top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Ahsen Dalca Korkutan- Perşembeyi Bekliyor

Bir eğimle uzayan şekilsiz, kocaman burnunu kaşırken keyifsiz görünüyor. Herkes burnunu kaşırken kötü bir resim verir ama bu başka. Ansızın onu yakalayacak her şeye kayıtsız. Yanındakileri görmüyor. Kimsesiz duruyor. Teyzemin bu durumuna alışamadım. Sevdiklerim hiç çökmeyecekmiş, yaş alıp başkalaşmayacakmış gibi sonsuza kadar aynı vaziyette kalacaklarına olan çocuksu inancımla öylece kalsınlar istiyorum. Olmayacak işler için mızmızlanıp şımarıkça dediğimi yaptırmak istiyorum. Şu an en iyi bu gelir bana.

Ben kimim, bu kim Yasemin, tanıdın mı. En çok duyduğu sorular. Cevap olarak bir şeyler söylüyor fakat bir bebek kadar beceriksiz konuşuyor. Tırnaklarına bakıyorum. Açık pembeye boyanmış. Teyzem oje kullanmazdı.  Bu kadar uzun hiç izleyemediğim ellerine bakıyorum. Eskiden hareketliydi o eller, mahirdi. Ve bu kadar uzun baksam hayırdır, diye sorardı muhakkak. Bir insanı uzun uzadıya izlemek o kişi için ne kadar rahatsız ediciyse teyzem sırf buna sonsuz izin veriyor diye ben de aynı ölçüde ve acımasızca keyif alıyorum bu eylemden.

Bir an dar geliyor bana bu oda. Bu ev. Eskisi gibi olmayana hissedilen o tahriş olmuş duygular boğazımı gıcıklıyor. Bakıcı paspas örmüş. Bütün açıkta kalan marleyleri kapatmış. Mobilyaların yeri değişmiş. Süs eşyalarını kaldırmış. Oyuncak bebekler var. Oyuncak ayılar, tavşanlar. Bakıcının ele geçirdiği kendi evimizde iki yabancı oturuyoruz: Annem ve ben. Annem bebeklerden birini kucağına almış, çat pat bir dil kullanıyor bizimkine yabancı. Bakıcıyla konuşmaya başlıyor. Elim burnuma gidiyor sonra. Kendimi ona benzettiğim ya da ona çokça benzetildiğim geliyor aklıma ve onun kadar yaşlı görünmekten korkuyorum. Geçenlerde bir arkadaşımdan duyduğum yüz yogasını her gün uygulama andı veriyorum içimden. Onu bu hastalığa sürükleyen bütün hasletlerini hangi kuyulardan çıkardığını, benim o derin, ıslak, koyu boşluklardan kaçmam gerektiğini, ona benzeyen ya da benzetilen yanlarımdan da aynı mesafede durmam icap ettiğini hatırlatıyorum kendime. Aslında yüzü kırışık değil. Aslında gözleri. Hayır, bakışları. Gördüğü her şeyi yaşlandıracak kadar köhne bakışları. Yaşadığımız bütün anılara uzak bakışları. İnsan o kadar mesafeyi bu denli hızlı nasıl kat eder.

Bakıcı kadının parmaklarında ucuz yüzükler. Teyzeme hediye ettiğim yüzük geliyor aklıma. Anneme teyzemin eşyalarının her zamanki yerinde durup durmadığını soruyorum. Annem bakıcıya bunu nasıl tercüme edeceğini düşünüyor. Biraz da onu tedirgin etmekten çekiniyor. Çiçekli perdeler hanidir yıkanmamış. Kornişe takılı yerlerinde renkler solmuş, gri kalın şerit oluşmuş. Bakıcı bu fazla kilolarıyla teyzemin nasıl üstünü başını değiştiriyor, onu nasıl yıkıyor? Annem biraz şuraları süpür, yıka, temizle diyemiyor da bu hâliyle bir hastanın bakımını üstlendiği için ona minnet duyuyor. Biz geleceğiz diye portakallı kek yapmış. Çay da demlemiş. Yasemin teyzem olsa şimdi, diyorum. Sesli diyorum. Ayıp ettiğimi düşünmeden. Kadın dilimizi bilmiyor nasılsa. Sesli düşünmek duygularımı yeterince yaşayamama hissiyle fışkırıveriyor içimden, vicdanımın camlarını parçalıyor.

