Sırtında çantası, metro durağındaydı. Beklerken geleni geçeni izlemek adet olmuştu artık. Dalgınlığını korna sesi bozdu. Tünele doğru baktı. Sesten sonra ışıklar göründü. İlgisini çeken, farları değil tepesindeki numarasıydı. Beklediği trendi bu. Tünel içinden, trenin hızıyla gelen serin hava, kolunun tüylerini diken diken etmeye yetmişti.
Her seferinde doğru yerde miyim diye düşünürdü. Hatta bazen kendi kendine bahse girdiği bile olmuştu. Kapıyı denk getirebilmek için her bekleyişte farklı yerde dururdu. Tren hızla önünden geçti. Kaç vagon geçtiğini sayamadı. Hızına aldanıp bazen durmadan gidecek diye düşünmeden edemiyordu insan. Durunca gördü ki kapıyı gene denk getirememişti. Ama yaklaşmıştı.
Kendiliğinden açılan bu kapılara bayılıyordu Cevdet. Acayip keyif alır, ayrıcalıklı hissederdi kendini. Sen geliyorsun, içeri gireceksin ve kapılar seni buyur için açılıveriyor.
Üç adımla vagonun içindeydi. Öğlen saatleri olduğundan kalabalık değildi. Gene de oturacak yer bulamadı. Körüğün olduğu bölümdeki köşeye yerleşti. Ayakta kalınca sırtını dayayacak yer arardı. Kapıya doğru baktı. Camda yapıştırılmış, “Lütfen kapıya yaslanmayınız,” uyarılı resme daldı. Tam da oradaki gibi biri çoktan kapıya yaslanmıştı bile. Gülümsedi.
Ne çabuk gelmişlerdi bir sonraki durağa. Kıvırcık saçlı bir kadın girdi açılan kapıdan ve gelip önünde durdu. Gözlüklerinden nereye baktığı belli olmuyordu. Cevdet gözlerini kaçırdı. Kaçırınca küpesindeki sol anahtarı dikkatini çekti. Kulağında güzel durmuştu. Trenin hareketiyle kadın tutunacak yer aradı.
Yolculuk esnasında tavanlara monte edilmiş ekranlara bakardı ara ara. İstemeden de olsa dalardı. Adamın eski oyuncak minibüsü söküp, yeniden monte edişini izledi. Ben de yapabilir miyim diye sordu kendine. “Yok ya yapamam. Alet lazım buna.” Reklam videoları başlayınca kafasını yeniden kıvırcık saçlı kadına çevirdi. Gözleri küpesindeydi gene. Gerçekten yakışmıştı. Sevgilisi olunca bundan almalıydı ona.
Trenin hızlı olduğunu fark etti. Küpeye bakıp ekranda göz gezdirirken sonraki durağa geliveriyorsun. Işıklar bir yanıyor bir sönüyor, birileri iniyor birileri biniyordu. Aynen dünya gibiydi tren.
Kapı açılınca iki genç ellerinde gitarlarla bindiler. Tam da Cevdet’in yanındaydılar. Ona yakın olan, kılıfından gitarını çıkardı. Arkadaşı ise yere serip üzerine oturdu. İçi boştu. Kıvırcık saçlı kadın kenara çekilerek Cevdet’in sağ tarafına sığınmıştı. Küpe ters tarafında kaldığından artık göremeyeceğine üzüldü.
Gitarını çıkaran delikanlının, üzerindeki tişörtün armasından lise öğrencisi olduğu anlaşılıyordu. Bu arada tüm bakışlar, bazıları gizli de olsa onların üzerindeydi. Hemen diplerinde Cevdet vardı. Bu iyi miydi kötü müydü bilemedi.
Diğerine göre daha uzun boylu olan delikanlı, gitarını omzuna astı. Hem çalıp hem söylemeye başladı. Vagonun havasından mı, yoksa çalanın becerisinden mi kulağa hoş geliyordu söylediği şarkı. Herkes sohbeti bırakmıştı. Gözler olmasa da herkesin kulağı onlardaydı.
Kimi dışarıyı izliyor, kimi vagonu. Şarkıyla birlikte insanların suratlarında anlamsız ifadeler belirmişti. Gitarcı vagonu hızlıca turladı. Şarkısını bu tura göre ayarlamıştı. Arkadaşı başka bir telaşın içindeydi. Oturduğu yerden kalktı. Fermuarını açtığı boş gitar kılıfıyla şarkısız turluyordu. Bir taraftan da, “Bize destek olur musunuz?” diye bağırıyordu.
Bazıları kılıf önüne gelince oralı olmuyor, bazısı ise cebinden çıkardığı parayı kılıfın içine atıyordu. Para atanları görünce Cevdet de elini cebine soktu. Parasını hazırladı, avucunun içinde bekletti. Kıvırcık saçlı kadına doğru baktı tekrar. Kulağındaki sol anahtarlı küpeyi hâlâ göremiyordu.
Elli lirayı gözden çıkarmıştı. Avucunun içindeki parayı kılıfa atmak için sabırsızlanıyordu ki o anonsu duydu. “Lütfen trenlerde dilencilere para vermeyiniz.” Eli tekrar cebine gitti. Çıkarken avucu boştu. Sol tarafında, kapıya yakın oturan yaşlı kadın söylendi kendi kendine. “Bıktık bunlardan da. Kafa kaldırmıyor vallahi.” Yanındaki makyajlı kadın destekledi onu. “Sorma abla ya! Kimse de bir şey demiyor bunlara.” Cevdet yanındaki sesle irkildi. “Ne diyecekler ki çocuklara. Bırakın çalsınlar.” Sesin sahibi kıvırcık saçlı kadındı. Konuşmak için kafasını çevirince Cevdet yeniden sol anahtarlı küpeyi gördü.
Tren yavaşladı. Durağa geliyordu. Şarkı söyleyen genç gitarını kılıfına yerleştirdi. Fermuarı hızlıca çekti. Kafasını kaldırmadan bağırdı. “Eko haydi çabuk ol, iniyoruz.” Diğer kapı önündeki bağırarak karşılık verdi. “Tamamdır aga.” Elinde parayla bekleyen gözlüklü, takım elbiseli adam elini cebine soktu. Onun yanındaki gençlerle aynı yaşta olduğu gözden kaçmayan genç kız vardı. Cevdet onu da çantasını kapatırken gördü.
Durakta kapılar açılınca ikisi de bir anda yok oluverdiler. Kapanması gereken kapılar kapanmadı. Vagon sakinlerinin aklına ilk olarak arıza gelse de aslında sebebin şarkıcılar olduğunu herkes tahmin etmişti. O sırada kapıların her ikisinden de hızlıca iki güvenlik görevlisi girdi trene. Sağa sola bakındılar. Gözleri dikkatlice arandı vagon içinde.
Cevdet’e yakın kapıdan giren güvenlikçi, tam önünde durmuştu. Cevdet görevlinin gömleğindeki armaya baktı. Polislerinkine benziyordu. Kuzeni polisti. Geçen bayram babasını ziyarete üniformasıyla gelmişti.
Adamın elindeki telsizden gelen sesler parazitlerle daha da anlamsızlaşıyordu. Sağ elindeki telsiz ağzının hizasındaydı. Telsize değil de vagondakilere seslendi. “Buradaki dilencileri gören var mı?” Bu sorunun muhatabı yoktu. Ortaya söylenmişti. Cevabı da yoktu. Kimseden ses çıkmadı.
Kapıya yakın oturan kadınlar bile başka tarafa baktı.
Erkan Sevindik
Comments