top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Burçin Laçin Altay- Gül Kurusu Bavul

Gözlerimi kapatamıyorum. Oysa o kadar yorgunum ki! Kolumu kaldıracak halim yok, elim kolum nerede, bilmiyorum. Uyuşmuş, karıncalanmış her yanım. Bacaklarımda bir adım dahi atacak hal yok.

Birileri gelip geçiyor yanımdan sanki. “Heyy, buradayım,” diye haykırıyorum. Sesimi kimse duymuyor. Adımı söylüyor biri bağırarak.

“Deryaaa…”

Gözlerimi kapatamıyorum. Gözlerimden bir ışık gelip geçiyor, sanki içimi görüyor. Girse de bilemez ki onu nasıl sevdiğimi. Bir de onun beni nasıl sevdiğini, kimse bilemez! Onu ilk gördüğümde içime ılık bir nehir akmıştı. Esmer bakışlarıyla beni süzerken kalbim yerinden çoktan çıkmış, ona kaçmıştı.

Daha ilk buluşmamızda beğensin diye giydiğim diz üstü eteğimi nasıl da kıskanmıştı. Kendimi o kadar değerli hissetmiştim ki… Sevdiğine emindim, bir daha etek giydirmemişti bana ama olsun. Bakışları ne güzeldi, hep gözümün içine bakardı, utanırdım. Başka yere bakacak olsam hemen başımı çevirmemi isterdi, ondan başkasına bakmamı istemezdi. Bazen boynum tutulsa da beni seviyordu işte. Sevilmek ne güzeldi. Ben hiç sevilmemişim meğer diyordum, öyle üzerime titriyordu ki…

Gözlerimi hâlâ kapatamıyorum. Şu ışık da gitti uzaklara. Yıkanmayalı uzun zaman oldu galiba. Ekşi ekşi bir koku, kendi kokumda boğulacağım şimdi. O hiç sevmezdi kokmamı, sevdiği parfümü alırdım hep. Saçlarımı çok sever, asla boyatmamı istemezdi. Bir keresinde, “Biraz sarı gölge yaptırsam mı?” dedim de, “Ben seni böyle seviyorum, gölge yaptırsan kim sevecek, başkaları için mi yaptıracaksın?” diye bir anda vazgeçirdi beni. Neyse ki ona sormadan bir şey yapmıyordum.

Annem, babam sevemedi beni öyle. Sevgisiz büyüdüm, onun sevgisi dünyamı doldurdu. İlk evlendiğimizde her şey çok güzeldi; yavaş yavaş her şeye surat asmalar, sonra azar azar ittirmeler, sonra tek tük tokatlar… Yine de umudum vardı; o özünde iyi bir insandı, her kavgadan sonra dilediği özre inanmam bundandı.

Ah ışık yine geldi gözüme, her yerim sıkışıp kaldı sanki burada. Telefonum neredeydi? Telefonum… En son iş yerinden Oktay mesaj atmıştı, akşam vardiyasını değişelim, diye. Hatırladım ama o esnada telefonum onun elindeydi. Günlük rutin kontrolünü yapıyordu. Silinecekleri siliyordu. İyi bilirdi bu işleri, ben de ona güvenirdim. “Bu devirde güvenilecek kimse yok,” derdi. Yoktu. Haklıydı. Mesaj gelince telefonumu masaya vurarak parçaladı. Sonra başıma şiddetli bir darbe… Sonrasını hatırlamıyorum.

Gözlerimi kapatsam biraz. Kapatamıyorum, ışık yine gözümde, elim nerde göremiyorum, tutamıyorum, tutunamıyorum. Dışarıdan bir konuşma sesi geliyor. “Üç gündür boşu boşuna komşuyu sorguya çektik. O da ne pislik bir adam çıktı. Tam da boşu boşuna değil ama uyuşturucu, kumar ne ararsan var. Sayesinde aradığımız Uçak Mahir’i bulduk. Gerçi o da aşırı dozdan gencecik bir kızı öldürmüş dün. Bu kızcağız da komşudan kurtulayım derken babasına yakalanmış. Bir baba bunu kızına yapar mı? Vah vah!”

“Yapmaazz…” diye bağırıyorum. Kimse duymuyor. Babam neden yapsın? Tamam, sevgi göstermedi bana ama… Hem bir kız daha! Dünya, insanlık ne zaman bu hale geldi? İçimdeki bütün merhamet insanlığın üzerine aksa da temizlense zalim insanlık bir anda. Polisler konuşmalarında bana üzülünce yavaş yavaş gerçeği anlıyorum.

