top of page

Öykü- Atakan Boran- Dunganga

Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyatİshakEdebiyat

“Evvel zaman içinde var imiş bir

dunganga, alırmış çocukları

atarmış sepetine yaparmış hep

dunganga, duuun ganga dunganga

duuun ganga dunganga”

Pis cam, kafasını yaslamışların saç lekeleriyle dolu. Sıcak. Cehennem gibi bir sıcak. Dışarda sağanak yağıyor oysa. Şoför bizi pişiriyor. Çevirme tavuk dükkanlarındaki canım piliçler. Farkımız yok sizden. İçerisi hınca hınç dolu. Isıtıyoruz birbirimizi. Hem herkesin ceketi, hırkası var. Ne diye… Camlar buğulu. İnsanlar terli. Şükür, oturacak bir yer buldum. Ayaklarım kenetli. Yandaki iri yarı adam sınırlarımı ihlal ediyor. Tavandan sarkan dev bir testerenin koltukların arasında salındığına dair imgeler… Bir intihar bombacısının otobüste kendini patlattığı senaryolar. Şoförün otobüsü viyadükten aşağı uçurması. Otobüse yıldırım düşerse ne olur? Ani bir frende öndeki koltuğun başını sıkıca tutmam gerekir. Şimdi kalp krizi geçirsem mesela. Ya da çok çişim gelse. Mesanem patlasa ve ölsem. Bir kraliyet yemeğinde birisi öyle ölmüş. Kraldan önce yemek masasından kalkılamayacağı için. Aman ben de inerim otobüsten ne olacak. Bir sonraki otobüse binerim. Sadece kapı ağzında yolculuk yapmayı göze almam gerek.            

İyisi mi sesini çıkarma, derin nefes al, sakinleş. İçeride oksijen namına hiçbir şey olmasa da idare et işte. Kirli hava soludun diye ölmezsin. Hem neden ikide bir laf ölmeye çıkıyor anlamıyorum. Bugün Kadriye güzel bir haber verdi. İki aylık hamileymiş. Bebek demek, yaşam demek. Yaşam güzel, kuşlar, çiçekler. Ama bu otobüste yaşamı kutsayabilen varsa tebrik edilir ancak. Böyle biri ne yücedir. Ben yüce değilim. Neyim ben? Zor sorular. Belediye otobüsünde insan bu soruyu sormamalı kendine. Yanlış yer, yanlış zaman. Diyelim ki sormak istedik. Şimdi yanımdaki ayıya soralım. Neyim ben, kimim ben? Varlığımı çiğneyen bacakların çok şey söylüyor. Hiçbir şeyim, hiç kimseyim. “Hey!” Herkes bana dikkat kesildi, insanların ilgisini toplamayı severim. Hayır, hayır. Belki sadece biraz. Ama çok az. “Şu şoföre söyleyin kapatsın ısıtmayı, piştik, kavrulduk.” Yandık, heder olduk, kömür olduk, beter olduk. Kulaktan kulağa oynandı, sonunda şoför ısıtmayı kapattı. Alkış kıyamet… Beklemiyorum tabii. En azından, “Vallahi ağzına sağlık,” deseniz, “Heh, şöyle be”, “Baş tacısın.”

İneni de bineni de bitmiyor otobüsün. Dışarısı karanlık. Pek bir şey seçilmiyor. Neredeyiz bilmiyorum. Poz vermekle meşgulüm. İçerdeki kalabalıkla birlikte poz veriyoruz camlara. En önde ben varım. Yamuk yüzüm, koca kafam, lekeli suratımla. Ama kurt adam senin tipin niye böyle kayık? İnsanlar benden kaçsın diye. Ama ama neden Kadriye içine alır seni? Kendine saygısı yoktur da ondan.

Otobüse biri bindi. Pelerine benzer bir şey giymiş. Kafası örtülü. Yüzü seçilmiyor pek. Kapüşonu yüzünü kapatmış. Tanıdık geliyor bir hayli. Dungangaya benziyor. Duuun gan ga dunganga. Beş yaşımdan beri arıyorum onu. Daha doğrusu kaçıyorum ondan. İşte nihayet karşımda. Sepeti yanında değil. Ben de artık çocuk değilim. Kaçıramaz beni. Kimi kaçırmaya gelmiş acaba? Çocuk yok ki otobüste. Belki henüz göbeği şişmemiş hamileler vardır. Dunganganın doğmamış çocukları kaçırdığı rivayet edilir. Ana rahminden çekip alır ceninleri. Çerez niyetine yer.

