top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

İshak İlk Kitap Soruşturması- Lokman Baybars

1- Öykü yazmaya ne zaman, nasıl başladınız?

Bilmiyorum. Hatırladığım tek şey, her gün bir şeyler yazdığım. Yazmak zorunda hissetmiyordum. Hiçbir zaman da hissetmedim. Bir şeyi nasıl anlatırım kaygısından başka bir düşüncem olmadı. En iyi anlatma biçimi şiirdir. Oysa en zoru da odur. Kolaya kaçmak için hep öykü yazdım.

2- Öykü türünü seçmede özel bir nedeniniz var mı? Öykü yazmanın kolay olduğunu düşünüyor musunuz?

Şair değilim fakat her roman ya da öykü yazarı biraz şairdir. Şiir yazmak için harcanan zaman ve emekle çok daha fazla öykü yazabilirim. Şiir olarak başladığım, sonunda düz metine dönüşen çok öyküm oldu. Mesela Şüpheli Diri Ogilvy Gerçekten Yaşadı mı? tipik bir şiir denemesidir.

Öykü türüne haksızlık da etmek istemiyorum. İnsanların inanacağı kadar gerçekçi şeyler yazmak için öykü ve roman yazıyorum. Oradaymışım gibi, başımdan geçmiş gibi... Böylelikle öykülerim her türlü üretilmiş gerçekliğin ötesine geçerek okuyucunun yaşantısına dahil olmaya ve hafızasının bir parçası hâline gelmeye başladığında... Neden öykü türünü seçtiğimi çok daha iyi anlıyorum.

Bir insanın geleceğine sızabilirsiniz. Bunu herkes yapabilir, özellikle siyasetçi veya eğitimci iseniz bu daha da kolaydır. Bir yazar, okurunun geçmişine sızar. Bir öykü, bir roman satırı... Anısal belleği tetiklediğinde yazar okurunun kafasında bir düşünceyi, bir duyguyu enfekte eder. İyileşmiş bir yarayı tekrar kanatır. Okur etkilenir. Bunu öykü, şiir kadar olmasa da başarır. Sanat bir hastalandırma biçimidir.

Sahne sanatlarıyla ilgileniyorum. Bir ekiple bir iş meydana getiriyoruz. Dönüp işe bakıyorum bunun neresindeyim ben? İç bulandırıcı cevaplar işte! Öykü, şiir... böyle mi? Öykü yazarken salt bir yalnızlık var. Orada tekim, öykünün her yerinde ben varım. Sadece benim kavrayışım, benim disiplinim var, sadece benim zekâm ve yeteneğim... Ben orada tanrıyım. Bedel ödeyen bir tanrı. Ölecek.

Öykü için özel bir neden var. Çocukluğum ihtiyar yörükler içinde geçti. Onlar kadar güzel masal anlatana, mani okuyana rastlamadım. İnsanın kaderi çocukluğunda duyduklarına bağlıdır.

Çok şey bilmek zorundayız. Bilinçli olmayan bir öğrenme biçimine sahip olmak zorundayız. Emek vererek öğrenilmiş her şey ancak akademik düzeyde kalır. Bu nedenle üniversitelerden yazar çıkmaz, şair çıkmaz, sanatçı çıkmaz... Üniversitelerden bir bok çıkmaz çünkü bilinçli, öğrenme düzeyinde kalanlar cemaatidir orası. İki yüz üniversite bir araya gelse bir Neşet Ertaş’ı, bir Aşık Veysel’i çıkaramazlar fakat Neşet Ertaş’ın oğullarından daha fazla Neşet Ertaş’la ilgili bilgiye sahip onlarca hocayı bulursunuz oralarda.

