top of page

İshak İlk Kitap Soruşturması- Halil İbrahim Özbay

  • Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyat
    İshakEdebiyat
  • 11 Şub
  • 5 dakikada okunur

1- Öykü yazmaya ne zaman, nasıl başladınız?

Çok erken yaşlarda. O kadar erken yaşlarda ki okuduğum ilk kitaplardan etkilenerek Seksen Günde Devri Âlemlerin, Gülliver’in Gezileri’nin kötü taklitlerini kısacık öyküler şeklinde yazmaya cüret etmiş, sonra da bunları kardeşlerime zorla okutmuştum. Ciddi anlamda ilk öykülerimi, üniversitede edebiyat okuduğum yıllarda kaleme aldım. Neyse ki bunları kimseye zorla okutmaya kalkmadım bu kez. Çünkü o yıllarda gerçek anlamda öykü yazarlarını, Sait Faikleri, Vüsat O. Benerleri, Füruzanları, Çehovları, Maupassantları okudukça yazdıklarımı beğenmemeye başladım ve uzunca bir süre yazmak yerine okumaya adadım kendimi. İyi ki de böyle yapmışım. Yalnızca başkalarının yazdıklarını değil, kendi yazdıklarımı da sıkı bir eleştirinin süzgecinden geçirdim böylece. Yazmak konusunda daha da titizlendim ki her sanat dalında olduğu gibi edebi üretim de bunu önceleyen, bunu gerektiren sıkı bir mesaidir. Ciddi ve saygın bir uğraştır. Çünkü insanların zamanını alıyorsunuz. Zaman kutsaldır. Zaman hayattır. 

2- Öykü türünü seçmede özel bir nedeniniz var mı? Öykü yazmanın kolay olduğunu düşünüyor musunuz?

 Türü, yazan insanların tercih ettiğini düşünmüyorum ben. En azından kendi adıma konuşacak olursam, kafamın içinde yazıya dökülmek için çağlayan şeyin kendisi belirliyor yazı formunu bende. Bunların bazıları, “Ben bir şiir olmalıyım,” diyor, bazıları, “öykü.” Her iki türde de ürünler vermiş biri olarak bende böyle gelişiyor en azından. Öykü yazmaya oturduğumda masadan bir şiirle kalktığım çok olmuştur. Ya da kafamın içinde dönüp duranlardan şiir yazmaya kalktığımda kendimi bir öykünün içinde bulduğum… O yüzden ben, yalnızca öykü yazacağım, diye düşünmedim hiçbir zaman. Ya da yalnızca şiir yazacağım diye. Söylediğim gibi aklımı meşgul eden, kendini yazmam için dayatan şeyler zaten bir formla dolanıyor kafamın içinde günlerce. Uzun zamandan beri yazan biri olarak bu beceriyi -ya da eskilerin deyimiyle- bu melekeyi zamanla ediniyor insan. Elbette sonsuz edebiyat âleminde yalnızca öykü ya da şiir yazanlar da var. Yalnızca tek türde yazmayı tercih edenler. Onların bu ısrarının da kendilerince geçerli bir nedeni mutlaka vardır.    

 

3- İlk öykünüzün yayımlanma macerasını anlatır mısınız? Yayımlandığını gördüğünüzde neler hissetmiştiniz?

 İyi bir yazar ve şair; aynı zamanda değerli dostum olan Ercan Y. Yılmaz, bir öykü istemişti benden, çıkaracağı ilk öykü dergisi için neredeyse yirmi yıl önce. O güne kadar yalnızca şiirleri yayımlanmış biriydim. Belki de o alanda görünür olmak için dergilere şiir gönderiyordum yalnızca. Şiir dosyam da çok değerli bir ödül almış ve kitaplaşmıştı. Bu yarışma sayesinde tanışıp dost olduğum Ercan Y. Yılmaz, öykü de yazdığımı bildiği için ilk öykü dergisi projesinden bahsetti bana bir gün. Oğlan Bizim Kız Bizim gibi ismi zaten bir hikâye vadeden bu dergide yayımlandı ilk öyküm. Neler mi hissettim? Öykümü okuyan başta Ercan Y. Yılmaz ve diğer arkadaşlarımın beğenisi, en az şiirlerim kadar öykülerimin de artık gün yüzüne çıkmaları gerektiği konusunda bir sorumluluk yüklemişti omzuma. Evet, buydu. Bir ödev, bir sorumluluktu daha çok hissettiğim şey.   

 

4- Öykülerinizden dosya oluşturma fikri nasıl oluştu? Dosyanızı oluştururken nelere dikkat ettiniz? Belirli bir tema üstünden mi ilerlediniz yoksa farklı temaların oluşturduğu bir bütünü mü tercih ettiniz?