Yanımdaki ayının kalkacağı tuttu. Dunganga kılıklı, yanıma oturdu. Gözümü kaçırıyorum ondan. Beni görmez, fark etmez belki. Koltuk sınırlarını ihlal etmiyor öteki gibi. Kapüşonunu atıyor geriye. Telefonu elinde. Benzer renkte şekerlerin üzerini çizdiği bir oyun oynuyor. Bir canavarın yapacağı iş değil bu.  Hatta yaşlı bir teyzeye yer veriyor, otursun diye. Pek kibar bir insan. Ben hiçbir yaşlıya yer vermem. Teyzenin kocası, karısının başında ayakta dikiliyor. Yer istiyor sanki benden. Yaşlıysan benim suçum mu? İş yerinde pestilim çıktı. Depoda sayım vardı bugün. Say babam say. Ayaklarım ağrıyor. Başım çatlamak üzere. “Kimseye yer veremem” diyorum gayriihtiyari. Kafamdan geçenleri sesli söylememeliyim. Bazen ağzımdan kaçırdığım oluyor.  “Ah sağ ol evladım,” diyor teyze. Ayaklarını kenara çekiyor geçeyim diye. “Yer veremem” dedim ben. Yanlış anlaşıldım. Ya da daha fenası doğrusunu anladı da beni tongaya düşürdü. Amca geçiyor yerime. Mutlu mesut, karı koca, bir yastıkta, iki koltukta…           

Bense Dunganga ile dikiliyorum ayakta. Öbür yanımda da bir herif var. Tavandan sarkan tutamaçla sağ kolu bütünleşmiş. Yastık olarak kullanıyor kolunu. Mışıl mışıl uyuyor. Ayakta uyuyanlara gıpta etmişimdir. “Dunganga,” diyorum içimden “Şu herifin rüyasına girse ya.” Yol bitecek gibi değil. Sağa sola sallanıyoruz, öne arkaya. Beşikteyim sanki. Uyku bastırıyor, gözlerimi kapıyorum. Ve kendimi bir anda Dunganga ile beraber o adamın rüyasında buluyorum. Sık ağaçlarla çevrili bir ormanın içindeyiz. İlerde bir beşik var. Ağaçların arkasında gizleniyoruz. İyi bir ekip olduk. El hareketleriyle beni yönlendiriyor. Konuşmadan anlaşıyoruz. Eğilerek, sürünerek ilerliyoruz beşiğe. Öylece uzanmış göğü izliyor bir bebek. Eli kolu kıpır kıpır. Sağ yanımda bir ağırlık hissediyorum. Kolumda bir sepet var. Dunganga yok ama ortalıkta. Görevi kendi başıma tamamlamalıyım. Bebeğin başındayım. Bağıra çağıra ağlamaya başlıyor. Hiç es vermiyor. Ne ara nefes alıyor da ağlamaya fırsat buluyor bilmiyorum. Hiç oralı değilim. Çirkin bir bebek. Yüzü yamuk, kafası kocaman, suratı lekeli. Sepetime atıyorum hemen onu. Ve bir şarkı söylüyorum: Duuun ganga dunganga, duuun ganga dunganga.            

Gözümü açıyorum. Taş çatlasın bir iki dakika uyumuşumdur. Yanımdaki adam hâlâ uykusunda. Rüyasına girdiğimden habersiz. Dungangayı ise göremiyorum, inmiş olmalı. Zaten otobüs yarı yarıya boşalmış. Ben de bir sonraki durakta ineceğim. Bari adamı uyandırayım, durağını kaçırmasın. Kolunu dürtüyorum hafifçe. Tepki vermiyor. Bir daha dürtüyorum, ses seda yok. “Pardon” diye sesleniyorum bu sefer. Aynı tepkisizlik.  Kulağına yaklaşıp fısıldıyorum: “Dunganga”. Adam, “Efendim,” diyor, gözleri kapalı. “Yok bir şey.”

Kapıyı anahtarla açmaya uğraşırken Kadriye karşımda beliriyor. “Niye zili çalmıyorsun?” Başına lohusa tacı takmış. Daha yeni, hamile olduğunu öğrendi. Şimdiden başlamış. Bir eli karnında, gülerek bana bakıyor. Sesini incelterek başarısız bir taklit yapıyor: “Hoş geldin baba.” 

“Hoş buldum.”


Atakan Boran

Comments


bottom of page