Teyzemin takı kutusunun nerede durduğunu biliyorum, eğer yeri değişmediyse, diyorum anneme. Bakıcı yerimden kalkışımı izliyor. Rahatsız kıpırdanıyor olduğu yerde. Teyzem pencereden dışarıya bakıyor. Yatak odasına geçiyorum. Gardırobun dolapları eskisi gibi gıcırdıyor, çift kişilik yatağa kendimi atıyorum. Bir daha, bir daha gıcırdatıyorum kapakları yattığım yerden uzanıp. Muhtemel ki bakıcı kadın meraktan çatlıyor. Annem hayret, gelmiyor. Onu oyalama gayretinde sorular soruyor olmalı, konuştuklarını duyuyorum. Bağıra bağıra anlatıyor. Diktiği bluzlar, boş parfüm şişeleri, kıskaçlı tokalar. Tülbent çekmecesini açıp bir tane alıyorum içinden. Mis gibi teyzem kokuyor. Evlenmeyerek iyi etti, diyorum. Teyzem bana kaldı. Sonra içimin her yerine sıçrayan vicdanımın cam kırıkları batıyor bana, kendimi bencil mi bencil buluyorum. Bana kaldı da ne oldu? Evlenip gittim. Resmî tatillerde bir de yazdan yaza geldiğim memlekette doğru dürüst görüşemedik bile. Yeteri kadar ilgilenemedim onunla. Ruhsuz bakıcıya emanet ettim. Caddedeki esnaf komşularının bakışından huzursuz ola ola her bayram ziyaretine geldim. Anneme yüklendim, bakamıyorsun, dedim. Çocukken her sabah teyzemin pijamalı ve dağınık saçlarıyla dikilen uykulu siluetine teslim ederlerdi beni. Koşa koşa yatağa geçerdik. Geceden mayalanmış sıcaklığına yerleşirdim, o da yanıma yatardı. Ben de sana teyzemi emanet ettim anne, bakamadın. Belki de ben bakamadım.

Dışarıdan arabaların sesine karışan ambulansın iniltisini duyuyorum. Çocukken üçyüzikilerin caddeyi inlettiği geceler geliyor aklıma. Özenirdim. Bizim evden duyulmazdı. Geceleri derin bir sessizliği körükleyen buzdolabı ve saat sesi olurdu sadece. Severdim teyzemlerde uyumayı. Hiçbir zaman bu ev, anneannemin evi olmadı. Hep teyzemlere gidiyorum, dedim. Yaz sıcağında karnımı kapatacak ince, küçük pikeler örterdi üzerime. Boşlukların üşümesin, kızım. Boşluk. O zamanlar var olduğunu tam olarak kavrayamadığım şey. Şimdilerde çeşitli sancılarla kendini hissettiren gediklerimi düşünüyorum. Doktora gittim geçen. Tahlil sonuçları, karaciğerimin ve böbreklerimin marazlı olma sinyalini verdi. Doktor ultrason, dedi sonra diyet, dedi, egzersiz, dedi, rutin kontroller, dedi. Doktorlar ne çok biliyor. Hâlbuki bunlar teyzem üşümeyeyim diye üzerimi örtmediğinden oluyor.

