"Nerede o eski İstanbul beyefendileri!"
Bir adam omuzuna çarpmıştı. Kaba adam, bir özrü bile çok görmüştü. Kısa bir şaşkınlıktan sonra zarif eliyle etrafı gösterdi. "Baksanıza pazarlar bile eskisi gibi değil," dedi Cahide. Ne çok isterdi Sıtkı, onunla sakin bir yerde oturmayı, konuşmayı, ona karşı olan duygularını açmayı. "Doğru diyorsunuz Cahide Hanım, şimdiki insanlar çok farklı." Gürültüden sesini duyurduğundan emin olamadı. Bir elinde pazar arabasını diğer elinde çocuğunu sürükleyen bir kadın yolunu kesti, geride kalan Sıtkı adımlarını hızlandırdı yetişebilmek için. Cahide kadar dinç değildi.
"Ne yalan söyleyeyim, eski günleri özlüyorum Sıtkı Bey, eski insanları, eski evleri... Tüm geçmişi. Tüm sevdiklerimiz öldü ve biz kaldık. Ya onlar hiç ölmeseydi ya da geri gelmelerinin bir yolu olsaydı."
Cahide'yi sadece semt pazarı kurulduğunda görebiliyordu, yardım bahanesiyle etrafında dolanıyordu. Cahide pek istekli değildi fakat hayır da demiyordu, onun aklı alacaklarındaydı. "Evladım beş kilo kereviz ver oradan, on kilo da patates." Sıtkı, "Ben de özlüyorum," diye konuşmayı devam ettirmeye çalıştı.
"Yalnızlık çok zor, çocuklar da eskisi gibi gelmiyorlar artık. Arkadaş, eş dost da kalmadı ki..."
Eşi Behice vefat edeli bir seneyi aşmıştı, artık yalnızlıktan daha rahat söylenir olmuştu, özellikle Cahide'nin yanında ama öteki pek oralı değildi. "Bana kalsa," dedi Cahide ve derin bir nefes aldı, söyleyeceği şeyde tereddüt eder gibi bir hali vardı.
"İnsanların sevdiğim, gördüğüm, alışık olduğum hallerine geri döndürürdüm ve öyle yaşar giderdik. Herkes sevdikleriyle. Güzel olmaz mıydı?"
"Güzel olurdu tabii ya," dedi ama düşüncelere dalmıştı Sıtkı. Behice'yi özlüyordu özlemesine fakat şu an tek istediği Cahide'ydi. Ayrıca Cahide'nin eşinin de geri gelmesini istemezdi. Kalsın olduğu yerde!
Akşam yürüyüşlerinde yolunu sıklıkla Cahide'nin sokağına düşürüyordu. Ahşap evdeki ışıkları merakla gözlüyor, içeridekilerin kim olduğunu çıkarmaya çalışıyordu. Evden gelen sesler, kalabalık, onu şaşkına çeviriyordu. Tekrar yalnızlıktan dem vuracaktı, belki bu sefer davet ederdi.
"Bazı akşamlar ne yemek yapacağımı şaşırıyorum artık hanımefendi. Tek boğaz da olsa, insan istiyor sıcak yemek olsun, hatta bazen istiyor ki önüne koyacak biri olsun."
Mahcup mahcup gülümsedi ama Cahide'nin gözlerine ulaşamadı. Cahide çileklere bakıyordu o sırada, aldı birini, kokladı.
"Her şey değişti artık beyefendi, çilek bile eskisi gibi kokmuyor. Çocukluğumuzda bir çilek alırdı annem. Mis mis. Reçel kavanozunu açtığımızda bile ev taze çilek kokardı. Şimdikilerin eve gidene kadar kokusu kalmıyor."
Sıtkı'nın omuzları düştü, bu akşam da yalnız yemek yiyeceğini anladı.
"Bazen insanları da reçel kavanozlarına koysaydık diyorum, koysaydık da özlemimizi giderseydik... Sizce de güzel olmaz mıydı? Kokularıyla, sesleriyle evi dolduran yakınlarımız?"
