top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

İshak İlk Kitap Soruşturması: Gülçin Akçay

1- Öykü yazmaya ne zaman, nasıl başladınız?

Hayatımın her safhasında yazdım ben. İlkokul birinci sınıfta tuttuğum şiir defteri ergenlik fırtınalarından nasılsa kurtarmış kendini, hâlâ duruyor. Neden, nasıl başladım bilmiyorum ama bir çeşit içgüdüyle yazıya sığındığımı sanıyorum. Özellikle aidiyet konusunda kafası karışık bir çocuktum. Defterler bana bir çivi çakıp sabitlenme imkânı tanımış olmalı. Kendimce, bilmeden yazıyordum işte. Hatta şiirlerim birkaç dergide yayımlandı. Ama öykü yazmaya Kaçak Yayın dergisinin yaratıcı yazarlık atölyesinde başladım. Adnan Özer asansörde geçen bir kısa öykü istemişti. Konuyu duyar duymaz cam fanusta salınan bir kırmızı balık görüntüsü dolanmaya başladı kafamın içinde. Ne alakası var? Peşine düşünce taşlar yerine oturdu. Hem balıklı hem asansörlü bir öykü çıktı ortaya. Adı da “Nazlı, Kırmızı ve Etli”ydi.

2- Öykü türünü seçmede özel bir nedeniniz var mı? Öykü yazmanın kolay olduğunu düşünüyor musunuz?

Roman Sanatı kitabında E.M Forster aşağı yukarı şöyle bir şey söylüyor: “Evet, maalesef bir hikâye anlatmak zorundayız.” Burada iki cümle var aslında: Bir, kurmacayı bir hikâye üzerine örmek mecburiyetindeyiz (ne yazık ki); iki, kurmaca aslında hikâyenin ötesine geçer. Klasik haliyle roman hikâyeye daha bağlı, hikâyeyi ön planda tutan bir tür. Öykü de mutlaka bir hikâye anlatmalı, yani karakter ya da tip dediğimiz birileri, belli zaman aralığında bir şeyler yaşamalı ve neticede başladıkları noktadan farklı bir şekil almalı herkes, her şey. Ama sanki öykünün hikâyeye bağımlılığı romana göre daha az. Öykünün derdi o olay örgüsü ya da hikâye değil. Öykü bana göre, hayatın içindeki bir durumu, bir duyguyu, bir anı tıpkı yavrusunu ensesinden tutan bir anne kedi gibi tutup yakalayarak ışıltılı ve biricik anlar yaratma konusunda romana göre daha fazla olanağa sahip. O ensesinden tutup yakalama anları öyle bir parlar ki öyküde, kalbimiz daha farklı atar, belirgin bir tatmin duyarız. Her şeyin de net cevabı yok ama sanırım bunun için öykü seviyorum, okuyorum, yazıyorum. Ve hayır, öykü yazmanın kolay olduğunu düşünmüyorum.

Kendime bir kısıtlama da getirmiyorum elbette, günün birinde roman yazmayı düşünürsem muhtemelen kuzey edebiyatına bakarım, onları çalışırım. Çünkü Kuzey Avrupa yazarları büyücü gibi, öykünün suyuyla romanın suyunu çalkalayıp karıştırmayı, iki türü birbirine yaklaştırmayı çok iyi beceriyorlar. Roman okuyup öykü lezzeti alabiliyorsunuz çoğu pasajda. Roman yazacak olursam işe onları okumakla başlarım.


3- İlk öykünüzün yayımlanma macerasını anlatır mısınız? Yayımlandığını gördüğünüzde neler hissetmiştiniz?

Bahsettiğim ilk öykümü sevgili hocam Adnan Özer sevdi. Bir gün beni odasına çağırdı ve dergide yayımlamak istediğini söyledi. Büyük bir şair var karşınızda. Öyle sandalyeden fırlayıp havalara zıplayamıyorsunuz. Odadayken sakin kalmak için elimden geleni yaptım ama günün devamında ayaklarım yere basmadı. Dergide basılı halini de bin kere falan okumuşumdur herhalde. Müthiş bir duygu.

4- Öykülerinizden dosya oluşturma fikri nasıl oluştu? Dosyanızı oluştururken nelere dikkat ettiniz? Belirli bir tema üstünden mi ilerlediniz yoksa farklı temaların oluşturduğu bir bütünü mü tercih ettiniz?

