Merhaba, yazmak üzerine konuşmak istiyorum biraz. Öykü yazmak hakkında daha çok.
Ben öykü yazmayı seviyorum. Daha önce yazdın mı ya da bu ne ukalalık diyenleriniz çıkabilir. Evet, bir kaç hikayem var, ama bunlardan bahsedecek değilim size. Sadece öykü yazmayı neden sevdiğimi anlatmak istiyorum.
Eminim duymuşsunuzdur, öykücüler roman yazamayacak kadar tembel kişilerdir lafını. Belki de duymamışsınızdır, belki de şu an burada uydurdum ben bu şeyi- olgu, aksiyom, hipotez, varsayımı-artık hangisi uygunsa. Evet, öykücüler ya da kimi öykücüler ya da sadece ben, tembeldir/tembelim bu doğru, ama en azından tembelliğimin bilincindeyim, diğer bazı ya da tüm öykücüler gibi.
Roman yazmak çaba ister, özveri ister, planlama ister, koordinasyon ister, ister de ister, bir de fikir ister tabi. Öykü de fikir ister elbette. Başka? Başka bir şeye gerek yok - bir fikrin olsun , etrafında dön dur, sonunda bir şeyler çıkar elbet. Roman gibi iki, üç, elli ya da beş yüz on sekiz karakter yaratmanız istenmez sizden. İsterse hiç olmasın karakteriniz, yine sizi okuyacak bir deli bulunur bu dünyada.
Romanın aklı başında insanlara hitap ettiğini, öykü sevenlerin ise bir parça kırık olduklarını düşünenlere hak vermemek elde olmuyor bazen. Bir kere romanın ana karakterleri var, daha önce söylediğim gibi. Romancı bu karakterlerle istediği gibi oynayabilme özgürlüğüne sahip, evet. Ama sadece romanının bir yerinde, bu karakterlere öz geçmiş verme, karakter özelliklerini açıklama, ya da fizikteki gibi bir ilk hız belirleme özgürlüğü bu. Romanın bütünlüğü açısından bir kere verilen bir daha geri alınamıyor. Olaylar, zamanlar, yerler, tüm o 5N1K şeyleri, belli bir düzene göre oturtulmak zorunda. Yoksa aklı başında roman okuyucusu sizi kale almaz, büyük alışveriş merkezlerinin kitap sepetlerinde çürümek zorunda kalırsınız hayatınızın en verimli çağında.
İşte roman okuyucusu da bu paralelde hep bir beklenti içinde olur, o hazırlanmıştır çünkü bir emek sarf etmeye, almıştır kitabını eline. Yazar vermelidir istediğini ve o bilmektedir gerçekten ne istediğini. Bilmezse roman okuyucusu olamaz zaten. Yazar da bunun bilincinde hazırlıklarını yapar, planlarını çıkarır, o Amerikan dizilerinde gördüğümüz ipli çivili olay örgüsünü, kafasında ya da defterinde ya da abartarak duvarında oluşturur. İlham gelmesini beklemez, hep vardır zaten içinde o fikir, sadece çıkartır dışarı. Ne okuyacağının bilincinde olan okur, güvenli bir şekilde eline alır kitabı ve bitirir. Mutludur tabii ki, istediğini, parasının /emeğinin karşılığını almıştır. O gerçek bir okuyucudur ve yazar da iyi adamdır.
Öykü yazarı ise uzaktan seyreder bu ikiliyi ve hayıflanır, ben neden bu kadar başarılı olamıyorum diye. Başarılı bir insan öykü yazmaz çünkü. Öykü insanlarla, olaylarla, ya da genel roman elemanlarıyla yazılmaz hiç. Bir fikir gelir ve gider. Başlar hikaye yazarı yazmaya, ayrıntılı bir şey kurgulamasına ya da detaylı karakter analizi yapmasına gerek yoktur. Okuyucu bağlanmayacaktır ki karakterine, o kadar zamanı yoktur, o kadar tahammülü yoktur. Başladığı gibi biter öykü ve bilir öykücü, ne kadar karışık olursa o kadar okunmaz olacaktır eseri. O yüzden boğulmasına gerek yoktur detaylarda, zorlu betimlemelerde. Roman yazarı ne kadar bağlı kalmak zorundaysa konuya, öykücü o kadar özgürdür. İstediğini yapabilir, çünkü onun ne yaptığına güvenen bir okuyucusu yoktur. Alışmıştır öykücünün pisliklerine hafif kırık okuyucu. Zaten bu kırıklığın sebebi biraz da öykücüdür. Öykü biter, hem yazarken hem okurken biter - roman gibi yarına kalmaz. Kalması da gerekmez zaten, yazıldığında ve okunduğunda mutlu olması yeterlidir o iki garip kişinin.
Ama romancı gibi kitabı bittikten sonra oturup keyfine bakamaz öykücü. Yazmak, anlatmak isteyendir çünkü o. Kimse okumasa da kafasındaki şeyleri aktarmak ister sürekli. Her öykü yeni bir fikir, yeni bir heyecan, yeni bir başlangıçtır onun için. Bu açıdan bakarsak, romancı uzun ve düzeyli ilişkilerden hoşlanırken, öykücü başlangıçları sever hep. Başlangıçlar yeter ona, çünkü bilir her başlayan bitecektir eninde sonunda, uzun ya da kısa olması önemli değildir hiç bir şeyin. Hayata ne kadar çok tekrar başlayabilirsen, o kadar çok zirve anı yaşarsın der kendi kendine ve yeni bir öyküye başlar. İşte bu yüzden romancının romanını bitirdiğinde yaşadığı tatmin duygusuna, hikayeci başlangıçta ulaşmıştır bile.
Romancı ne kadar mükemmeliyetçiyse, öykücü o kadar dağınıktır. Romancı ne kadar oturaklıysa, öykücü o kadar havadadır. Ve romancı ne kadar gerçekse, öykücü o kadar tutarsız, o kadar saçmadır. Ve yine işte bu yüzden romancılar ölmeye yakın arkalarına baktıklarında, gördükleri onca büyük esere rağmen hala bir tatminsizlik duygusu yaşarlar, öykücüler ise hep küçük mutluluklar görürler dümen sularında.
O kadar yazmama rağmen, hala neden sevdiğimi anlayamadığınızı görüyorum gözlerinizde öykü yazmayı. Normaldir, özetleyeyim efendim: Tembel biriyim ben ve zora gelemiyorum, gelince kaçıyorum. Yeterli herhalde siz değerli roman okuyucuları için bu açıklama, öykü okumayı sevenler zaten çoktan kaçmış buradan. Ben de onların yanına gideyim artık. Huzurlu okumalar size.
Erhan Özdemir
Comments