Bulmak için gardırobun içinde ne kadar şey varsa yatağın üzerine döküyorum. Yok. Takı kutusunu bulamadım, diye sesleniyorum. Annem yatak odasına geliyor pürtelaş. Bilmiyorum ki kızım, hiç aklımıza gelmedi hasta olduğundan beri. Hatırlarsın, ilk maaşımla almıştım anne. Gözleri dolmuştu. Yüzük takmam ki ben, demişti. Anneannem onu evli, nişanlı sanmasınlar isterdi ya hep. Artık bir şey olmaz demiştim, patavatsızca. Aslında anneannem öldü, diye öyle söylemiştim. O kırk yaşını aştığı için bunu söylediğimi sanmıştı. O kırgınlıkla sırf benim hatırım için takıyordu. Teyzem niye evlenmedi anne, biliyor musun? Çünkü kimseyi beğenmediniz. Her gelen kısmeti babama benzettiniz, dedeme benzettiniz. Onu fırıncıya nişanladığınızda… Biz mi dedik ona fırıncıya var diye, diyor zayıf bir savunmayla. Anne, diyorum, lütfen yapma, her şeyine karışıyordunuz. Zenginler diye aklına girdiniz, sonra neden bilmem, birden beğenmemeye başlayıp kızı soğuttunuz. Ne bu şimdi, teyzenin avukatı olup hastalığının hesabını bana mı soruyorsun? Anne şu bakıcıyı hiç sevmedim. Yok muydu başka kimse? Bu kadar şişman biri kendine zor bakarken… Annem, iç çekiyor. Ne yapalım, bilmiyorum. Çok övmüşlerdi, Saniye ablaların bakıcısıydı bu, onun öldüğü vakitlerde işsiz kalmış işte. Duyduydum ben de. Teyzenin o ilk zamanları. Nasıl uğraştırıyordu beni, biliyorsun. En son tornavidayla kapının kilidini söktüğü gün. Ay o nasıl gündü. Dedim, benden bu kadar. Biçare aramıştım Saniye’yi. Teyzenin feveranlarını az çekmedi kadın. Başkası durmazdı, inan.

Bakıcı kadını kapıda dikilirken görüyorum. Yüzüne dik dik bakarken annem devreye giriyor, başlıyor benim ortaya döktüğün eşyaların maksadını elleriyle tarif edip birkaç kelimeyi yüksek sesle söylemeye. Ortaya soru cümlesi çıkıyor mu bilmem ama bakıcı kadın ellerini iki yana açıyor. Anlamıyor mu, anlıyor da cevabı bilmiyorum mu oluyor. Anne, diyorum, araklamış belli. Annem susturuyor beni, mırıldanmaya başlıyor.  Bunlar Türkçe anlıyor, bakma böyle durduğuna.

Mavi taşı vardı, diyorum, ben de annem gibi istemsiz, sesimi biraz yükseltiyorum. Anlasın diye değil, bir an önce cevap versin istiyorum. Yüzüğü bul çabuk, deyip kestirip atıyorum. Kadın daha da geriliyor, elleri ezber hareketlerle iki yana açık hâlâ. Yanından geçerken omzumu omzuna çarpıp teyzemin yatağının başına geçiyorum. Annem arkamdan pıtır pıtır geliyor.

Yabancı bir kokuyla kaplı bu ev anne, diyorum, değiştirelim şu kadını. Annemin bu zamana kadar fark etmediği birçok şeyi söylüyorum ona. Ya da fark ediyor da insanın dile getirince ardından söylediğini destekleyecek şeyleri yapması gerektiğinden o gücü bulamıyor kendinde. Anlamsız bana bakıyor. Marleyleri kaplayan paspaslar bile umurunda değil. Hatta beğenmiş onları. Teyzem belki de bana daha anneydi. Anneannemle kavga ederdi temizlik yaparken, vitrindeki örtüleri bile kaldırır, atardı. Deli, derdi anneannem, beni de delirteceksin dura dura. Teyzemin yattığı koltuğun sırtındaki sürgülü dolaplar dikkatimi çekiyor. Açıyorum. Sesten korkuyor teyzem. Kitaplar var, şıkır şıkır torbalarda iplikler, yarım kalmış örgüler, oyalar. Kutu belki de oradadır, diyor annem kısık sesle. Bakıyorum. Burada da değil işte, kadın yürütmüş kesin. Başka takıları da vardı. Hani dedem ikinize nazar boncuklu bileklik almış, okulunuzu bitirince. Sonra senin emekliliğinde aldığın kolye. Nerede onca şey? Aman kızım, para etmez onlar, hepsi incecik şeyler. Tekrar ve tasdikleyerek diyorum içimden, teyzem benim daha çok annem.

Ezan ve korna sesi birbirine karışınca camdan dolan hayat, teyzemi hareketlendiriyor. Gürültüye eşlik ediyor. Teyzem namaz kılmazdı. Anneannemle en çok bunun için didişirlerdi. Âmin, diyor teyzem. Geldiğimizden beri ağzından çıkan anlaşılır tek şey bu olduğu için annemle birlikte teyzemin acil şifalara kavuşarak dile geldiğine inanıp saçma bir sevinçle neşeleniyoruz. Bakıcı sadece beni izliyor. Elini yüzüne sürüyor teyzem, küçük bir çocuk gibi. Bakıcının teyzemi süslemek için ojelediği tırnakları bir gecekondunun duvarında asılı varaklı aynalar kadar sakil ve hüsran dolu.