Sıtkı ürperdi. Aklına rahmetli karısı geldi tekrar. Onu sevmişti. Bazen özlediği de oluyordu ama... Sonra diğerleri de geldi aklına, babası. Sadece sesiyle bile odasına saklanmasına sebep olan, korkusundan karşısında bildiğini bile söyleyemediği o sert adam. Hayır, hayır, giden kalsın olduğu yerde! İnsanlar rahatsız edici düşüncelerden kolaylıkla kaçarlar, bu onların hayatta kalma yöntemlerinden biridir. Sıtkı da aynen öyle yaptı, tüm bu düşüncelerden hızla kurtuldu.
"Ben akşam için balık alayım en iyisi. Sever misiniz buğulamayı?" Bir Boğaz yahu! Beni de çağırsaydın ne olurdu be kadın! Bir eksik, bir fazla, koca evde, onca davetli arasında varlığım hissedilmezdi bile... Aslında merak da ediyordu, bunca yemek, bunca hazırlık...kimin için? Kadının ilgisiz tavırlarına rağmen ona karşı duyduğu ilgiyi dizginleyemiyordu. Kendini Cahide'nin kolunda hayal ediyor, şık hanımlar, yakışıklı beyler arasında Cahide onu takdim ediyordu. İkisi de dul, ikisi de yalnız, neden olmasın? Aklına geleni hemen söze aktardı.
"Cahide hanım da benimle balık yemek isterler mi acaba?"
Cahide'nin gözleri büyüdü, eveledi geveledi.
"Yok beyefendi, gelemem ben... Benim... Benim bu akşam misafirlerim var."
Söylediğine pişman olmuş gibi de kızardı hemen. Sıtkı, ne güzel hâlâ genç kız gibi kızarıyor diye düşündü ilk önce, fakat sonra yine çağrılmamanın hüznü çöktü içine.
"Fakat dilerseniz..."
Cahide Hanım'ın kararsızlığı belli oluyordu. Sıtkı, fazla heyecanlandığını göstermek, bu geçmiş özlemiyle dolu nazik kadını ürkütmek istemiyordu.
"Dilerseniz, bu akşam siz bize gelin, menüde balık yok, ama... Neyse, geldiğinizde görmeniz daha iyi olacaktır. Bu biraz parti gibi."
Çarpık bir gülümsemeydi, pişman olmuş gibiydi. Sıtkı'nın ise bu fırsatı kaçırmaya niyeti yoktu.
Kalabalığa rağmen Cahide'yle yalnız kalacağını düşünüyordu. Sonunda ona açılacaktı. En şık takımını giyinmişti. Kravatını düzeltirken kendi kendine tekrar etti.
"Cahide hanım, ikimiz de yalnızız."
Evden dışarı gelen müziği dinledi. Gönül Yazar söylüyordu. Keyiflendi. Gençliğinde dinlediği şarkıları duymak hep hoşuna giderdi.
Eve girdiği anda göz kamaştırıcı bir aydınlık ile karşılaştı. Her yaştan insan vardı. Ona bakıyorlardı. Attığı her adımı, her hareketini inceliyorlardı. Ev mi çok sıcaktı, yoksa o mu terliyordu?
Kanepede oturan gençlerin kıyafetleri biraz farklı görünüyordu, şimdilerde moda olan kotlar yoktu üstlerinde. Yüksek belli, pitikare bir elbise giymiş bir kadın ona Behice'nin gençliğini hatırlattı. Onun da böyle bir elbisesi vardı. Gramofonun başında takım elbiseli iki genç, sıradaki şarkı Gönül Yazar mı, Tanju Okan mı olsun, karar vermeye çalışıyorlardı. Takım elbiselerinin kesimi dikkatini çekti, yoksa bu o kostümlü partilerden biri miydi? Sinirlendi içten içe. Neden söylemedi ki? Şimdi anlamıştı, herkesin neden ona öyle baktığını. Çıkıp gitmek geldi içinden. Yapamadı, kendini fazla yaşlı hissetti. Eskimiş. Sabah konuştukları, özlemi çekilen o İstanbul beyefendilerinden biriydi halbuki.
