1- Öykü yazmaya ne zaman, nasıl başladınız?
Öykü yazmaya kırk yaşında, yani yedi yıl önce başladım. Yıllardır edebiyatla ilgiliydim ve özellikle son yıllarda daha yoğun olarak öyküye odaklanmıştım. Birdenbire içime bir yazma isteği geldi ve yazmaya başladım. Kitabıma da aldığım öykülerden biri olan “Avemeler Şehirlerin Şımarık Konsomatrisleridir” öyküsü yazdığım ilk öykü oldu. Arkadaşlarıma okuttum, beğendiler ama elbette beğenmiş olmaları öykümün niteliği hakkında yeterli bir veri değildi. Öyküm gönderdiğim dergi tarafından hızlı bir şekilde kabul edilip yayımlayınca daha yüksek bir motivasyonla yazmaya devam ettim.
2- Öykü türünü seçmede özel bir nedeniniz var mı? Öykü yazmanın kolay olduğunu düşünüyor musunuz?
Öykü, edebiyatın çok özel bir biçemidir. Hep söylendiği üzere form olarak romandan daha çok şiire yakın bir edebiyat türüdür. Zamansallık bakımından da filmden daha çok fotoğrafa benzeyen bir edebiyat türüdür. Öyküler anların güzel çekilmiş fotoğraflarıdır bir yönüyle. Kısalık ve sadelik kolaylığa değil zorluğa yakındır. Yani öykü, romanın kısa formu, şiirin uzun şekli değildir. Öykü, “Biraz daha uzun yazılsaydı roman olurdu,” denilecek şey de değildir. Mark Twain’in efsaneleşmiş sözüyle öykü tam da, “Vaktim olsaydı daha kısa yazardım,” denilen ve ancak kısa olması için daha çok çabaya ve zamana ihtiyaç duyulan şeydir. Bu yönüyle yazılması zor olan bir edebiyat türüdür.
Ama bütün bunların üstüne özel olarak öyküyü kutsama hatasına da düşülmemesi gerektiğini düşünüyorum. Edebiyat, Nietzsche’nin belirttiği gibi, “Hayatın acı gerçekliğinden ve dünyanın çilesinden insanı koruyacak yegâne sığınak,” olma işlevini hangi biçemiyle başarmaktaysa, bir sığınak olma işlevini roman, şiir, öykü, deneme, anlatı biçemlerinden hangisiyle yapmaktaysa tam da o haliyle güzeldir. Sanırım asıl güzel şey yazma eyleminin kendisidir.
3- İlk öykünüzün yayımlanma macerasını anlatır mısınız? Yayımlandığını gördüğünüzde neler hissetmiştiniz?
İlk öyküm Kitap-lık dergisinde yayımlandı. “Avemeler Şehirlerin Şımarık Konsomatrisleridir” isimli öykümü çok iyi okuyucular olan arkadaşlarımın beğenmesi beni tatmin etmiyordu. Kitap-lık dergisine göndermeyi düşündüm. Kitap-lık dergisini seçmemin temel sebebi acımasız bir dergi olmasıydı. Dergiye yazı gönderme rehberinde, “Gönderdiğiniz öykülere üç gün içerisinde cevap vermezsek yayımlamayacağımız anlamına gelir, boşuna bekleyip durmayın, bizi taciz etmeyin,” şeklinde çok sert ve net bir madde vardı. Bu durum beni açıkçası kışkırttı biraz. Bir çeşit harakiri, altın vuruş yapmak istedim. Öykümü düzenleyip editör Murat Yalçın’ın e-postasına gönderdim. Üç günlük geri sayım başlamıştı. Yaklaşık yarım saat sonra posta kutumda Murat Yalçın’dan gelen bir e-posta vardı. “Bu kadar hızlı reddedildiğine ve ret için bir geri dönüş yapıldığına göre yazdıklarım felaket kötü, eyvah,” diye düşündüm. Ama gelen cevap kısa ve netti; öyküm beğenilmişti, önümüzdeki sayıda yayımlanacaktı. Kitap-lık dergisinin 2016 Temmuz sayısındaki bu ilk öykümü dergiden okumak büyük bir mutluluk oldu elbette.
4- Öykülerinizden dosya oluşturma fikri nasıl oluştu? Dosyanızı oluştururken nelere dikkat ettiniz? Belirli bir tema üstünden mi ilerlediniz yoksa farklı temaların oluşturduğu bir bütünü mü tercih ettiniz?
