Kâbuslarla dolu uykumdan eşimin günaydın mesajıyla uyanıyorum. Mesajı asık suratla cevaplıyorum. “İyi uyuyabildin mi?” diye soruyor muzip bir ifadeyle. “Dalga geçme lütfen,” diyorum. “Çok telaşlıyım. Erteleyip de sen geldikten sonra mı gitsek?” “Ne kadar zor randevu bulduk, bir daha ne zamana bulacağımız belli değil. Ara verince arayayım.” yazıyor.
Elim ayağıma dolaşarak hazırlanıyorum. Yüreğim, göğüs kafesimi delmek ister gibi atıyor. Kahvaltı yapacak durumda değilim ama aç karnına yola çıkmayı göze alamıyorum. Çayı koyduğum sırada eşim arıyor. Çok endişeliyim, diyorum. Teskin etmeye çalışıyor. Arabayı almasam. İlçenin servisiyle iki saatlik yolu sonra dolmuş beklemeyi ve kalabalığı düşününce gözüm korkuyor. Midem bu kadar yolculuğu kaldırmaz biliyorum. Eşim de hak veriyor. “Emin değilim. Kendime güvenemiyorum biliyorsun. Buradan merkeze gitmek de sıkıntı yok da şehir içinde ne yaparım? Hele kazadan sonra kendime güvenimi iyice yitirdim. Hem daha önce şehir trafiğinde hiç kullanmadım.” O zaman merkeze kadar git, Ayhan’ı arayayım müsaitse o bıraksın seni, diyor. Onu da kabul etmiyorum. “Tam zamanında çıktı bu seminer işi de. Her şey mi aksi gider böyle? Şu an kendimi çok çaresiz hissediyorum. Keşke sen yanımdayken birkaç kez deneseydim. Bir gün başıma geleceğini biliyordum.” Çok dikkat et olur mu, aklım hep sende, diyor kapatırken.
Arabaya binerken yağmur atıştırmaya başlıyor. Bir bu eksikti. Her şey mi üst üste gelir? Silecekleri çalıştırıyorum söylene söylene. Bu koltukta ne kadar da eğreti duruyorum. İki elimle direksiyonu sıkı sıkı kavrayıp yola koyuluyorum. Yüreğim avuçlarımda atıyor. İlk imtihanım ilçenin ana yola çıkışındaki ışıklar. O yokuşta arkamda biri durur diye ödüm kopuyor. Yaklaştıkça dizlerim titriyor. Yağmur hızlanıyor. Arka camın sileceklerini bir türlü çalıştıramıyorum. Sol aynadan arkayı kontrol ediyorum. Tam yaklaşırken ışık kırmızıya dönüyor. Yeniden bakıyorum aynaya. Gri bir otomobil yaklaşıyor. Korktuğuma uğruyorum işte. Ne yapacağımı kestiremiyorum. Ani bir refleksle direksiyonu sağa kırıp aksi istikamete giriyorum. İlerideki kavşaktan dikkatle dönüyorum. Yavaşlayıp ışığın yeşile dönmesini bekliyorum. Ağlanacak halime gülüyorum.
Ana yola çıkınca derin bir nefes alıyorum. Kalbim normal ritmine dönüyor. Şehre girene kadar rahatım artık. Ön cama hızlı hızlı düşen başıboş yağmur damlalarını sileceklerin insafına bırakıp hızımı biraz arttırıyorum. Dağların çepeçevre kuşattığı vadi içinde radyonun kısık sesi eşliğinde kıvrıla kıvrıla ilerliyorum. Bu yolları ilk kez yalnız başıma geçmek tuhafıma gidiyor. İnşallah arabaya bir şey olmaz, diye dualar ettiğim anda eşim arıyor. Arabayı durdurup cevaplıyorum. Sesini duymak iyi geliyor. Cesaretleniyorum.
Şehir merkezine yaklaşınca yeniden hafakanlar basıyor. Kalbimin ve dizlerimin ritmi yeniden bozuluyor. Hızımı iyice düşürüp camı açıyorum bir imdat arar gibi. Kendimi telkin etmeye çalışıyorum nafile. Şehrin girişinde polis durduruyor. Arabanın evraklarının nerede olduğunu bile bilmiyorum. Ehliyetimi alıp almadığımı düşünüyorum telaşla. İlk kez çevirmeye giriyorum. Genç bir memur başıyla selamlayıp kimlik sorgusu yapıyor. Titreyen sesime hâkim olamıyorum. Bir şey çıkacak diye korkuyorum. Kimliğimi uzatıp iyi yolculuklar dileyince bunun gidebilirsiniz olduğunu anlayıp hareket ediyorum.
