1- Öykü yazmaya ne zaman, nasıl başladınız?
İlk öyküm, üst kurmaca yöntemiyle tüm kurmaca metinlere atıfta bulunan, kitaba adını veren “Akaşa’nın Doğumu” dur. Taslağı, katılmış olduğum bir yaratıcı yazarlık atölyesinde yazdım. Gerçek ile kurmaca arasındaki bağlantıyı sorunsallaştıran, ortaya çıkan metnin kurmaca olduğuna okurun dikkatini çeken deneysel bir anlatıdır “Akaşa’nın Doğumu”.
Yazı, benim hayata bakışım, yaşama biçimimdir. Profesyonel bir yola girmeye karar verdiğim 2018 yılına kadar pek az insan bu tutkumdan haberdardı. Kendimle, hayat ve ölümle yüzleştiğim an, yazdıklarımı paylaşmaya karar verdim. Yazdığım her satır, ruhumdan doğsa da beni değil, insanı ve hayatı anlatsın istedim. Yarına kalmak, özgürce ruhumu sağaltmak, ölüme meydan okumak, başka hayatlar yaşayarak öz benliğimi bulmak benim tüm derdimdi. Ben kimdim, ne istiyordum, daha başka bir ben olabilir miydim? Peki ya yazdıklarımı okutacak kadar yetenekli miydim acaba? Bu soruların cevabını bilmiyordum. Bildiğim tek şey, yazarak düşündüğümdü; düşünmekse benim için tam bir varoluş sorunsalıydı. Yazmaya ilk şiirle başladım. Eve gelen misafirlere şiirlerimi, okulda denediğim kompozisyonları, Montaigne’den özendiğim denemeleri okutmaya can atardım. Sonra kendi kendime yazdığım kimseyle paylaşmadığım roman denemelerim oldu.
Öykü ve roman tam bir yaratıcı yazma eylemidir. Yazar, bu çabasında özgünlüğü yakaladığında tuhaf bir şekilde edebiyata ulaşmış oluyor. Benim ulaşmak istediğim cennet işte orası.
2- Öykü türünü seçmede özel bir nedeniniz var mı? Öykü yazmanın kolay olduğunu düşünüyor musunuz?
Ben öyküyle değil, şiir, kompozisyon, deneme ve romanla başladım yazmaya. İstanbul Üniversitesi İşletme mezunuyum. Yüksek bir edebiyat eğitimim yok. Dolayısıyla atölyelerden destek aldım. Yazdıklarımı paylaşmaya karar verdiğim yıllarda öykü atölyeleriyle karşılaştım. Böylece yolculuğum beni öyküye yöneltti. Öykü yazmanın, yaratıcılığımı kışkırttığını fark ettim. Her yaratıcı öykü kurgusu, farkındalığımı arttırıyor, anılarımda ya da rüyalarımda puslanan imgeleri hatırlamamı sağlıyordu. Bu inanılmaz, mucize gibi bir duygu. Sanki zihnimin egemenliğini ele geçiriyordum. Tabi ki her yaratıcı eylem gibi öykü yazmak da hiç kolay değil. Zor bir süreç… “Akaşa’nın Doğumu” adlı öykümde anlattığım da işte bu sancılı süreç. Yazarın yaşadığı iç çatışma. Öyle bir çatışma ki tek tarafla değil, katmanlı, karışık bir deneyim :Yazar ile karakterler arasında geçen çatışma; editörle yazar ve karakter arasında geçen; yazar, karakter, mekân ve hayat arasında geçen… Yazdığınız metinde ne kadar çok çatışma olursa derinlik o kadar fazla olur. Yazarın yarattığı bu tarz, bol çatışmalı, deneysel kurgular, insan zekasının başardığı çok çetrefilli bir süreçtir. Bu yüzden roman, öyküden veya öykü romandan daha zor demek, her iki yaratıcı eylem için de haksızlık olur. Bana göre buradaki temel fark, yazarın kafasında yarattığı hikâyeyi anlatırken hissettiği enerji. Öykü, kısa ama tutkulu bir enerjiyle, bir patlama anında ortaya çıkıveriyor gibi. Roman ise daha büyük bir enerji talep ediyor yazarından; sadık, uzun soluklu yine de tutkulu bir enerji. Tüm bunlara rağmen öyküyü, edebiyatın tüm biçemlerini, yazarın dili kullanmadaki ustalığını, Türkçe’nin marifetini, kısa bir anlatıda sergilemesi açısından çok değerli buluyorum. Roman için bir masaya oturmak, sonunu getirebilmek ise çok büyük bir disiplin ve yetenek işi. Her iki tür de yazardan esnek, gelişen, sürekli çabayla parlayan yaratıcı, özgün bir dil ister. Bu çabayı vermeyi göze alan her yetenek, her zekâ eninde sonunda okur tarafından fark edilecektir.
