İyi bir şairden öykü okumanın keyfi bambaşka, bazı kitaplar daha ilk satırdan beni oku der ya hani Serkan Türk’ün kitapları tam da öyle. Bunu söylerken süslü cümlelerden oluşan lirik bir anlatıyı kastetmiyorum elbette. Sözcükleri yan yana dizerkenki o ince edebiyat işçiliğine, özene değinmek istiyorum.
Uyurgezer Bir Gölge, Ausgang isimli romanından hemen önce yayımlanan son öykü kitabı. Yazar, öykücülüğünü çok farklı bir noktaya taşımış bu kitabıyla. Kurgudaki ustalık, dış dünyayı algılamadaki incelik, zamanların hataya düşmeden yan yana kullanılması, anlatıcı dilindeki çeşitlilik ve hepsinden önemlisi okurda bıraktığı o yürek buruntusu yazarın bundan sonraki kitapları için iyi bir referans niteliği taşıyor. Uyurgezer Bir Gölge’yi önceki kitaplarından ayıran özelliklerden biri de toplumsal konulara göndermelerde bulunması. Bir aydın olarak içinde yaşadığı topluma ve çağa ait özellikler taşıyor olması.
Sen diliyle yazılmış Yakına Giden Tren başlıklı bir öyküyle başlıyor kitap. Okuru bir kompartımandan Gobi Çölü’ne Moğolistan’a uzayan bir yolculuğa çıkarıp geri getiriyor, ülke sorunlarıyla hemhal olmuş konuşmalarla devam eden öykü “Kompartımanda siz iki adam kendi içinizdeki çukurda debelenirken tren zamanın raylarında aynı sesleri çıkararak gecenin karanlığına karışıyor,” sözleriyle bitiyor.
Lunapark isimli öykü unutamadıklarımdan, parkta yaşayan yoksul bir aileye duyduğu duygudaşlık sınırlarını aşarak, giysi dolabında uyuyan zengin bir adamın öyküsü. Sevgilisine atıfla “Aklımı yitirdiğimi sanıyor. O karanlıkta yüreğimi bulduğumu bilmiyor. Ben bir bebek gibi beşiğime, dünyanın rahmine dönüyorum oysa” sözleriyle adeta özetliyor hissettiklerini.
Kitaba adını veren Uyurgezer Bir Gölge duygusal yoğunluğu bakımından daha içe dönük ve karamsar. “Bir fırtına kuşunu sevmeliydim seni seveceğime/ Hiç değilse baharda göğü şenlendirir gelirdi” dizelerinden anlaşılacağı üzere umutsuz bir aşk ve intiharın eşiğinde devam eden bir hayatı anlatıyor.
Kaybolan eski kiracının eşyaları arasında kendini bulmaya çalışan yeni kiracı genç kadının ağzından anlatılan Bu da Senin Hikâyen isimli öykünün sağlam bir kurgusu var. Evdeki eşyalar önceki kiracıya ait sırlar verirken kadının kendi geçmişiyle yüzleşmesini de sağlıyor. “Bazen bir hikâye size ihtiyaç duyar” sözüyle kadının öyküdeki rolünü daha farklı bir boyuta taşıyor. Kınalı adını verdiği eski kiracı onunla yeniden can bulmuştur, onu aramak için kayıp ilanları asar duvarlara ve ilk defa umutsuz değildir.
"Dünya dönmekten vazgeçmediği için biz de yaşamaktan vazgeçemiyoruz. O içimizi bunaltan, karartan, kırgınlaştıran, hüzne bulayan şey geçip gitmiyor. Güneş evin içine giriyor. Duvarı boydan boya adım adım geçip bir nokta bulup kayboluyor sonra. Kalbe sızan aydınlıksa küçük bir an kolluyor yalnızca. Bazen bir hikâye size ihtiyaç duyar. Kınalı’nın ortadan kaybolmasından aylar sonra elimde fotoğraflarıyla dükkânların önlerinden geçiyorum. Bulduğum her uygun duvara hazırladığım kayıp aranıyor ilanlarını yapıştırıyorum. Onun ailesi bundan sonra sensin diyor Mercan abla. Arayanı varsa, insan yalnız değildir. Bu da sana verilmiş hikâyen."
Dört Yüz On Altı isimli öyküdeki “İnsan utanç duygusunu kaybettiğinde vicdanın gölgesi onu terk edermiş” sözü gibi pek çok sözün altını çizmişim okurken. TOKİ inşaatlarına bir gönderme de var ilerleyen satırlarda.
Çocukluğumuz istediğimizde kapısını açıp gireceğimiz bir sığınak olduğu kadar hayal dünyamızı yön veren bir ilham kaynağı da. İki Fotoğraf, Bukra ve Sangal, Kiler, Hiç, Parmaklar isimli öyküleri çocukluğa ait mekân ve kişiler aracılığı ile birbirine bağlanmış. Rüyada görülen bir ejderhanın masalsı bir gerçeklikle anlatılışından, uzaylılara, erken tanık olunan ölümlere, kazalara ait pek çok ayrıntıya yer verilmiş bu öykülerde.
Meşru sayılmadığı için dünyaya gelmesine izin verilmeyen bebekten, kıtlık yüzünden asılan köpeğe, pek çok konuya yer verilmiş öykülerde. Çocukluğa duyulan özlem, dünyanın acıtan yüzü, ilişkilerdeki içe dönük duygu yoğunluğu, satır aralarında içinde bulunduğu çevrede yaşanan olumsuzluklara, ülke sorunlarına yaptığı göndermeler bir öykü kitabından çok daha fazlası var dedirtiyor. Yazarın bir şiiriyle başlayan kitap yine şiirle son buluyor.
"Bunca zaman neler yaşamış olursak olalım mutluluk geçici bir alev almaydı içimizde. Bana da öyle olmuştu. Kısacık alevlendiğim birkaç andan başka bir şey değildi hayatım."
Kitabı bir solukta okuyarak hata ettiğimi ikinci okumamda anladım, zira satır aralarında verilmek isteneni, yazarın kendi metinleri arasındaki kurduğu post modern öykülere has metinler arası bağlantıyı, kişiler mekânlar aracığıyla kurduğu öyküler arası bütünlüğü görememiştim ilk okumamda. Esin isimli öyküsünde sen diye bahsettiği kişinin anlatıcının kendinden bahsettiği ve postmodern bir iç monolog olduğu sonucuna da ikinci okumamda vardım. Tavsiye ederim, her sözcüğünü özümseyerek okuyun.
Nargül Delice
Comments