Etrafına bakarken bir an Kırtasiyeci Naci'yi gördü sandı. Kendi kendine güldü, okula giderken babası hep ondan alışveriş yapardı. Upuzun, beyaz kaşlarıyla ürkütücü gelirdi ona. Dikkatle baktı bir daha, bu adamın kaşları da aynı Naci gibiydi. Hatta duruşu, tavrı. Bir an göz göze geldiler. Ölmemiş miydi o? Ölmüştü tabii ya. Ter bastı. Alnından boşalan boncuk boncuk terleri işlemeli mendiliyle sildi.
Salonun arkalarına doğru ilerledi. Cahide hâlâ ortalarda yoktu. İleride genç bir kadın gördü, tanıdık geliyordu ama nereden? Bir türlü çıkaramadı. Sonra gençliğine dair bir anı canlandı zihninde. Komşu kızı Lale'ydi işte! Ama o da ölmemiş miydi? Yıllar sonra haberi gelmişti hatta. Bir kaza demişlerdi. Evet, evet ölmüştü. Sırtından ter boşaldı.
O sırada biri geldi yanına, genç, yakışıklı. Elinde bir kadeh tutuyordu. Adamın gözlerini ondan ayırmadığını fark etti. Etrafına baktı tekrar. Herkesi birilerine benzetiyordu. İyice gerilmişti. Bunca insan... Cahide Hanım da neredeydi üstelik. Bulduğu koltuğa çökerken ben böyle şeyler için fazla yaşlıyım dedi kendi kendine, Cahide Hanım ise hâlâ dinç.
Genç adam, "Su ister miydiniz?" diye sordu.
"Yok, sağ olun." Sesi titriyordu.
"Çıkaramadım sizi."
"Ben Cahide hanımın arkadaşıyım. Adım Sıtkı." Gözleriyle onu aradı.
"Nerede acaba? Özel bir şey konuşacaktım da." Nefes nefese kalmıştı. Niye bu kadar heyecanlanmıştı sanki, ne vardı...
"Evet, tanıdım sizi. Sizden bahsetmişti Cahide. Bize katılmak istemez miydiniz?"
Yakışıklı adamın gözlerindeki garip ışıltı Sıtkı'yı iyice rahatsız etti. Bu adamda bir şey vardı. Burası hiç ona göre bir yer değildi. Adamın gösterdiği yerde, kuyruklu piyanonun etrafında toplanmış insanların arasında Cahide'yi gördü. Her zamankinden daha güzeldi. Üstünde farklı bir ışıltı vardı. Sonra piyanonun arkasındaki tabloya gözü ilişti. Cahide ve eşi kol kola. Cahide'ye baktı. Ardından döndü adama baktı bir daha.
"Olamaz!"
Yanındaki adam ve Cahide! Cahide bir kuğu gibi süzüldü, yanlarına geldi. Nispet yaparmış gibi adamın koluna girdi. Yüzünde geniş bir gülümseme. Biraz da gururla, "Sıtkı bey, bu beyefendi benim kocam, Fethi." dedi.
Tüm bunlar bir rüya olmalıydı. İç karartıcı, sıkıcı. Garip bir rüya işte. Kravatını gevşetti. Sırtından soğuk bir ter boşaldı. Tıpkı kabuslardaki gibi. Sonra gözü başka bir duvara ilişti. Biraz büyükçe reçel kavanozları sıra sıra dizilmişti. Üstüne isim etiketleri yapıştırılmıştı. Naci Taşdelen isminde gözü takılı kaldı ve sonra diğerleri, Semiha Bulut, Lale Bilirkişi, Fethi Rüyakaçıran ve son şişeye henüz bir isim yazılmamıştı. Genç adam döndü ve konuğuna tekrar sordu.
"Bize katılmak istemez misiniz beyefendi?"
Esra Karadoğan
Öyküyü sesli dinlemek için:
Kommentare