Zamanı geldi artık, ruhum ayrılıyor bedenimden. Hayat için biraz erken sanki, henüz yirmi iki yaşında değil miydim ben? İşte kapanmayan gözlerimi görüyorum. Ellerim yok. Neredeyim ben, yani bedenim nerede? O bir bavul mu? Tatile gitmek için yeni almıştık. Gül kurusu renginde, “Gülüm,” derdi bana, içinde beni kurutmuş oysa gül diye. İçine sıkıştırılmışım hem de parçalanarak. Ah yeni kırmızı oje sürdüğüm tırnaklarıma bak. Yıllar sonra tatil için zoraki izin vermişti de öyle sürmüştüm. İçi onun derisi dolmuş, sanırım onu biraz yolmuşum ama iz kalmasa bari. Çok dikkat ederdi cildine. Ah canım benim. Ah tırnaklarım... Bu kurumuş kan kokusu, çürüyen bedenimin kokusuymuş meğer. Hiç sevmezdi kokan insanı. Parfümüm çantamdaydı, her an hazır. Hiçbir şeyim yok şimdi, yarı çıplağım ve ellerim yok. Ellerim kesilmiş bileklerimden. Başım da. Gözkapaklarım yok. Kesilmiş. Kanlar akmış yüzüme. Yüzüm kandan gözükmüyor.

Ruhum biraz yükseliyor ve o oturuyor orada masumca. Boynundaki tırnak izlerimi kapatmaya çalışmış ama ben görüyorum. Kalkıyor, arkasını dönüp gidiyor. “Dur! Hey, yakalayın, kaçıyor,” diye bağırsam da beni yine kimse duymuyor. Beni parçalayan o, neden babamı yakaladılar ki? Gerçi babam da suçsuz sayılmaz hani. İlk dayakta eve geldiğimde beni “Kocandır döver de sever de,” diyerek geri göndermişti ya. Ben de sevgiden böyle olduğunu sanmıştım. Bir de babama borç vermişti. Para işte...

Yoksa babam mı üstlendi beni paramparça etme suçunu? Polis buna nasıl inandı ki, hayret. Öldüren çok vardı kızını ama parçalayanı hiç duymadım. Bir baba evladını parçalamaz. Hatta bir baba böyle bir suçu üstlenmez de ama… Tehdit mi etti yoksa? Belki de insanın içine bir kere nüfuz eden kötülük bütün ruhunu yavaş yavaş ele geçiriyor ve onu bir şeytana dönüştürüyordu. Babam da artık bir şeytandı. Onun şeytan olduğunu da önceleri öpmeye kıyamadığı dudağımı ilk patlattığında anlamıştım. Onlar da çok geç olmadan bunu anlamalıydı.

İyice uzaklaşıyor, korka korka gittiği, kısa her adımından sonra arkasına dönüp bakmasından belli oluyor. Bu telaşlı halinden bile suçlu olduğu anlaşılıyor, biri anlamalı. Nihayet bir polis silahını çıkarıp, “Dur!” diye bağırıyor. O hemen koşmaya başlıyor. Silah ateşleniyor. Neyse ki bacağından vuruluyor. Ona bir şey olursa ben ne yaparım...

Ben ne yaparım, ben ne yapayım artık? Sevgi dolu kalbiyle nasıl kıydı ki bana? Hayret içinde ruhum, ne çok seviyordu beni oysa. Herkesten kıskanacak kadar! Bilseydi karnımda bebeğimizin olduğunu, karnımı bu kadar çok deler miydi acaba? Hem de o ince maket bıçağıyla. Öğrenince çok üzülecek, keşke o zaman yanında olabilsem. Ah kalbim… Ruhum daha da yukarıdan bakıyor evrene; oraya saplandı gidemiyor bir yere.

Ben öylece bavulda paramparça duralı üç gün olmuş bile, saat gece yarısı, gözüme tutulan fenerlermiş o ışıklar. Beni bulmuşlar da bana ne olduğunu anlamaya çalışıyorlarmış. Şimdi her yerde sirenler. Ne anlamı var ki artık, ben gözlerimi kapatamıyorum. Başım var gövdemden ayrı, göz kapaklarım yok. Ellerim yok, kırmızı tırnaklarım var, içinde derisinin kalıntıları…

Bir polisin elinde bileğinden kopmuş elim, kırmızı ojeli tırnaklarımı tutmuş parmak izi alıyor. Acaba ben mi parçaladım kendimi, suçlu ben miyim? Çünkü o bana hiç kıyamaz.


Burçin Laçin Altay

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page