Neyse... Bu bilinçsizce öğrenme biçiminin bedelini fena hâlde ödüyorum. Bir öykü uyduruyorsam, öykünün gerçekliği aktüel hayatıma uygunluk göstermeli, sürekli matematik ve geometri çözüyorum. Ölçümlenebilir, denetlenebilir bir öykü tarzı... Fakat mekân ve zaman dışı öykü yazmak için tek beslenme yerim geometri... Korkunç bir uyum buluyorum geometri ile yaşamım arasında. Anlamadığım bir uyum. Sakız Adası Hipokrat'ı benim öykülerime ne gibi bir katkısı olabilir? Bilmiyorum, bu geometri ders kitabını okumaya başladığımda oturup öykü yazıyorum. Bir arkadaş Mustafa Kutlu’nun bir öykü kitabını göndermişti, ilk cümlesini okuyunca... Asla neyi, kimi, neleri okumayacağıma karar verdim. O gün Mozi’yi okuyordum ya da pek de hatırlamıyorum Atinalı Theaetetus’un ölçülemez nicelikler teorisiyle kendimi hastalandırıyordum.

İbn Said el-Cevheri’yi bana öykü konusunda ne öğretmiş olabilir ki?.. Bağdatlı bir geometrici kendisi. Bilmiyorum. Bilinçli bir şey değil öykü ile ilgili bilgilerim... Şöyle diyebilirim; öyküye hazırlık zor, yazmak kolay. Bilinç düzeyine sadece gündelik hayatta dönüyorum. Kırmızı ışıkta dururum, yeşilde geçerim.

 

3- İlk öykünüzün yayımlanma macerasını anlatır mısınız? Yayımlandığını gördüğünüzde neler hissetmiştiniz?

Yirmi iki yaşımdaydım. Babam evden kovmadan birkaç gün evvel “La” ve “Sıfır” üzerine bir öykü yazmıştım. Şehir dışında bir iş bulmuştum. Otobüs yolculuğunda arkadaş aradı, dergide yazımı görmüş, sevinçle ve heyecanla bahsetmişti. Umursamadım çünkü param yoktu. Hiçbir şey hissetmedim. Sadece annemin okumasından korktum.

4- Öykülerinizden dosya oluşturma fikri nasıl oluştu? Dosyanızı oluştururken nelere dikkat ettiniz? Belirli bir tema üstünden mi ilerlediniz yoksa farklı temaların oluşturduğu bir bütünü mü tercih ettiniz?

Böyle bir derdim olmadı. Buna editörüm karar verir.

Belirli bir tema... Geometri ve ölüm. Ben her sabah, öleceğim bir güne gözlerimi açarım. Sonra kalkar, gün içinde her şeyi ölçerim. Ölçmeyi kestiğim tek yer namaz. Orada ölçüsüz, yüzeysiz ve anlamsız bir şeyin karşısında durduğumu hissederim... Ürperirim. Geriye kalan vakitler içinde daima kafamda bir tema ile umursamadan yaşarım. Öykülerim de böyle aktüel hayatım gibidir. Ölçü, sayılar ve ölüm. Nietzsche'nin Saati’ndeki öyküler bir tema dahilinde akmaktadır. Sayılar, olasılıklar, geometri ve intihar...

 

5- Kitap yayımlamak oldukça meşakkatli bir iş. Dosyanız okunmayabilir, okunsa bile uzun süre bekletilebilir, bekletilse bile birçok etmenden dolayı yayımlanamayabilir. Bütün bu durumlar gözünüzü korkuttu mu?

Hayır. Bunlar editörlerimin korkusu.

 

6- Çok fazla yayınevi var. Yayınevini belirlerken nelere dikkat ettiniz? Hedefinizde bir yayınevi var mıydı?

Bunlarla hiç meşgul olmadım.

 

7- Öykü yazmaya yeni başlayanlar için önerileriniz nelerdir? Öykü yazmaya yeni başlayanlar için yola çıkmadan önce çantalarına neler koymalarını isterdiniz?

Analitik zekâlarını geliştirsinler. Sonra da mutsuz olmayı öğrensinler.

Mutsuz çocukluklarını.

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page