3- İlk öykünüzün yayımlanma macerasını anlatır mısınız? Yayımlandığını gördüğünüzde neler hissetmiştiniz?
İlk öykülerim 2021 Kasım ayında yayımlandı: Patika – Kara Kedi ve Deliler Teknesi’nde – Gülsüm’ü Beklerken. İkisi de Ankara merkezli basılı dergiler. Yazdıklarınızın yayımlanması yazıyı değerli kılıyor. Tarif edemeyeceğim çok özel bir duygu. Sevinçten ağladığımı hatırlıyorum. Her nevroz mutluluğu arar. Sanırım onları yaratmama sebep olan itki, nihayetinde mutluluğa erişmiş gibi bir sevinçti hissettiğim. Öykülerimin iletilerini artık fark edecek okura ulaşmış olmanın o dayanılmaz hafifliği… Edebiyat okuruyla aramızdaki iş birliğinin başladığı tarihtir 2021 Kasım. Dilerim ki bu değerli iş birliği bitimsiz olsun.
4- Öykülerinizden dosya oluşturma fikri nasıl oluştu? Dosyanızı oluştururken nelere dikkat ettiniz? Belirli bir tema üstünden mi ilerlediniz yoksa farklı temaların oluşturduğu bir bütünü mü tercih ettiniz?
Yazdığım ilk öykü, “Akaşa’nın Doğumu” bana göre özel bir öyküydü, deneysel ve yaratıcı. Zehir gibi kanıma karışmıştı, dosya o öyküden sonra kaçınılmaz bir sondu. Onu ortaya çıkarmadan o cehennemden kurtulamayacak gibiydim. Tıpkı hamilelik gibi. Benim iki hamileliğim de çok zor geçmişti. Büyüyen karnım gibi imgeler de zihnimde büyüyor, onları sayfalara dökmem için beni adeta sıkıştırıyordu. Eseriniz ortaya çıktığında nasıl doyumsuz bir sevinç hissediyorsanız, yaratım süreci de bir o kadar acı oluyor. En azından bu benim için böyle. Yazdığım ilk öykü, konu olarak biricik olmasa da bana ait ve anlatımı ‘kendimce’ idi. Akaşa karakteri, dosyayı yaratmam konusunda benimle büyük bir mücadeleye girdi. Öykülerimin ortak bir teması olmasa da dosyadaki tüm öyküler Akaşa’nın kardeşi olarak doğdu. Dolaylı olarak ortaya çıkan yapıta bütünsel olarak tematik bir öykü kitabı diyebiliriz. Kitaptaki her öykü adeta kendi dilini yarattı. Öykülerin karakter, olay örgüsü ve mekânına göre bir dildi ortaya çıkan. Taslakları bir oturuşta yazmış olsam da son hâllerine ulaşmam, uzun çalışma saatlerinden sonra oldu. Öykülerimin her birinde anlatmaktan çok göstermeye çalıştım. Hemen hepsi iyi işlenmiş zengin, özgün bir dille, tekrarlardan arındırılmış, yaratıcı kurgular olmalıydı. Hem yeni bir şey, yeni bir biçem yaratmayacaksak niçin yazalım? Metinlerimin, felsefi, psikolojik, sosyolojik katmanlı olmasına, trajedi içerseler de okurun duygularını sömürmemesine özellikle dikkat ettim.
5- Kitap yayımlamak oldukça meşakkatli bir iş. Dosyanız okunmayabilir, okunsa bile uzun süre bekletilebilir, bekletilse bile birçok etmenden dolayı yayımlanamayabilir. Bütün bu durumlar gözünüzü korkuttu mu?