Yazdığım öyküleri bir bir dergilere göndermeye başladım. Notos, Kitap-lık, Varlık, Öykü Gazetesi, Lacivert, Edebiyatist, E-Dergi gibi birçok dergide öykülerim yayımlandı. Farklı konularda yazsam da daha çok kent yaşamının olumsuzlukları, yazma eyleminin dinamikleri, tutsaklık, hapishane temalı öykülerimden on iki tanesini seçip bir dosya oluşturdum. Başlangıçta adını kendi ruh halimi yansıtacak bir isim olarak düşünmüştüm ama sonra editoryal süreçte kitabın ruh halini daha iyi yansıtacak olan “Tutsaklığın Üç Hali” olarak değiştirdik, iyi de oldu.
5- Kitap yayımlamak oldukça meşakkatli bir iş. Dosyanız okunmayabilir, okunsa bile uzun süre bekletilebilir, bekletilse bile birçok etmenden dolayı yayımlanamayabilir. Bütün bu durumlar gözünüzü korkuttu mu?
Sürecin zorluğunu ön görmekteydim. Zaten normalde de çok zor olan ilk kitap yayımlatma süreci, yayınevlerinin büyük bir ekonomik krizin tam ortasında olduğu bu yıllarda iki kat zorlaşmıştı. Edebiyat tarihi onlarca çok büyük yazarın daha sonra dünya klasiklerine girecek ve milyonlarca nüsha basılacak olan ilk kitaplarını ne kadar zor yayımlattıkları ile ilgili hikâyelerle doludur. Çoğu yayınevinin gerek yoğunluk nedeniyle gerekse de ilk kitapla alınacak mali riski göze alamamaları sebebiyle cevap vermemeyi bırakın, dosyaların çoğunu okumadığını biliyorum. Bütün bunların farkındaydım ve bu nedenle sürece romantik değil gerçekçi yaklaştım. Büyükçe bir yayınevinin editörü telefondan dosyamı reddetme haberini verirken şu veciz ifadeyi kullanmıştı; “Ahmet Bey maalesef, bu ekonomik kriz ortamında eğer Orhan Pamuk değilseniz artık kitap yayımlatmak, hele ki ilk kitabı bastırmak artık imkânsız bir şey,” demişti. Ama beni yıldıramamıştı.
6- Çok fazla yayınevi var. Yayınevini belirlerken nelere dikkat ettiniz? Hedefinizde bir yayınevi var mıydı?
Söylediğim gibi hayalperest, alıngan ve kırılgan değildim. Bu tür duygu durumlarını yaşayacak yaşları epeyce bir geride bıraktım. Elbette öncelikle ülkenin en önde gelen birkaç yayınevine dosyamı gönderdim, şansımı denemek istedim. Bir tanesi hariç ret cevabı bile alamadım. Klaros Yayınları’nın ilk kitap yayımlama konusundaki cesaretini, gözü karalığını duymuştum. Dosyamı Klaros’a gönderdikten kısa bir süre sonra öykü kitabım “Tutsaklığın Üç Hali”nin yayımlanmak üzere kabul edildiği söylendi. Klaros Yayınları Genel Yayın Yönetmeni sevgili Lokman Kurucu’nun ilgisi ve desteğiyle süreç çok hızlı bir şekilde gelişti ve kitabım ağustos ayında çıkmış oldu.
7- Öykü yazmaya yeni başlayanlar için önerileriniz nelerdir? Yola çıkmadan önce çantalarına neler koymalarını isterdiniz?
Cevabım klasik gelecektir belki; inanın ki kendimi yazmaya yeni başlayanlara önerilerde bulunacak konumda görmüyorum. Zaten yazma işinin de tıpkı bir bebeğin yürümeyi, konuşmayı öğrenme süreçlerinde olduğu gibi tavsiyelerle öğrenilebilir bir şey olmadığına inanıyorum. Günü gelince bebeğin dili çözülür ve konuşur, bacaklarına bir güç gelir ve yürür gider. Ancak sadece zaten yürüyen, zaten konuşan bir çocuğa yaptıkları hatalarını düzeltmesi konusunda tavsiyeler verilebilir. O tavsiyeleri de çok iyi yürüyen ve konuşanların vermesi daha uygundur. Henüz yalpalayarak yürüyen, kısa kısa konuşan biri olarak benim yazmaya yeni başlayanlara önerebilecek bir şeyim yok inanın. Öykü yazmaya yeni başlayanlar Hemingway’in, Salinger’in, Çehov’un, Joyce’un önerilerine kulak versinler.
Beni “İshak İlk Kitap Soruşturmasına” davet edip ilk kitabımdan ve yazma süreçlerimden bahsetme fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederim.
Comments