1- Öykü yazmaya ne zaman, nasıl başladınız?
Zamanını hatırlamıyorum ancak kendimi bildim bileli kâğıt kalem elimden hiç düşmezdi. Babamın edebiyat öğretmeni olmasının payı yüksek. Evimizde büyük bir kütüphane vardı ve ben bu dünyanın içinde büyüdüm. Bu benim için büyük bir şanstı. Özellikle babamın hayran olduğu Yahya Kemal ve Tanpınar gibi yazarların kitapları devamlı el altında olurdu. Yahya Kemal’in “Eğil Dağlar” kitabının -zannediyorum seksenler baskısı- bir kapağı vardı, ulu bir dağ resmi. İşte bu dağ resimli kitap kapağına baktığım o an, benim için öykü yazmaya başladığım andır. İlk gençlik yıllarımızda abim devamlı şiir ezberlemeye çalışırdı. “Rindlerin Akşamı” bu günlerin hatırası olarak hâlâ ezberimdedir. Annem, babam, abim sürekli bir şeyler okurduk. Gazete, dergi, kitap hiç fark etmeksizin evimizde yazılı matbuat hiç eksik olmazdı. Bu okumalar bir noktadan sonra benim için yazmaya dönüştü.
2- Öykü türünü seçmede özel bir nedeniniz var mı? Öykü yazmanın kolay olduğunu düşünüyor musunuz?
Sanat bizim insan yönümüzdür. Üretilen hiçbir sanat eserinin hafife alınamayacağını söylememe gerek var mı bilmiyorum. Nasıl ki okumayı basit bir alışkanlık olarak değerlendirme kolaylığına kaçanlar varsa yazmayı da aynı şekilde -hele ki öykü türünde -aynı kolaylığa kaçarak basitliğe indirgeyenleri görebiliyoruz. Sanat eserlerindeki asıl damarı oluşturan yaratıcılığı es geçip yalnız işçiliğine yoğunlaşan değerlendirmeleri çok da dikkate almamak gerektiğini düşünüyorum.
Öykü de şiir gibi damıtılmış bir edebi üründür. Bu nedenle zordur öykü. Roman gibi yeni şanslar tanımaz yazara; her sözcüğün, her cümlenin, her paragrafın altın değerinde olması beklenir. Roman ve şiir türlerinde de çalışmalarım var. Ancak itiraf etmeliyim ki zorlandığım tür öyküdür. Kim bilir belki bundandır öyküye yönelişim.
Başta ifade ettiğim üzere sanat insan yönümüzdür. Oysa çağımızın haz ve hız tutkusu bu yönümüzü örseliyor en çok. Ezberletilmiş bir hayatın akışında ve telaşında kayboluyoruz. Sözümüz ne yazık ki seslerin duvarında sadece gürültüye dönüşüyor. Sadece sözümüzü değil rengimizi de yitiriyoruz her günün akşamında. Eğer hayat; arayış ve buluş maceramızın renkleriyle örülecekse, bir duyuşumuz, bir duruşumuz ve bakışımız olmalı. Öyküde ısrar edişim, bana bu olanağı tanımasıdır diyebilirim.
3- İlk öykünüzün yayımlanma macerasını anlatır mısınız? Yayımlandığını gördüğünüzde neler hissetmiştiniz?
İlk öyküm 2017 yılında “Acemi” dergisinde yayımlandı. Yayımlanınca çok mutlu olmuştum. Devam etmeliyim, daha iyisini yazmalıyım, diye düşündüm. Bu başarı beni kamçılamalıydı. Ancak ilginçtir, uzun bir süre yazamadım. Daha doğrusu yazdıklarımı beğenmedim. Asıl kendime güvenmeye başlamam İshak Edebiyat sayesinde oldu. Özellikle Hakan Sarıpolat’ın olumlu dönütleri, çok kıymetliydi. Metin hakkındaki yorumların yazarı geliştirdiği bir gerçektir. Anlattıklarınızdan bambaşka anlamlar da çıkabiliyor, o zaman anlıyorsunuz ki kafanızda kurduğunuz dünya ile kâğıda aktarılanlar bambaşka.
4- Öykülerinizden dosya oluşturma fikri nasıl oluştu? Dosyanızı oluştururken nelere dikkat ettiniz? Belirli bir tema üstünden mi ilerlediniz yoksa farklı temaların oluşturduğu bir bütünü mü tercih ettiniz?
