Karasinek
Odayı birkaç gündür istila eden karasineğin vızıltısı ile uyandım. Yataktan doğruldum, odanın içindeki uçuşunu izledim. O vızıldadıkça bana sinsi sinsi güldüğünü düşünüyordum. Yerinde durmuyor ki, aslında bir durabilse, hakkından gelirdim onun. Gözlerimi ovuştururken pencereye yöneldim. Perdeyi araladığımda görmeyi beklediğim bir sonbahar sabahıydı. Şehri esir alan bir sisle göze göze geldim. Ağzım açık bakakaldım. Pencerenin önü zar zor görünüyordu. Canım iyice sıkıldı. Perdeyi çekmeye davranır davranmaz bir silah sesi inletti ortalığı, ardından acı bir bağırış duydum. Korkudan olduğum yere kapandım. Birkaç dakika geçtikten sonra korka korka pencereyi araladım. Sisten başka bir şey görünmüyordu. Dışarıya kulak kesildim. Korkunun koluna giren merak kemirmeye başladı içimi. Zar zor duyulan bir inleme sesi geldi az sonra. Ne sesin sahibini görebiliyordum ne de hangi yönden geldiğini anlayabiliyordum. Hızlıca pencereyi kapattıktan sonra ambulansı ve polisi aradım. Telefonun diğer ucunda olan kişi ile konuşurken karasinek kulağımda duran telefonun üzerine kondu.
Maktul
Soğuk havalar “Ben geldim,” diye bas bas bağırıyordu ortalıkta. Evin kaloriferleri kış uykusundan uyandırılmanın sevincini yaşıyorlardı. Kaloriferler açılır açılmaz önce Emre’nin soğuktan diken diken olan vücudunu ısıttı, sonra da evin her yerine sinen, salondaki halının, kanepenin, dolapların altına saklanan soğukları kapı dışarı etti. Emre yarın gireceği vize sınavı için ders çalışıyordu. Kapının tıklatıldığını duyunca elindeki notları kaloriferin üzerine bıraktı. Bir yandan da babasından gelen mesajı okuyordu. Çoktandır yağlanmamış menteşelerin çıkarttığı rahatsız edici sesi ile açtı kapıyı. Kapıda tanımadığı bir genç vardı. Soğuktan al al olmuş yanaklarında titrek bir gülümseme donmuştu sanki. Kısa süreli bir bakışmadan sonra “Yanlış geldim herhalde,” dedi kapıdaki genç. Sinirini boşaltacak bir yer arayan Emre “Geldiğin adresi bilmiyor musun?” dedi öfkeyle. Kapıyı sertçe kapatırken de sunturlu bir küfür salladı gencin yüzüne. Uzun bir süre pencereden şehrin çirkin yüzünü seyretti. Babasının bu ay para gönderemeyeceğine canı çok sıkılmıştı. Sinirini de kapısını çalan gençten çıkarmıştı. Yaptığından pişman bir şekilde kapıya seğirtti. Kapıyı açtığında soğuktan donmuş bir sessizlik ile karşılaştı.
Katil
Sabaha kadar öfkesinden uyumamıştı. Dün akşamdan beri aklında tek bir şey vardı: Öldürmek. Yatağından fırladı, apar topar üstüne çekidüzen vermeden hazırlandı. Hışımla kapıyı açtı. Kirden görünmeyen ayakkabısının bağcıklarını sertçe sıktı. Apartman derin bir uykudaydı. Asansöre binmeden hızlıca merdivenlerden inmeye başladı. Apartmandan çıkar çıkmaz gözlerine bir perde çektiler sanki. Koyu bir sis vardı dışarıda. Şehir kör bir deve dönüşmüştü. Önünü zar zor görüyordu, yavaş adımlarla yürüyordu. Yarım saat sonra kapalı çarşıya vardı. Havadan dolayı kimse dışarı çıkmamıştı, sakindi ortalık. İşlerin kesatlığından satıcı sesleri de duyulmuyordu. Bir bıçak satıcısına yaklaştı, çeşit çeşit keskin bıçaklar sıralıydı önünde. Ucu gazete ile sarılı bir bıçak vardı kenarda. Onlardan birini alıp “Bunu almak istiyorum,” dedi donuk bir yüzle. Satıcı “Başka bir müşteri için hazırlamıştım onu ama sorun değil, onun için yenisini hazırlarım,” dedi gülerek. Bıçağın parasını adama uzatırken “Bıçağa bakmayacak mısın?” dedi satıcı. Arkasını dönmüş, giderken “Gerek yok, işimi görsün yeter,” dedi adam. Hızlı adımlarla kapalı çarşıdan çıkıp bir taksiye bindi. Gideceği adrese zar zor vardılar. Sis trafiği felç etmişti. Önünde durduğu apartmanın köşesine saklandı. Arada montuna sakladığı bıçağı yokluyordu. Çok geçmeden zayıf bir genç çıktı apartmandan. Tam köşeyi dönecekken orada bekleyen adamı gördü ve tanıdı. Ona doğru elini dostça uzatırken, karnına sert ve keskin bir cismin girdiğini hissetti. “Yandım anaam,” dedi bağırarak. İşini bitiren adam titreye titreye aceleyle oradan uzaklaştı.