Ayrı ayrı yazdım öyküleri, tema yoktu. Ama etrafında döndüğüm bir mesele vardı. Esasında edebiyatın temel konusu bu, benim keşfettiğim bir şey değil tabii: Gerçeklik denen şeyle, yani etten kemikten tozdan havadan oluşan yaşadığımız dünyanın gerçekliğiyle iç gerçekliğimiz arasındaki, bana her zaman şaşkınlık veren fark üzerinde gezindi düşüncelerim. Yaşadığımız bir dünya var, farklı ortamlarda takındığımız farklı roller var, birbirimize yüksek sesle söylediğimiz sözcükler var, çalıştığımız işler, okuduğumuz okullar var. Ama günün sonunda birinin bir bakışı, dokunuşu, şefkat ve hoşgörüyle parlayan gülüşü, düşük bir omuzdaki, eğreti oturuştaki güvensizlik, bir mimikteki küçümsemenin sezgisi, hatta önceki gece gördüğümüz bir rüya belirliyor duygu dünyamızı. Somut olaylarla ve insanlarla örülü üst yaşamın altında dip dalgası gibi akıp giden ikinci bir derin hayatı yaşıyoruz. Hepimiz o ufak işaretlerin ne anlama geldiğini biliyoruz ama kimse bundan bahsetmiyor. Ben bunu yazmak istedim.


5- Kitap yayımlamak oldukça meşakkatli bir iş. Dosyanız okunmayabilir, okunsa bile uzun süre bekletilebilir, bekletilse bile birçok etmenden dolayı yayımlanamayabilir. Bütün bu durumlar gözünüzü korkuttu mu?

Son dakikaya kadar o aşamayı düşünmek istemedim, çünkü gerçekten işin en tatsız yanı. Ama mecburuz, yazıp yazıp dolaba kaldıracak olduktan sonra neden bu kadar hikâye uyduralım, belli ki okunsun istiyoruz. Hele benim dosya hepten kötü bir döneme denk geldi, böyle bir kriz ortamında kim öykü yayımlar dedim. Çok şükür ki Don Quijote’ler tükenmiyor hayatta, dosyaya inandılar, sevdiler ve yayımladılar.


6- Çok fazla yayınevi var. Yayınevini belirlerken nelere dikkat ettiniz? Hedefinizde bir yayınevi var mıydı?

Öykü kitabı yayımlayan ve dosya kabul eden birkaç yayınevine gönderdim. Samimiyetle söylüyorum, daha önceki tecrübeme dayanarak kimse okumasa bile Remzi Kitabevi editörleri okur dedim, öyle de oldu.

7- Öykü yazmaya yeni başlayanlar için önerileriniz nelerdir? Yola çıkmadan önce çantalarına neler koymalarını isterdiniz?

Öneri demeyelim de, şimdiye kadarki deneyimlerimden ne anladım, onu söyleyebilirim. Yazmak isteyen biri okumayı zaten seviyor olmalı. Okurken yazarların neyi nasıl yaptıklarına dikkat ederek, okumanın saf sevgisini bozmadan, bu yöntemleri araştırarak okumak gerek. Zamanı nasıl ilerletmiş ya da atlatmış? Karakter hakkında bir fikir edindim, bu fikri bana hangi cümleler verdi? Öyküde havanın soğuk/sıcak olmasının ne gibi bir anlamı olabilir? Adamın kolunda neden büyük bir saat vardı ve sık sık o saate döndük? Bunun gibi sorularla okumaktan bahsediyorum. İmkân varsa atölyeler hem öğrenmek hem ringde kalmak adına faydalı oluyor. Yoksa da, kurmaca üzerine, yazma teknikleri üzerine kitaplar var. Günlük hayat tuzaklarla, ayartıcılarla dolu, etrafta okuyan yazan dostların olması iyidir, sizi kendinize geri döndürürler. Sonra hepsini bir kenara koyup sadece size ait olan iç sesi duymalı, kendi kameranızın açısını küçümsemeden kabullenmelisiniz. Çünkü sadece size ait cümleler sizin sesinizi çıkarabilirler.

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


bottom of page