Beğendiğim öykülerin sayısı artınca kitap halinde görme fikri ortaya çıktı. Yazarken hiç tematik bütünlük gözetmediğim için dosya haline getirirken de bu kaygı yoktu. Öykülerimi dosya haline getirdim ve fikirlerine güvendiğim kişilere okutmaya başladım. Tek başımıza yazıyoruz ama bir noktadan sonra paylaşmamız gerekiyor. Yazıyorum ama oluyor mu? Hatalar var mı? Bir çalışmanın ayaklarının yere basması için nitelikli okurlara ihtiyacı var. Cem Çeboğlu, Selman Dinler, Funda Özsoy Erdoğan, Metin Nart bu süreçte çok yardımcı oldular. Onların olumlu yorumları, destekleri sayesinde motive oldum. Daha çok okura ulaşmak için yayınevlerinin kapılarını çalmaya başladım.
5- Kitap yayımlamak oldukça meşakkatli bir iş. Dosyanız okunmayabilir, okunsa bile uzun süre bekletilebilir, bekletilse bile birçok etmenden dolayı yayımlanamayabilir. Bütün bu durumlar gözünüzü korkuttu mu?
Korkutmadı desem yalan olur. Bunca emekten sonra basılmasaydı itiraf etmeliyim ki beni üzerdi. Çoğu yayınevinin zor ayakta durduğunu tahmin edebiliyorum. İnce eleyip sık dokumaları gerekebilir. Ancak yazarların beklentisi şudur ki olumsuz da olsa açıklayıcı bir dönüş yapılmalı. Yazar başka yayınevleriyle şansını deneyebilir, eksiklerini görmek isteyebilir. Ortada bir emek var, göz ardı edilmemeli. Bir kitabın hazırlanmasında sarf edilen çaba ve süre yazara böyle bir hak tanır diye düşünüyorum. Gönderilen dosyalar bahsettiğiniz gibi çok uzun bekliyor, ister istemez yazarların şevki kırılıyor.
6- Çok fazla yayınevi var. Yayınevini belirlerken nelere dikkat ettiniz? Hedefinizde bir yayınevi var mıydı?
Yeni yazarlara şans veren yayınevlerini listeledim öncelikle. Hedeflerim doğrultusunda hepsiyle görüşmeye çalıştım. Çok fazla yayınevi var gibi görünüyor ama nüfusa oranla yeterli değil. Bu da maalesef okuma oranının düşük olduğunu gösteriyor. Epona gözüme kestirdiğim bir yerdi. Tabii onların da aynı şeyi düşünmesi gerekiyor. Epona’nın çalışmalarını beğeniyordum. Yayınevinin kurucusu Sedat Demir’le yüz yüze görüşme imkanım oldu. Çizgilerinin bana uzak olduğunu düşünüyordum. Bu dosyayı değerlendirmeye alacaklarını pek tahmin etmemiştim. Ama Sedat Bey, beni yanılttı. Zaten kaç yayınevi yeni yazarlara şans veriyor ki? Yazar, çok satmayı elbette ister ama pratikte pek mümkün olmuyor. Yayınevleri ticari kaygılar gütmek zorunda, anlıyorum ama bu kaygı edebiyatın, estetiğin önüne geçmemeli.
7- Öykü yazmaya yeni başlayanlar için önerileriniz nelerdir? Yola çıkmadan önce çantalarına neler koymalarını isterdiniz?
Okumanın ve sürekli yazmanın dışında hayatı bizzat tecrübe etmek. Ben yaşanmışlıkların iyi bir rehber olduğunu düşünüyorum. Evde yazanlardan değilim, genellikle dışarda yazıyorum. Ne kadar okur ve yaşarsak o kadar iyi anlatabiliriz, yazarların hatıratlarından çıkardığım en net sonuçlardan biri budur. Bence bugün klasik diye okunan yazarlar, inanılmaz sosyal insanlar. Teknoloji, sosyal medya bizi ister istemez bazı noktalara getirdi. Bunlar göz ardı edilemez, yokmuş gibi yaşanamaz. Edebiyat, bunlarla ister istemez besleniyor. Temas ettiklerimizin sayısını arttırmalıyız. Sonuç olarak hepimiz kendi hikâyemizi yaşıyoruz, hikâyeyi hatırlıyoruz.
Comments