Çöküyorum yanına. İçimde bir yorgunluk. Dirseğimi yatağa dayayıp çenemi avcumun içine alıyorum. Yüzüm onun yüzüne yakın. Teyzem yine elini burnunun kenarlarına götürüyor. Bana bakmıyor bile. Ben kimim teyze. Beni sevip sevmediği hakkında bir fikri yok. O kadar yaşlanmış ve o kadar burnu kaşınıyor ki bu yabancılığın içinde birden beni sonsuz sevdiği o yılları özlüyorum. Anlamı olmayan biteviye kelimeler söylemeye başlıyor teyzem. Sesini gittikçe yükseltiyor. Yükseltiyor ve parmağını kaldırıyor. Tavanla duvar arasındaki kenara denk geliyor gösterdiği yer. Anneannem ölülerin her perşembe gelip bizi izlediğini anlatırdı. Deden, derdi, gelir, bekler şu köşede. Beni bekler. İlk ben gideceğim ya. Dedemden de anneannemden de korkardım. Bugün salı. Teyzem perşembeyi bekliyor.

Teyzem ölümü nasıl karşılarım, derdi hep. Ne zaman yakalar beni. Yalnızken olmasın. Olmasın sakın. Belki ölmek istemiyorum, diyecekti, bir çocuk olsaydı. Bir gün nasıl ölecek merak ederdim. Korkarken korkutuyordu da. Yalnız onun ölümünden endişelenirdim ilk. Sadece ihtiyarların öldüğüne inandığım o yıllarda, yaşlanınca yalnız ölmemeliyim diye ekliyordum dualarımın sonuna.

Aslında, diyorum, belki de hayatından çok memnundur. Yapayalnız ölse bile umursamayacak. Duaları kabul oldu işte, ne üzülüp duruyorsun. Bir gün burnunu kaşırken ansızın ölecek belki ve ölümü öyle tanımayacak ki onu ziyaretine gelenlerden biri sanacak. Ölümün her an insanı yakalayabildiğini nihayet kavradığım zamana gelmişken, teyzeme birden özeniyorum.

Teyzem varlığıyla ve yokluğuyla o tuhaf, yabancı bakışıyla çeviriyor yüzünü bana doğru. Bir çatal attığım kek midemi ekşitiyor. Annemin sürekli bakıcının güzel yemekler yaptığından bahsettiği anlar geliyor aklıma. Hatta annem beğeniyor diye evine paket de koyuyormuş aynı teyzem gibi. Aynı teyzem gibi mi. Kadın yavaş yavaş zehirliyor annemi.

Çıkacağım ben, diyorum anneme, teyzemin alnından bu bedene uymayan kokusunu içime çekmeden öpüyorum. Hoşça kal teyzem.

Kapıda ayakkabıları giyerken ikisi de beni izliyor. Sessiz. Annem benimle gelmiyor. Ben çıktıktan sonra kadının içini rahatlatacak. Kendini rahatlatacak. Annemi öpmeden konuşmaya başlıyorum. Eve dönüyorum ben, bekleme beni akşama, diyorum. Teyzemin yükselen sesini duyuyoruz. Bakıcı evi terk edecek olmamın verdiği erinçle ilk kez kendini tutamayıp gülümsüyor. Bozuk bir Türkçeyle anne bay bay, diyor, teyzemin odasını gösteriyor. İsimlerimizi ezberinde tutamadığı için herkese anne demeyi öğrenmiş. Perşembe yine gelirim, diyorum. Anneme diyorum ama bakıcıya bakıyorum bunu söylerken. Yüzü asılıyor birden. Dilimizi anladığına artık kanaat getirdiğimiz vahim bakışlarla göz göze geliyoruz annemle. Kapıdan çıkmadan arkamı dönüp bu arada, diyorum anneme, portakallı kek bozuktu galiba, kötü bir kokusu vardı. Sakın yeme.

Ahsen Dalca Korkutan

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page