top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Elmas Tunç- Lâl Gurbet

"Artık anadili büsbütün işitilmez olmuştu. Hasan köşeye büzüldü; bir şeyler soran olsa da susuyordu, yanakları pençe pençe, al al olarak susuyordu. Portakal bahçelerine dalmış, göğsünde bir katılık, gırtlağında lokmasını tutamamış gibi bir sert düğüm, daima susuyordu.”

                                                                                                Refik Halit Karay, Eskici

 

Genç kız, kulağında bluetooth kulaklık olduğu halde bir yandan makyajını yapıyor, diğer yandan cep telefonundan arayan kuzeniyle görüşüyordu.

"Okey kuzi. Ben de hazırlanıp çıkarım birazdan. No problem. Sıkılırsak... Bilmiyorum ki. Müthiş acıktım da. Imm. Yok be. Kiss you. Bye."

Aynada saçlarını kabarttı. Kendine göz kırptı. "Ateş ediyosun bebeğim,” diyerek telefonunu kendine doğru tutup özçekim yaptı. "Aile yemeğine" diye not düşüp sosyal medyada paylaştı. Paylaşımın üstünden çok geçmeden alevler atıldı, kalplere basıldı.

Genç kız evden çıkıp kapıyı kapattığında duvarda asılı siyah-beyaz fotoğrafın olduğu ahşap çerçeve, sağa sola sallandı. Yan yana durmuş, kolkola poz vermiş ihtiyar karı koca birbirine bakıp cık cıkladı.

*** 

Hayfa'dan trene bindi yağız delikanlı Hasan. Halasının yanında rahat eder denilerek gönderilmişti nice vakit evvel öksüz ve yetim yavrucağız. Baktığı şimendiferin camında bu kez seneler önceki keçiler otlayan başı dumanlı dağların yerinde ayrılığın hüznüyle benzi sararmış sıra sıra insancıklar görünüyordu. Belki de öyle görmek istiyordu içi çocuk, yaşı yirmi bir olan genç. Alıştığı neydi? Yaşadığı yerin dili miydi yoksa dilsizliği miydi? Derin derin içini çekti. Sinesinde koşturan atları dizginleyemediği bir helecan vardı. Onu geri dönmeye karar verdiren o günü düşündü.

Seneler sonra ikamet ettiği evin sokağında bir kez daha sesini duyup tanıdığı eskiciyi bu kez bırakmaya niyeti yoktu. Aklına ne gelirse sordu.

"Neden geri dönmüyorsun memleketine?"

"Dönemem."

"İyi de niye?"

"Dönemem, anla işte."

"Kabahatin çok mu büyük?"

"Büyük ya."

"Oralarda kimin kimsen var mı?"

Eskici başını öne arkaya salladı. Gözünden bir-iki damla yaş süzüldü. Hasan konuyu değiştirdi.

"Burada yalnız mısın?"

"Değilim. Nikahlandım. Bir zevcem iki de evladım var."

Hasan omuz silkti.

Burada konuşabildiğim tek kişi sensin. Halamgille birlikte yaşıyorum lakin bir nehrin üstünde gibiyim. Aramızdaki köprü yıkılmış sanki. Geçemiyorum karşıya. Meramımı aktaramıyorum. Boğuluyorum bu ruhu çekilmiş topraklarda. Daha bir öksüzüm. İşte bu yüzden gitmek istiyorum anayurduma.

İyi tanıyordu bu hissi ayakkabı tamircisi adam. Bu sebeple başı aşağıya düştü, omuzları daha bir çöktü. Üstündeki gamı atmak istercesine silkindi, ayağa kalktı. Muhatabının gözünün içine bakamadı. Biliyordu ki bakarsa kavrulacaktı. Bir şey diyememenin, yetememenin acısını ta sinesinde duyumsadı. Boğuk bir sesle sonraki bir vakitte tekrar geleceğine söz verdi. Hasan'ın sırtını sıvazladı ve gitti. Hasan kalakaldı. Başını kaşıdı. "Tamam da hangi vakit?" Sorusu içinde düğümlendi. Adamsa çoktan gözden kayboldu.

Nice bekleyişten, gözünü kulağını sokağa emanet edişten sonra nihayet eskicinin elinde bir kâğıt vardı. Bir adres yazıyordu. Delikanlıya uzattı onu. Hasan'ın gözleri sevinçle parladı. Elinde tuttuğu kâğıdı cebine soktu ve adama teşekkür edip eve koşturdu. Memleket hasretiyle tutuşmuştu bir kez yüreciği. Dilini lâl gurbetin sessizliğine gömmesi onu senelerdir canlı bir cenazeye çevirmişti. Bir vakit konuşamadığı cümleler şerare olup kavurdu içini. Ateşi ağzına götüren Musa Peygamberi anımsadı. Dilindeki peltekliği duyumsadı. Bununla beraber çocukluğunda askerlerin sırtı kambur, uzun bacaklı hayvanları gösterince "Gemel, gemel," dediklerini de hatırladı. Yüzünde acı bir tebessüm belirdi.

Raylar uzadı, tıkırdadı, Hasan yola baktı, göğe baktı. Sema şenelmeye, dağlar yeşermeye durdu. Nihayet sisli hatıralar içinde vapura bindi Hasan. Dudaklarına bildik bir gülümseme yerleşti. Burnuna da memleket havası. Yolcularla selamlaştı, konuştu, gülüştü, çığrıştı. Suskunluğuna inat. Filistin'de öğrendiği lisanı da terk etti dağların ardına, halasının gözü yaşlı vedasına. "Meas selâmeh," diyen ev ahalisine o da karşılık verdi. "Selâmetle." Bıkmadan, usanmadan biteviye söyleyebilirdi.

