top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Ahmet Yılmaz- Çok Sevdiğimiz Dünya

İnsan olmak eskidendi evlat, Darwin’in evrim teorisi tersinden işliyor. Bir gün hepimiz hayvan olduğumuz çağlara döneceğiz.

Şevket abi medreseden kaçmış, yarım hocalığı oradan. Ummadığım bir anda heybesinden bir ayet yahut hadis çekip beni sarsar her defasında. Bugün bir filozof kisvesine bürünmüştü, ciddi olmak lafının arkasında durmaksa, evet, gayet ciddi görünüyordu. Gemlik’te, Balıkpazarı Camii’nin karşı sokağında senelerdir yolgeçen hanı gibi tıkır tıkır işleyen kıraathanede iki çay içip laflayacaktık sözde. Tanışalı yarım saat geçmeden mesele nasıl buralara uzanmıştı? Sigara veya rakı kardeşliği duyup görmüşlüğüm vardı ama kafayı çekmeden yahut dumana boğulmadan dünyanın ve âdemoğlunun hazin sonu hakkında uzun tahlillere hangi rabıtayla girişmiştik birbirimizi henüz ölçüp tartmaya fırsat bulamadan?

Mintanının düğmelerini yukarıdan aşağıya tek tek açmaya başladığında açıkçası korktum, afalladım. Vakitsiz yarenliğimizin akıbetinden endişe duymuş, bir yalan uydurup masadan sıvışmayı düşünmeye başlamıştım. Deli mi neydi, evliya gibi konuşan adamın içinden meczup mu çıkacaktı sonunda? Fakat boynunun hemen altından başlayıp karnına kadar diklemesine inen derin yara izi beni sarstı, moralimi bozdu ve nutkum tutuldu.

Otuzunda kalp krizi geçirir mi insan? Ben geçirdim. Açık ameliyat yaptılar, kılları kıpırdamadan dana gibi kestiler beni. Bak buraya. Askerden yeni dönmüşüz, hanımın göğsünde kedi yavrusu gibi iki bebe. Anam babam ta memleketten koşmuşlar duydukları habere. Temiz bir ay yattım. Peki hiç mi ders alıp akıllanmaz, yolunu belini doğrultmaz adam? Ben çoktan contayı sıyırmışım, kafamı duvarlara vura vura aklımı yitiriyordum. Elde avuçta olmayınca merdiven altı şeylere dadanmışım, şişelerle yatıp şişelerle kalkıyorum o sıra. Kör olacaktım neredeyse. Karıyla birbirimize girdik tabii. Çıngar çıkardı, apartmanı başıma topladı. Abilerini çağırdı rezilliğimi dünya âlem görsün diye. Benim zayıf pil dayanır mı? İkinci defa hastaneye yaka paça indirdiler. Kaburgama testere dayamışlar, iyi ki tıp var. Uyutmasalar maazallah. Bir aralık tepemde beyazlara bürünmüş bir pirifani belirdi, başımı okşuyor, evladım korkma diyor, geçecek. Allah demiş bayılmışım. Eve cismim gelmiş, kafam mukavva kutu gibi boş. Hepten uçtu gitti demişler, resmen hocalık olmuşuz. Okuttular, üflettiler. Az biraz iyilendim, ufaktan iş kovalamaya başladım.

Eve ekmek soğan girince hatunun yüzüne renk geldi, acı dilini terk etti. Baktım, saçını başını düzeltmiş. Alakasız giyinmeyi terk etmiş. Anlarsın yani, cilveler nazlar. Beni adam yerine koymazdı, şimdi etrafımda dört dönüyor. Emret yapayım, anlat dinleyim. Yani doğrusu arada canımı sıkmıyor değil bazı halleri. Kadınlar kızlar eve çağrılıyor falan. Kahveler, günler, alışverişler. Perdeler değişiyor, mutfak takımları yenileniyor. Ufaktan makyaja da adım atmışız, ulan beni bu yaştan sonra kaytan bıyıklı Klark Gebıl’a mı çevireceksin be kadın! Bana bir füme takım almış, inceden kravat, yaka cebinde ipek mendil bayrak gibi dalgalanıyor. Aynaya bakıyorum, bir gülme tutuyor beni. Bitpazarına düşsem alıcım çıkmaz. Taktı beni koluna havuzlu parka kadar. Yanımızdan arabalar vızır vızır geçiyor. Garaj Muhallebicisi’nde dondurma. Bir de çekirdek çıtlatmayı öğrenmiş. İskeleden kayıkhaneye kadar sahili turluyoruz. Her akşam her akşam. Değirmenin suyu nereden geliyor soran yok.

Fakat evlat, ben yaramazın önde gideniyim. Azıcık alaka görünce şaşırıp şımarırım. Gizli gizli içmeye devam. Bir manitamız eksik. Anasından utanmasam… Fakat hatunu küçümsemişim; gözü çoktan açılmış, kokumdan seziyor olan biteni. Ses etmiyor ama bekliyor. Golü doksana takacak, ümüğümü sıkacak. Çalıştığım fabrikanın kapısına kadar gelmeye başlamasın mı bu? Sabah işleri anasına havale edip takılıyor peşime. Servisten indiğimde bir köşeden kucağındaki sefertasıyla fırlıyor. Aa nasıl unutmuşum diye eyvahlanacağım, o da sevinecek. Akşama gene burnumun dibinde. Markete filan uğramış da. Ayakları açılsın diye az daha yürümüş. Ta buralara. Yarım saatlik yol.