Sis
Gecenin sessizliğinin üzerine gri bir örtü örterek geliyordu sis. Sessizliği uyandırmadan ilerliyordu şehrin içinde. Sabaha az bir zaman kalmıştı. Şehrin sakinleri uyandıklarında sis tarafından yutulan bir şehirle karşılaştılar. Bu kadar koyu bir sisi görmekten endişeye kapıldılar. Şaşkınlıktan kocaman açılan ağızlarını kapatıp perdeleri çektiler. Sis dans ede ede şehri dolaşıyordu. İşine gücüne koşan insanların tedirginliğini gördükçe coşuyordu. Önüne çıkan ne varsa elindeki görünmez fırçalarla anında boyuyordu. Şehrin sırtındaki beton yükleri, sokaklarını, sokaklarda mışıl mışıl uyuyan arabaları, gittikçe nesli tükenen ağaçları boyarken feryat eden birinin sesini duydu. Elindeki fırça durdu, sağına soluna bakındı, kulak kesildi sonsuz gri gövdesine. O feryattan başka ses seda duymayınca önüne çıkan ne varsa boyamaya devam etti.
Bıçak
Meşeden yapılmış sapımı keskin yüzüme taktıklarında doğduğumu hissettim. Tıpkı yeni doğan bir bebek gibi. Ağlamadım ama. Ustamın biraz da dikkatsizliği nedeniyle başparmağını azıcık yaladım. Bendini aşan birkaç damla kan üzerime yapıştı. Böylece kanın tadını ilk kez almış oldum. Bir mayhoşluk titretti tüm vücudumu anında. Ustam üzerimdeki kanın izlerini sildikten sonra kendime gelebildim. Bu dünyaya sadece kan dökmek için gelmemiştim elbette. Meyve de soyacaktım, ekmek te kesecektim. Beni tutan eller hangi niyetle ellerini alıyorsa ona göre fiil işleyecektim. Kısacası onlar sorumlu olacaktı yaptıklarımdan. Daha doğalı bir saat bile olmamışken ustam beni bir gazete kâğıdına sardı. Önce ne olduğunu kavrayamadım, daha sonra ustamın konuşmalarından anladım gideceğimi, soğuk bir rüzgâr yaladı bedenimi. Üzerimi örten gazete, korkumu ve tedirginliğimi daha da arttırıyordu. Çok geçmeden beni kavrayan bir el tarafından karanlık bir odaya kapatıldığımı hissettim. Arada bana uzanan titrek bir elin beni okşadığını anlıyordum. Hafifçe sallanıyordum, nereye gideceğimi düşünürken uyuyakaldım. Bir böğürmenin kulaklarımdan içeri girmesiyle uyandım. Uyanır uyanmaz gözlerime, ağzıma dolan kanın sıcaklığı sardı bedenimi. Gözlerimi silmeye çabalasam da beceremedim. Bir cinayetin acımasız izlerini taşıyordum, acı dolu bir bağırışın arkasından sicim gibi gözyaşı dökecek olanların varlığı bunalttı ruhumu. Gözlerimi açtığımda bir çöp konteynerinde olduğumu anladım. Etrafımda binbir koku geziniyordu. Bebek bezleri, sigara izmaritleri, çikolata ambalajları, yemek artıkları ve daha bir sürü çöp etrafımı sarmıştı. Nerede olduğunu bilmediğim bir sokağın çöpünde polislerin beni bulmasını bekliyordum.
Cindi Yıldırım
Comentários