top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Bahar Uysal Karakuş- Kintsugi ve 6.45

Duraktan kalkan otobüse ucu ucuna yetiştim. Kintsugi kursundan ancak çıkabildim. Kintsugi Japon felsefesinin amacı, kırılan bir nesneyi yeniden kullanılabilir hale getirmek. Bu felsefede kırılma bir eksiklik değil farklı bir var oluş biçimi. Leonard Cohen, şöyle demiyor muydu, “Bir çatlak var her şeyde ve ışık içeri öyle girer.” Kafamdaki çatlaklar için de aynı şey geçerli olur mu? Çatlak, çatlak sonuçta. Mevlâna da, “Yaraların ışığın içeri girdiği yerdir,” demiş. Gözümü seveyim ne manidar sözlerle yaşıyorum. Alıntılarla nefes alıyorum. Burundan nefes al, tut içinde yavaş yavaş bırak. O zaman ben kutsal bir ışık yumağıyım. Nerede mi? Halk otobüsünde. Arkadaşımla buluşmaya gidiyorum. Bu kursta kırılan vazoları, tabakları, çanakları platinle kaplıyoruz. Benliğimize de bu kaplamaları, onarmaları yaparken şu mesajı veriyoruz, “Yaralarım bana ait, onlar bir kusur değil, onlarla da yaşayabilirim.” Kusurlu güzelliği bulmak, kusuruna rağmen sevme yetini doğru bir şekilde göstermek, kulağa ne görkemli geliyor. Karşıdan geçip giden arabalar gibi düşünceler geçiyor zihnimden. Geçip gitmelerine izin veriyorum ama beni esir etmelerine kapatıyorum kendimi. Zihinsel hapishanelerden azat ettim ruhumu. Telefonuma baktım. Ekin mesaj atmış, “Ben indim durakta seni bekliyorum.” Tebessümle, “Tamam yoldayım,” diye yanıtladım onu.

Otobüsten dışarıyı izledim. Başımı içeri çevirdiğim anda, karşıda oturan bir adamın kotumun diz kapağındaki yırtık yerinden bacağımı dikizlediğini fark ettim. İfrit oluyorum böyle heriflere. Allah müstahaklarını versin. Koca çantamla yırtık yeri kamufle ettim. Oh, mis! Camdan dışarıya bakmayı sürdürdüm. Düşünceler nihayet sustu. Yine mesaj sesi. Ayça, “Kozmik markete geçtim,” diye yazmış. Bu gece aylaklık gecemiz. Onunla arada sırada sokak serserileri gibi avare bir şekilde dolaşmayı seviyoruz. Otobüs durdu. Yolcular indi. Telaşla bir kadın otobüse bindi. Tekli koltuğa oturduğum için yanıma yanaştı. Gülümseyerek, “Nerede ineceksiniz?” diye sordu. Şaşkınlıkla, “Kızılay'da,” deyiverdim. “Ah ayağım çok ağrıyor ikili koltuklarda oturamıyorum kızım, buraya otursam sana ayıp olmaz değil mi?”

“Yoo” diye yanıtladım. “Geçebilirsiniz. Burada çok boş yer var. Otururum birine, ayakta kalsam da fark etmez. Çünkü az kaldı ineceğim yere,” dedim ve boş bir koltuğa oturdum. O hâlâ sürdürdü açıklamasını. “Hasta olmasam böyle bir şey rica etmezdim, çok teşekkür ederim.” diye ekledi. “Sıkıntı yok,” dedim. Çok açıklama yapma huyunu bırakmaktan vazgeçmemek seni daha çok yoracak teyzem, dedim içimden. Ben Kızılay'da inerken tekrar teşekkür etti. Dünyada kendisine büyük bir yer bağışlamışım gibi şükranla baktı gözlerime. Bazen küçük bir iyilik yapmak daha çok insan yapıyordu beni ve bundan hiç gocunmuyordum. Dışarıdaki taze bahar akşamını burnumla kokladım. Acılarıyla kutsal bir azize olamamıştım ama farkındalığı yüksek bir kadındım. Ekin'in yanına doğru yürüdüm. Ödeme kuyruğunda beni görünce, sevinçle el salladı. “Sana da su aldım,” kremlerin yanında iki tane de su almış. Bu kız, terapiste gittiğimde beni aşağıda bekleyen, yağmurda, ıslak mor akasya çiçeklerinden bana bir tutam kopararak seanstan çıkmamı bekleyen sıkı bir dost. Böylesi iyilerin nesli tükeniyordu.