Ne arkadaş kaldı bende ne dışarı çıkma hevesi. Dakkasına evde oluyorum akşamları. Elimi tutmasınlar diye selam vermeden seğirtiyorum arkadaşların yanından. Mahir abinin kıraathanesini görmemek için yolumu uzatıyorum. Bizim hanım içeceksen gel evinde iç diyecek ama demez. Bildiği var, saklıyor. Bebekleri ayağında uyutup yanımda beliriyor. Saçlar o biçim. Perma mı diyorlar, simsiyah ve dalgalı. Hacı anne öksürüyor odadan. Kızım, ilacım. Rüzgâr perdeleri havalandırıyor, soba tütüyor. Kızım ocağa çay koymuştum, kaynıyor baksana.

Derken bir sabah erkenden sokağa inmişim. Elektrik direğine yaslanmış, cıgara tüttürüyorum. Servis yetişmeden keyfini çıkaracağım illaki. Otobüste hep o kadın, bir dizini kırmış durağın demirine. Kısacık kestirmiş saçlarıyla oğlan çocuğu gibi. Ve küpesiz. Ve uzun kirpikli. Suratına bakılmıyor. Sert bakışları polis çağırabilir. Sabah sabah mağduru oynayabilir. Sana mı kaldım diye geçiriyorum içimden. Saat yedi buçuk. Cami cemaatı dağılmış, güneşi üstüne doğurmayanların saadeti. Köpekler gece boyu hırlamaktan yorgun, kaldırımlara uyuzlarını sermiş yatıyorlar. Birden havayı kesif bir sis tabakası kaplıyor. Dün akşam haberlerde uyarmışlardı. Bildiğin gibi değil, burnunun ucunu bile göremiyor insan. Arkamı döndüm, bizim apartman yok. İstanbul’u ara ki bulasın. Servisi kaçıracağım, nasıl olacak? Adım atmaya korkuyorum. Bu kadar körlük ancak görmekle olur. Sonra omzuma bir el dokunuyor. Kime ait belli değil. Omuzlarımı silkiyorum kurtulmak için, daha fazla yapışıyor. ‘Kimsin lan!’ diye bağırdığımı hayal meyal hatırlıyorum yalnız. İşitti mi, sanmam. Kim bilir kendime yetmiştir ancak sesim. Seninki bastıkça basıyor kemiklerime. Korkunç bir gümbürtüyle başım dönmüş, kaldırıma yığılıvermişim. Göz kapaklarımı kaldırıyorum, ikinci ameliyatta imdadıma koşan akça pakça evliya karşımda yine. Bu defa konuşmuyor ama. Pek ciddi ve kararlı. Bembeyaz, ölüme değil sonsuzluğa özlem duyuran bir saflıkta. Göğsümü yarıyor, kalbimi iki avucuna alıyor ve çamaşır sıkar gibi sıkıyor. Kirli kanlar dökülüp göl oluyor ayaklarımın dibinde. Gözlerim kararıyor yine.

Karım hastaneye uğramadı. Anasıyla haber yollamış. Atlet don falan. Ağzımı arayacak güya. Anlatsam kim inanacak? Üçüncü baypas bu. Gerçi doktorlara söylediğimde kahkahalarına engel olamadılar ama. Peygamber evladı mısın birader? Ne demek kalbimi yerinden söktüler de temizleyip yerine koydular? Uyanık mıydın, gözlerinle gördüğünden emin misin? Muhayyilenin aldatması olmasın sakın? Rüya âleminde bu türden fantastik olaylar insana hakikatmiş gibi gelebilir. Hele günaha batmış, başına kötü bir şey geleceğinden korkan, devamlı surette suçluluk duygusu taşıyan kişilerde…

Ne o ne bu dedim, taburcu olmak istiyorum. Bilimsel safsatalarınızı başkasına satın. Epikriz formu mu nedir imzalattılar çıkarken. Tekerlekli sandalyeyle taksiye kadar bir hasta yakını eşlik etti. İyiler ölmez. Şoföre dergâha çek dedim aklıma nereden geldiyse. Hangisine diye sordu saf saf. Cerrahi mi, Şazeli mi bey amca? Cerrahi tabii ki. Ötesine ne hacet. Zeytinburnu’nda harabeler içinde tuğladan bir binanın yanında indirdi beni.

Teferruata lüzum yok delikanlı. Bizim dervişin elini öptüm, duasını istedim. Evladım senin yerin ailenin yanıdır diyerek beni dersine kabul buyurmadı. Adeta huzurdan kovuldum. Şeytan görsün o kadının yüzünü. Ne çektiysem onun dilinden.

Şevket abi durakladı burada, boğazını gıcık tutmuştu. Öksürdü. Atamadı yükünü. Su istedi çaycıdan. Darlanmıştı, gömleğinin düğmelerini teker teker açmaya başladı yine. O derin yarayı tekrar göstermek zorunda mıydı sanki? Fakat göğüs kafesine boylamasına oturan o bıçak izinden eser yoktu baktığımda. Nasıl oluyor, imkânsız diye haykırdım. Gözlerimi açtım kapattım. Açtım kapattım. Şevket abi beni hayretle süzüyor, bıyık altından gülüyordu.

Arayıp da bulamadığın nedir, söylesene? diye pişkin pişkin sordu. Aptala mı benziyordum?

Hiçbir şey, diyebildim yalnız, ne olsun?

İşaret parmağını kalbime doğrulttu. Orada, dedi, sustu. Geçecek hepsi.

Nerede, ne, tişörtümü yukarı kaldırdım.

O yarık.

Şevket abi cebime para sıkıştırdı zorla. Bırak şu mereti, dedi. Karın, çocukların seni özlemişler. Başımı okşadı. Sis tabakası aniden dağıldı. Evimin penceresinde burunlarını cama dayamış bekleyen çocuklarım oradaydı. Servis gitmişti. Bana neydi sanki. Duraktaki kadın açtı kapıyı. Saçları kına.


Ahmet Yılmaz

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

コメント


bottom of page