Taaccüple etrafına bakındı. Yol değiştikçe giyimler, sesler, kokular, renkler değişiyordu. Değişmeyen tek şey Hasan'ın içindeki çocuktu. Bastığı vatan toprağını öpmek, herkesi, her şeyi kucaklamak, mazinin ana şefkatiyle sarmalayan kollarında koşturmak istiyordu. Elinde valiziyle evvela Kanlıca taraflarına yöneldi. Anası hastayken kapıya gelen içinde yatak serili beyaz boyalı hasta otomobilini düşününce boğazına bir yumru oturdu. Yutkunamadı. Mahmut duruyor muydu hâlâ? Görse tanır mıydı? Gelip geçenlere baktı. Takım elbiseli, şapkalı adamlardan birini durdursa falancayı tanıyor musun dese? Dizleri titriyordu. Herkes başkaydı. Lisanları aynı ama halleri farklıydı. Cesareti kırıldı.

Bir kahvehaneye daldı. Acıkmıştı. İçi ısınsın diye bir çay söyledi. Çay kaşığı tıkırtılarının yer yer öksüren, tıksıran, homurdayan insanların mırıltılarını, çınlayan kahkahalarını da katıp karıştırdığı tütün dumanı sarmış dükkânda yeşil çuha örtüsü serili boş masalardan birine yanaştı. Ahşap sandalyeyi kendine doğru çekti, oturdu. Zemine değen sandalyenin ayağı gıcırdadı. Rengi soluk bavulunu usulca yere bıraktı. İri kıyım kahveci çırağı, elinde tuttuğu metal yuvarlak tepsiden aldığı hafif sararmış sıcak çay bardağını müşterinin önüne uzattı.

"Hoş gelmişsin beyim!"

"Hoş bulduk!"

"Buralardan değilsin herhalde."

"Değilim. Yeni geldim."

Ağzından bir anlık boşlukla dökülen cümleye kendisi de şaşırdı. Elini cebine soktu. Eskicinin ona uzattığı adresi sordu. Çırak bildiği kadarıyla tarif etti. Hasan teşekkür etti. Çayını bitirdi ve dışarıya çıktı. Güneş, turuncudan kızıla dönmeye başladı. Denizin köpüklü dalgaları da hafiften mora çalıyordu.

***

Hasan ilk geldiği günlere göre üstündeki yabancılığı atmış, İstanbul'a epey alışmıştı. Tevafuk eseri, çocukluk arkadaşı Mahmut’un bir kavgayı ayırmak isterken bıçaklandığını ve öldüğünü öğrenmişti. Bıçaklayan ise eskicinin oğullarından biriydi. Hasan cüzdanını yankesiciye çaldırmasaydı belki yolu karakola düşmeyecek ve karakolda bu malumata ulaşamayacaktı. Mukadderat işte.

Güzeller güzeli Huriye'nin de polis memuru Cevdet'in kızı olduğunu öğrenince müstakbel kayınpederini izdivaca razı etmek için az uğraşmadı.  Cevdet de kızını Hasan'la evlendirdiği için hiç pişman olmadı. Yeni evliler, zaman zaman yokluk çekseler de ne sevgileri azaldı ne saadetleri. Yıllar, âdeta fırça darbesiyle alınlarında ve göz kenarlarında kırışıklıklar bırakmış olsa da Hasan'ın ve Huriye'nin çehreleri hep mütebessim kaldı. Saçları pamuk tarlasına dönüp belleri büküldüğünde hastalıklar da kapısını aşındırır olmuştu bu yaşlı çiftin. Huriye Hanım'ın gün gün öksürüğü arttı. Akabinde gece terlemeleri de. Hasan Efendi üsteledikçe, "Yok bir şeyim bey, üşüttüm galiba. Üzerine afiyet. Ihlamur kaynatırım geçer," diyerek geçiştirdi hekime görünmeyi. "İnce hastalık" sinsice yerleşmişti Huriye Hanım'ın ciğerlerine, kiraladığı evden çıkmayan arsız kiracı misali. Nihayetinde bu müzmin illet gittiğinde kadıncağızı da götürdü beraberinde öbür tarafa. Hasan Efendi'nin teessürü tarifsizdi. Zevcesi yoksa orası ona yalnızca gurbetti. Her namazın ardından ellerini açarak ahiretteki sılasına tez vakitte kavuşmak için çokça niyazda bulundu.

Dualarının teehhür tezahürü müydü bilinmez, altmış darbesinden beş sene sonra hayata gözlerini yumduğunda, çocukları ve torunları Hasan dedeleri için epeyce gözyaşı döktü.

Yıllar sonra rahmetli Hasan'ın lâl olmuş memleketinin silüeti değişip Arapça, Rusça, Çince ve İngilizce gibi bilumum tabelaların işgal ettiği muhtelif semtlerden birinde bir restoranda aile anılarını dinleyen torunların torunları Huriye ve Hasan'ın aşkını sosyal medyada paylaşırken "boomer" dedikleri kuşaktan insanlar, kendi aralarında Müzeyyen Senar dinleyip Tik Tok’ta dans videosu çekiyorlardı. Gençlerin kendi hesaplarında siyah-beyaz fotoğraf karesini şu sözlerle paylaşması viral olmuştu ve postlarına sürekli bildirim geliyordu.

"İnanılmaz bir love bombing beybiler. Biz şok! Bir de bizdeki şansa bak. Erkekler kapatılsın. Kapatılsın nedir ya? Çok cringe değil mi? Dislike atıyorum. Ok boomer. Yıkıl. Bizim gibi düşünenler +1. Bu yoruma düştüm resmen. Bu beğeni sayısı şaka mı?"


Elmas Tunç

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page