İlk ışıkları rahat geçsem de sıkıntım artıyor. İlerledikçe trafiğin sıkışacağını biliyorum. Bir an kenara çekip eşimi aramak geçiyor aklımdan. Ayhan’ı ara lütfen diyerek ağlamak istiyorum lakin vazgeçiyorum. Artan trafik bedenimi cenderelere sokuyor. Göğsüm sıkışıyor, ellerim terliyor. Ellerimin direksiyonu sıkmaktan acımaya başladığını fark ediyorum. Olabildiğince yavaş ilerliyorum. Daha sıkı sarılıyorum direksiyona. Yeniden kırmızı yanıyor. Arkamda dizilen araçlara bakamıyorum bile. Debriyajın üzerindeki sol ayağım titriyor. Gözüm kırmızı ışıkta hazır kıta bekliyorum. Eşimin söylediklerini hatırlıyorum. Şu an uygulayabileceğimden emin olamıyorum. Beni neden bu sıkıntılara soktu diye eşime kızıyorum içten içe. Keşke otomatik vitesli araba alalım dediğinde şu an arabayı değişemeyiz demeseydim, diye iç geçiriyorum. Işık sarıya döner dönmez kornalar çalmaya başlıyor. Ne yapacağımı karıştırıp arabayı stop ettiriyorum. Kornalar öfkeli öfkeli çalınca eteklerim tutuşuyor. Eşimin yaptığını hatırlayıp dörtlüleri yakıyorum hemen. Yanımdan geçmeye çalışanların kızgın bakışlarına maruz kalıyorum. Bayan sürücü işte, bilmiyorsan trafikte ne işin var, dediklerini duyar gibiyim. Yüzümün yanmaya başladığını, kulaklarımın uğuldadığını fark ediyorum. Kendimi toparlayıp alelacele yeniden çalıştırıyorum arabayı. Bu kez daha dikkatli olmaya çalışıp yeniden deniyorum. Başaramıyorum. Arabadan inip kaçmak istiyorum. Şaşkın şaşkın etrafıma baktığım anda yanımdan geçen son arabadaki bayan sürücünün cesaret veren bakışları ve tebessümü kırılan cesaretime deva oluyor. Ondan güç alarak hareket ediyorum fakat artık daha çok korkuyorum. Işıklardan kurtulur kurtulmaz müsait bir yer bulup duruyorum. Ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. Gözlerime çöreklenen yaşları elimin tersiyle dağıtıyorum. Camı açıp soluklanıyorum derin derin. Hiç bu kadar çaresiz kaldığımı hatırlamıyorum.
Neden sonra öfkeme eşlik eden bir deli cesaretiyle yeniden yola çıkıyorum. Kaskatı olan bedenim gevşediğini, içime bir sükûnet yayıldığını fark ediyorum. Kalabalıklaşmaya başlayan trafiğe ayak uydurup ilerliyorum. Işıklardan kurtulup alt geçide girdiğim anda arkadan gelen korna sesiyle irkiliyorum. Bir araba yanımdan hızla geçip aniden önüme çeviriyor direksiyonu. Çarpacağımı zannedip olanca gücümle frene basıyorum. Yüreğim ağzıma geliyor. Korna sesleri kulaklarımda çınlıyor. Biraz önceki cesaretimden eser kalmıyor. Kalabalık araba sürüsü yeniden gözümü korkutuyor. İçim içimi yiyor. Allah’ım bir an önce bitsin bu eziyet diye dua ediyorum.
Hastanenin önüne kan ter içinde varıyorum. Otoparkta iğne atsan yere düşmüyor. Bir işim de rast gitseydi bugün diyorum. Park edecek bir yer arıyorum boş gözlerle. Bulamayınca beklemeye başlıyorum. Biraz sonra bir araç çıkıyor. Oraya nasıl park edeceğimi düşünüyorum kara kara. Paralel park yapmam gerekiyor. Ehliyet kursundaki zorlu temrinleri, eşimin yarım debriyaj yap dediği telkinlerini, hatırlıyorum. Kırılan cesaretimle birkaç kez korka korka deniyorum. Kimisinde çok yakın kimisinde çok uzak kalıyorum. Erkeklerin ilk seferde nasıl başardıklarına şaşıyorum. Defalarca ileri gidip geri geliyorum. Birkaç kez inip olup olmadığına bakıyorum. Biri görse şu halime ne der bilmiyorum. Öfkeden kıpkırmızı oluyorum. Yapamayacağıma kanaat getirip birinden yardım istemeye karar veriyorum. Gelip geçenleri süzüyorum bir müddet. Ayıplamayacak, alaycı bir gözle bakmayacak, kullanmayı bilmiyorsan ne işin vardı demeyecek birini bulmaya çalışıyorum. Sonunda orta yaşlı bir beyden utana sıkıla rica ediyorum. Olanca samimiyetiyle tebessüm edip tek seferde park ediyor. Minnet ve şükranlarımı sunuyorum. Yüzünde en ufak bir olumsuz ifade seçemiyorum. Tebessüm edip yoluna devam ediyor. O arabayı oradan asla çıkaramayacağımı bilsem de şimdilik nihayete eren bu eziyetten kurtulduğum için derin bir nefes alıp hastaneye giriyorum.
Ahmet Ergin
Comments