erkekler ve kızlarla, YÖK kanunu protesto eden erkekler ve kızlarla yürüdüm ve hiçbir şeyi protesto etmedim.” (Küçük Bir İhtimal, Syf 76)

Aşağıdaki paragrafta yaşadığı duyguyu yoğun bir biçimde anlatan karakter, ‘Aşk’ın aslında çoğu zaman sıradan bazı olaylara farklı anlamlar yüklememize neden olan ve bir tür saplantı biçimine gelen, belki de psikonevrotik bir hastalık olabileceği düşüncesini akla getirmektedir:

“Üç gün evden çıkamadığım ve daha sonra üç yüz doksan dört gün boyunca işe gittiğimde ve gitmediğimde, çoğunlukla yürürken ve iş yapmazken, bazen iş yaparken ve hatalı işler çıkarırken onu düşündüm. Onun gittiğini ve bir daha gelmeyeceğini söyledim kendi kendime ve hemen ardından acaba hiç mi gelmeyecek, diye sordum ve cevapladım: gelmeyecek – gelecek – gelmeyecek – gelmeyecek – gelecek.” (Küçük Bir İhtimal, Syf 78)

Öykü boyunca bu gidişin ardından yaşadığı bekleyişi anlatan karaktere, hikâyenin sonlarına doğru giden karakterin annesinden bir telefon gelir. Karşı tarafta, beklediği kişinin annesinin sesini duyan karakter sevdiği kadının gelmiş olabileceği ihtimaliyle heyecanlanır, ancak durum farklıdır. Karakter bu görüşmede kendi annesinin kalp krizi geçirdiğini öğrenir. Hemen hastaneye giden karakter, annesi yoğun bakımdayken artık beklediği kişiyi unutmuş yerine annesini koymuştur:

“Bir hafta boyunca büyük ihtimalle kurtulacağını düşünerek ve küçük ihtimalle kurtulmayacağını düşünmeyerek ve onu aklımın ucundan geçirmeyerek, onun annesiyle birlikte benim annemin kaldığı odanın önünde sadece annemi düşünerek bekledim.” (Küçük Bir İhtimal, Syf 79)

Bu paragraftan itibaren daha önce ihtimal verdiğimiz Oedipal Karmaşaya dair düşüncemiz netleşiyor. Aslında, karakterin daha önce beklediği kişi ile şimdi beklediği annesinin yer değiştirmiş olması yazarın Oedipus Kompleksine vurgu yaptığını göstermektedir. 3-6 yaş döneminde gerçekleşen bu gelişim süreci, erkek çocuğun annesine karşı hissettiği romantik duyguları ve ileriki yaşamında annesine benzer kadınları hayatına çekebileceğini ifade eden bir teoridir. Öykünün başında annesinden çok kısa söz eden yazarın hikâyenin sonuna doğru tekrar anne eğretilemesine geri dönmesi, bu psikolojik süreci öyküsünde çok ustaca işlediğini göstermektedir.  Hikâyenin başından beri bir terkedilişi anlatan karakterin, sonunda annesini kaybetmesi de bir nevi farklı bir terk ediliş biçimidir. Öykünün sonunda anlatıcının artık o kadını değil annesini düşünmeye başlaması bu düşüncemizi destekliyor:

“Aradan kaç gün geçti bilmiyorum ve artık onu düşünmüyorum ve annemi düşünüyorum.” ( Küçük Bir İhtimal, Syf 79)

Yazar, baştan sona kullandığı etkileyici üslupla kişinin ilk aşkı- ebeveyni- ve sonraki seçimleri arasındaki bağlantıyı güçlü bir biçimde ifade etmiş, sonuçta ortaya aşk teması üzerinden sağlam bir psikolojik metin çıkarmıştır.


Hicret Birik

Comments


bottom of page