Ödemesini yaptıktan sonra kalabalığa karıştık. Karanfil Sokak'taki meyveli sigaralardan alacaktı. Adımlarımızı o tarafa doğru çevirdik. Karanfilli, vişneli, mentollü sigaralardan aldık. Yollar öyle kalabalık ki... Ara sokaklardan yürüdük. Bu sokaklardaki anılarını heyecanla anlatmaya koyuldu. Dershaneye gittiği zor günlerden, nohut oda bakla sofa bir gecekonduda geçen çocukluğundan, takı almak için para biriktirdiğinden bahsetti. Tenha bir sokaktaki tekel bayisine girdik, Behzat Ç. kılıklı adamlar için yandığımız ayların ertesi gecesinde, meşhur Behzat Ç. içeceğinden aldık. Kuğulu Park'ta serin havuzun karşısında oturduk. Karanlıkta ağaç altında sarmaş dolaş öpüşen sevgililer, uzaktaki yakınlarıyla görüntülü konuşan yabancılar, parkta oynayan çocuklar, parkın girişinde gezinen aynasızlar ve uzaklardan umarsızca bize doğru ışıldayan bir dolunay… Siyahlı beyazlı kuğulara bakarken, beni dürttü. “Milletin sevgilisine bak kızım,” diyerek iç geçirdi. “Boş versene onları, Ay'ın enerjisine uyumlan. Kuğulara baksana ne kadar zarifler.” Ay deyince, büyük bir gaf yaptığımı o an fark ettim. Ayrıldıktan sonra kullanılmaması gereken sözcükler sözlüğü herkesin farklı oluyordu. Unutmuşum. “Kızım, Ay dedin daha çok hatırladım şimdi. Moon-dın.” Eski sevgilisi Aydın'a hep öyle hitap ederdi. Moon-dın diye sayıklayarak çocuk gibi ağlamaya başladı. Başını dizime koydu, kumral saçlarını okşadım. Gözlerim doldu. Dolunayın ağırlığı çöktü üstümüze. Ben, her buluşmaya elinde TUS'a hazırlanırken çalıştığı notları getiren eski sevgilim işkolik Devrim'i; o da sudan sebeplerle kendisini hayatından çıkaran ayran gönüllü Moon-dın'ı yani Aydın'ı düşünüyordu. Devrim'le kaotik hayatıma köklü bir değişim geleceğini zanneden ben ve belirsiz geleceğini Aydın'la aydınlatacak olan iki harap kalp olarak, şişelerimizin dibini gördük.

Üşüyünce ayaklandık. Canlı müzik yapan kafelerin önünden geçtik. Hedefimiz, Tunalı’daki en sevdiğimiz kahveci durağı. O sırada kaldırımda ayakta bekleyen iki genç, “6.45’teki Doksanlar Gecesi’ne mi gidiyorsunuz?” diye sordu. “Hayır,” diye yanıtladık. “O zaman Doksanlar Gecesi’ne birlikte gidelim mi?” diye atıldılar. Ekin, “Biz bunun için biraz büyüğüz,” dedi. “Olsun,” dediler. Biz ileriye doğru adımlarken, “Biletinizi biz alalım, damsız almıyorlar, doksanlar klibinde koşan Mirkelam gibi size doğru yorulmadan koşmak istiyoruz,” diyordu yaklaşan sesler. Durduk. Arkamızı döndüğümüzde, karşımızda diz çökmeye başlayan iki sempatik genç adam gördük. Yalvarırcasına bize bakıyorlardı. Ekin ile göz göze geliyoruz. Gözümüzde bir ışık patlıyor. Bu ikimizin aynı şeyi düşündüğünü gösteren tanıdık bir onaylama bakışı. Bazen tek bakışla bile anlaşabiliyoruz onunla. Bizim tersi istikametimizde koşan hayırsız adam fantezilerinden sıyrılıyoruz o gece. Birbirine karşı şeffaf olmayan sırlar romantizminden de. Ekin bana doğru ileri geri giderek, “Bu yüzden her gece ben, her gece üzülmüşüm...” Mirkelam şarkısını söylemeye başladı. Bende şarkıya eşlik ederek, hareketlerini tekrarladım. Yakışıklı gençler sevinç çığlığı attılar. Yanımıza yaklaştılar. 6.45'e doğru konuşarak ilerlerken dolunayın ışığı çatlaklarımızdan içeriye doğru sızıyordu...


Bahar Uysal Karakuş

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page