Ah, Kara Murat! Şu çektiklerim hep senin yüzünden.
Haziran ortasında Hıdırellez Tepesi’ne panayır kurulur. Eylülün sonuna kadar kalır. Uçan salıncaklar mı istersin dönme dolap mı? Çarpışan arabalar mı istersin, atlıkarınca mı? Şakalı dondurmacısı, pamuk şekercisi, çekirdekçisi, dönercisi, macuncusu, efendisi, iti, kopuğu, yaşlısı, genci, karısı, kızı, çoluğu, çocuğu, kedisi, köpeğiyle tüm kasaba da orada olur. Ha bir de açık hava sineması kurulur meşeliğin karşısına. Ben en çok sinemayı severim. Ötekiler hep paralı adam işi.
Annem evde kilim dokur durmadan. Siparişleri yetiştirmesi lazımmış. Bu yüzden ne Hıdırellez tepesine çıkabilir ne de bir yolunu bulup filmleri izleyebilir.
Filmci Ziya'nın oğlu Ali, ağaçları kontrol eder film başlamadan. Film başladıktan sonra çekirdekle gazoz satar tahta sandalyelere kurulmuş olanlara. Dün sandalyelerin hemen yanındaki meşeye çıkmıştım. İyice saklandım ha görünmeyim diye. Yine de Ali aradı, buldu beni. Taşlaya taşlaya indirdi. Koluma, sırtıma gelen taşların yeri mosmor oldu, hâlâ sızlıyor. "Ali, dallar da senin değil ya!" dedim, dinlemedi bile. Küfrü yağmur yaptı, yağdırdı boyumdan aşağıya.
Babam yanımızda olaydı alırdım biletimi, Ali’ye baka baka otururdum en ön koltuğa. O gün de gelecek elbet! Anam hep diyor zati. Ben daha bebeyken İstanbul’a çalışmaya gitmiş. Yükünü tutmadan gelmezmiş. Dağ gibi adammış babam, taşı sıksa suyunu çıkarırmış. Bıldır anam çarşıda Kara Murat filminin resmini gördü de, “Aha,” dedi, “aynı böyle baban da!”
Ondan beri Kara Murat atına binip binip gelir rüyama. Kolumdan tuttuğu gibi terkisine oturtur beni. Dört nala dağlara doğru sürer atı. Sevincimden kanatlanıp uçuyorum sanırken uyanırım.
Ali’yle aram iyiyken, adam yerine koyup bir ona anlattım babamın Kara Murat’a benzediğini. “Yok ülen,” dedi, “Kara Murat kim, baban kim…” O sinirle bir yumruk indirdim karnına. Sonra kaçtım, kurtuldum elinden. Ondan beri gıcığız birbirimize.
Sağa sola atılmış şişeleri, tenekeleri toplamak için sabah gün ışırken çıktım evden. Panayır alanından bir iki torba toplayabilsem satarım Hurdacı Hasan’a. On lira verir elbet. Bir ekmek iki yumurta eder. Az mı? Babam gelsin bir koli yumurta aldıracağım. Yarısını haşlayacağım, yarısını tereyağına kırıp dürüm yapıp yiyeceğim.
Ben tepeyi tırmanana kadar gün iyice ısıttı ortalığı. Terin suyun içinde kaldım. Bir de ne göreyim, Ali. Nereden bulduysa yakmış bir cigara, essahtan içebiliyormuş gibi tüttürüyor.
"Ülen Ali, hiç mi vicdanın yok. Şuna bak her yerimi morarttın,” dedim.
Yüzü kasap süngeriyle silinmiş sanki, aramızda husumet yokmuş gibi, “Cigara içen mi?” dedi. Bir denesem mi diye düşündüm ama bu hıyar hem bana içirir hem de gider anama şikâyet eder. “Seni babana diycem,” dedim. Kovalayacak gibi yaptı. Ben koşunca vazgeçti. “Akşam elbet gelirsin sen!” diye bağırdı arkamdan.
Bugün film başladıktan sonra arkadaki ceviz ağacına tırmandım usulca. Yaprağı gür. Baksa da göremez öyle kolaycana. Meşeleri hep kontrol etti Ali, bulamadı tabii beni. Buraya ses çok iyi gelmiyor ama Kara Murat'ın her bir yaptığını görüyorum. Kaleden aşağıya bir sıçrayışı var, atını düşmanın üstüne dört nala bir sürüşü, bir kılıç savurmasıyla beş kişiyi birden yere serişi var. Ah, Kara Murat! Senin yüzünden çekiyorum bu rezilliği. Yoksa film sevdalısı falan değilim ha!
Evimizde babamın tek bir resmi var. Aynanın köşesinde asılı. Beyaz bir gömlek giymiş. Güneş vurdukça solmuş yer yer. En çok da yüzü...
“Ana, babam ata biner miydi?” diyorum.
“Binmez mii?” diyor.
“Kara Murat gibi bir sıçrayışta mı?” diyorum, “Atını dörtnala kaldırır mıydı? Şimşek gibi koşturur muydu?” diyorum.
“Tabii, tabii…” diyor önündeki kilime bukağı motifi işlerken.
Ata biner gibi oturuyorum dala. Cebimde karpuz çekirdekleri. Film başladı. Kara Murat atını şahlandırdı, sonra yönünü bana doğru çevirdi dört nala koşturdu. Aynı rüyamdaki gibi. Sanki az sonra beni terkisine bindirip uçarcasına bulutlara doğru yol alacağız.
Ben filmin heyecanına kapılmış giderken aşağıdan bir taş geldi, bacağımı sıyırdı geçti. Bir baktım Ali. Bulmuş beni. Bir taş daha, bir taş daha. Üst dala tırmanayım, diye eğilip ayağa kalkacakken bir taş geldi tam kaşımın üstüne isabet etti. Gözüm karardı, sallandım, dengemi kaybettim. “Düşüyorum, düşüyorum,” derken bir de baktım Kara Murat beyaz gömleğini giymiş, atını koşturuyor bana doğru. Tam yere değeceğim zaman kolumdan tuttuğu gibi bindirdi terkisine. Karanlıklar aydınlığa döndü. Sonsuz bulutlara doğru sürdü atını.
Elif Dirican
Comments