Şükürler olsun ki cesur, atak, girişken bir yapım var. Kafama koyduğum her şeyi yapmışımdır. Çalışkan, kararlı olmak ve hayallerini her gün imgelemek, bireyi sonuca er ya da geç ulaştırıyor. Artık bilinçaltınız yani üstün zekanız neye inanıyorsa… Yolun kolay olacağına inanırsanız kolaylaşır, zor olacağına inanırsanız zorlaşır. Bilinçaltım, büyük yayınevlerinde dosyamın fark edilemeyeceğine, bir şansım olmadığına inanmıştı bir kere. Bunu dönüştürmem o dönemde çok zordu ve bana zaman kaybettirecekti. Bu yüzden küçük olsa bile edebiyata, dile değer veren yayınevleriyle yola çıkmaya karar verdim. Sevgili Faruk Duman hocam, dosyamı artık yayımlatmam gerektiği konusunda beni yüreklendirdi. Ona her daim minnettar olacağım. Parma Kitap, dosyayı yayımlatmaya karar verdiğim dönemde yeni başlamıştı yayın hayatına. Zeynep Eşin’e dosyamı gönderdim; kendisi gerçekten müthiş çalışkan, hızlı dönüş yapan, yazarına sahip çıkan biridir. Desteği için ona teşekkür ederim. Kitabımı söz verdiği gibi en kısa sürede yayımladı, hemen arkasından ardı ardına imza günleri düzenledi. Kısa sürede Parma Kitap’ın hak ettiği yere geleceğine inanıyorum.
6- Çok fazla yayınevi var. Yayınevini belirlerken nelere dikkat ettiniz? Hedefinizde bir yayınevi var mıydı?
Az evvel belirttiğim gibi daha küçük ama edebiyata değer veren bir yayınevi olmalıydı. Yazarına sahip çıkacak, kolaylıkla ulaşabileceğim bir kadrosu olmasını istedim. Çünkü tanınmamış yazar adaylarının maalesef yayınevi seçmek gibi bir şansı yok. Çok yazar adayı var ve onların arasında fark edilmek, dosyanızın okunması uzun yıllar alabiliyor. Sabırlı olmak, dosyayı tekrar tekrar göndermek, peşini hiç bırakmamak gerekiyor. Benim yaşım 44. Profesyonel yazı hayatım, benim için en uygun olduğum vakitte başladıysa da erken bir yaş olduğu söylenemez. Sabırsızdım, okurla hemen kavuşmak istiyordum ve bunun için daha fazla bekleyemezdim.
7- Öykü yazmaya yeni başlayanlar için önerileriniz nelerdir? Yola çıkmadan önce çantalarına neler koymalarını isterdiniz?
Önce kendilerini tanısınlar. Bunun için en güzel yöntem sıkça yalnız kalmak ve sorular sormaktır. Ayrıca düş gücü, yaratıcı bir yazar için çok önemlidir, düş gücümüzü beslemeliyiz. Kitaplar, seyahatler, ilişkiler ve doğa bunun için harika kaynaklardır. Rüyalarını dikkate alsınlar, rüyalarımız bize bizi anlatır. Bilinçaltı, hem bizim hem insanlığın üstün zekâsıdır. Yaratıcı bir yazarın düş gücünden sonra en önemli kabiliyeti, bu üstün zekâyı yani bilinçaltını tanıma ve kontrol edebilme kabiliyetidir. Yarattığımız kurgu, evrensel özellikler taşıdığı kadar yöresel de olmalıdır. Bunun için kendi doğduğumuz toprakları ve bu coğrafyada yetişen insanı iyi tanımamız, iyi gözlememiz gerekir. Nitekim okurumuzun çoğunluğunu yine bizim insanımız oluşturur. Günümüzde bu önemli nokta, sıkça gözden kaçıyor gibi geliyor bana. İnsan, anlamadığını okur mu ya da hangi insan bilmediği bir hikâyeyi sever? Okur, tanıdığı, bildiği anlatıları sever. Çünkü onları daha içten, daha gerçekçi bulur. Elbette çok okumak ve yazmak gerekliliğini söylememe gerek yok. Bir yazar okumayacaksa neden yazdıklarını paylaşma gereği duyar ki? O zaman onun yazdıklarını da kimse okumayacaktır. Dili takip etsinler; metni kuran temelin dili kullanma becerisi olduğunu bilerek kendi dillerini kurmanın bir yolunu bulmalılar. Yoksa üslup dediğimiz, yalnızca bize ait olan o hazineye ulaşamayız. Üslup, bir yazarı edebiyatta tanımlayan, onu diğerlerinden ayırt eden kimliğidir.
Comments