Bir dosyalık öykü biriktirdim, haydi bunu bir yayınevine göndereyim fikrini yanlış bulanlardanım çünkü hiçbir dosya -buna edebiyat dışı adli dosyalar bile dahildir- birbiriyle ilgisiz sayfalardan oluşmaz bir kere. Adı üzerinde dosya. Kökeni Fransızca dossier olan ve bir muameleye ait evrakın tümü anlamına gelen bu sözcüğün hakkını da vermek gerekir elbette bir kitap ortaya çıkarmaya çalışırken. Sözcüğün anlamındaki o muamele neleri içermesi gerekiyorsa o sorunla, o dertle ilgili öyküler bulunmalı edebi bir dosyada da. Bu bir şiir dosyası ya da öykü dosyası olur, fark etmez. Bir kitap bütünlüğü için olmazsa olmaz bu önemli kıstastan habersiz veya bu kıstası önemsemeyen yazar adaylarından ne çok kitap okuyoruz maalesef. Geçmiş Devam Ediyor adlı öykü dosyamı oluştururken bir kitap bütünlüğünde anlatmak istediğim bir derdi, bir temayı ilmek ilmek işleyen öyküleri bu bilinç ve düşünceyle kaleme aldım ben de. Ayrı yataklardan akan ama aynı denize dökülen nehir öyküler yazarak bir dosya oluşturdum. Geçmiş Devam Ediyor adlı ilk öykü kitabımı okuyan birçok insandan, bu yapıtta bir roman tadı aldıklarını sıkça işittim. Ki bu da dosyamın amacına ulaştığı konusunda içimi rahatlattı.

 

5- Kitap yayımlamak oldukça meşakkatli bir iş! Dosyanız okunmayabilir, okunsa bile uzun süre bekletilebilir, bekletilse bile birçok etmenden dolayı yayımlanamayabilir. Bütün bu durumlar gözünüzü korkuttu mu?

Bu konuda, kitap gibi edebi bir amacı işaret etmekten ziyade, çok daha varoluşsal, çok daha Shopenhauer’vari dürtüsel bir tespiti vurgulamak isterim kendi adıma. İnsanı, bir şey yapmaya iten hiçbir şey ilk başta çok da net, çok da büyük bir amacı içermez bence. Yazmak, kendimi bildim bileli çok güçlü bir dürtü, bir istenç oldu içimde. Bunu bir amaç belirlemeden yerine getirdim ilk başlarda. Sesini içinden dışarı çıkarmak, bağırmak istenci gibi bir şeydi bu. Sesinin güzel mi çirkin mi olduğunu düşünmeden. Önemli olan içindekini dışarı çıkarmak. Aksi hâlde sesi bile yük gelir insana. Bir süre sonra da o yükle dolaşmak rahatsız eder. Sait Faik, Yazmasam deli olacaktım, diye dile getirir bunu, başkaları daha farklı bir şekilde. Elbette yazdıklarımın Sait Faik’inkiler değerinde olduğunu iddia etmiyorum ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki yalnızca ben değil, ısrarla yazmaya çalışanların çoğunda Sait Faik’in dile getirdiği bir rahatlama, bir iyi olma arzusu vardır ilk başta. Yazdıklarının nitelikli olduğuna önce kendinin inanmaya başlamanla, sonra da başkalarını buna ikna etmeyi başardığında da artık bunları yayımlama fikri oluşur ki dediğim gibi bu süreç çok meşakkatlidir ve oldukça zaman alır. En baştan bu yana, dersine sıkı çalışan bir edebiyat öğrencisi olduğuma inandığım için -ülkenin konjonktürel durumundan, kültürel ve ekonomik arızalarından, edebiyat dünyasındaki ahbap çavuş ilişkilerinden dolayı geçici endişelere kapılmış olsam da- yazdıklarımı yayımlama konusunda büyük korkularım olmadı. İyi eser, yazılır yerini; su akar yatağını bulur.  

6- Çok fazla yayınevi var. Yayınevini belirlerken nelere dikkat ettiniz? Hedefinizde bir yayınevi var mıydı?

Daha önce şiir kitapları yayımlanmış biri olarak şunu belirtmek isterim ki öykü dosyamı göndereceğim yayınevinin öncelikle öyküyü öncelemesini önemsedim. Daha çok şiir kitaplarıyla öne çıkan birkaç yayınevi, kitaplaştırmak için benden öykü dosyamı istemesine rağmen, çoğunu okuyup beğendiğim iyi öykü kitapları çıkarmış olan Metinlerarası Kitap’ı tercih ettim. Ki burada dosyama inanan, zor piyasa koşullarına rağmen yayıncılıkta Don Kişot gibi mücadele eden, iyi bir yayıncı olmanın ötesinde iyi bir insan olan değerli editörüm -aynı zamanda yayınevinin sahibi- Mahmut Yıldırım’la çok güzel ve uyumlu bir kitap yolculuğumuz oldu.

 

7- Öykü yazmaya yeni başlayanlar için önerileriniz nelerdir? Yola çıkmadan önce çantalarına neler koymalarını isterdiniz?

Gözlerini korkutmak istemem ama çanta yetmez buna. Edebiyat uzun bir yolculuksa eğer -ki öyle olduğu konusunda herkes hemfikir- gemilerinin bordasında bulundurmaları gereken ağır ve hayati şeyler var. Onlara ilk önerim, yalnızca bol güneşli, yakamozlu değil, fırtınalı geçecek bu yolculuğa sonuna kadar sadık kalacaklarına dair sabır, aşk ve arzuyu yüreklerinde eksiksiz hissetmeleri; bin okuyup bir yazmaları -ki iyi yazmak bir simyaysa eğer, sihirli formül budur- ve okuduklarını teknik ve anlamsal derinlik açıdan incelikli bir eleştiriden geçirmeleri. Son olarak benim değil de Sylvia Plath’in önerisini salık veririm öykü yazmak isteyenlere. Şöyle diyor Plath: “Her öyküyü yayımlatmak için değil, daha iyi bir yazar olmak ve böylece yayımlanmaya bir adım daha yaklaşmak için yazmalıyım.”

 

Comments


bottom of page