Balıklar yan yan yüzmeyi severler. Ancak böyle suyun dışında kalan kulaklarıyla etrafta olan biten ne varsa duyabilirler. Akvaryuma iyice yaklaştı. Eğildi, alnını cama dayadı. “Enteresan şey! Kulakları olmadan nasıl duyar bir canlı? Hadi siz şu küçücük fanusta neyse de ya ötekileriniz koca okyanuslarda…” Akvaryuma tutunarak ayağa kalktı. Belki de kullanmadıklarından yok olup gitmiştir kulakları. Onun da kırk beş milyon yıl sonraki versiyonunun kulakları olmayacak belki de.” Tedirginlikle balkona koştu. Balkon kapısının üstü pirinç kaplama yer yer eskilikten soyulmuş kulpunu tuttu, bir iki abandı. Kilit dilinden kurtuldu, kapı aralandı. Balkon demirlerine yaslanıp parmak uçlarında yükseldi, bir çocuk gibi aşağı doğru esnedi. Vezneciler metrosundan çıkan gençlerin ellerindeki kalın kitapları…Benzer kalınlıkta kitaplarla metronun yürüyen merdivenlerinden önce başı sonra kahverengi kaşe kabanın içinden omuzları görünürdü Aylin’in. Çıkar çıkmaz gülümseyerek izlendiğini biliyormuşçasına kırınarak yürürdü çirkin sokağı. “Nasıldı bugünkü sınav şekerim?” “Aman ya bildiğin gibi, kaç dikiş oldu artık?” Hocalık yapsa yapardı. “Kılları ağarttık sayılır. Bakkala uğrayacağım, istediğin bir şey var mı evimin gadını?”
Sinan başını çevirince karşı balkonda çamaşır asan kadınla göz göze geldi. Meraklı bakışlarından öyle rahatsız oldu ki içeri girip kapıyı kapattı. Buzdolabının hemen yanındaki sandalyeye geçip oturdu. Yıkanmamaktan beyazı griye dönmüş tülleri hafifçe aralayıp uzaktan kadını izlemeye başladı. “Saygı diye bir şey kaldıysa… Hayret bir şey ya, sana ne yanımdakine ne olduğundan. Kendi hayatının derdi bitti de benimki kaldı, sizin neyinize düşünmekmiş, üretmekmiş, evrilmeyip de balık balık denizde yaşasaymışsınız.” O esnada eli cam kenarında duran Aylin’in seramik kursunda yaptığı kırmızı sırlı içinde kurumuş çiçeklerin olduğu vazoya çarptı. Vazo bir iki sallanıp yeri boyladı. Ne çok istemişti sen de gel diye kursa, önyargılısın önyargılı. Ne vardı gidiverseydin. Önyargı mı bunun adı? Yoksa meraksızlık mı? Meraksızlık meraksızlık, onun her şeyi duymak bilmek isteyecek koca kulakları yok. Vazonun parçalarını toplamaya koyuldu.
Aynı evde yüzüksüz yedi sene…Sağ elde yüzüklü üç sene. Yüzük sağ elden sırayla orta işaret baş parmağını dolaşıp atlarken sola bir sene…Sol elde beş sene… Parmakları atlarken mi güzelim çocuk parkı ilişkileri, bir müteahhitin girip tek kata üç daire sağdırmaya çalıştığı bir yapı halini aldı? Ev, İstanbul ‘da kiralık, okula yakın, ucuz. Ev, yuva çocuklarla dolacaktı belki bir gün. Ev, ayrı ayrı tek kişilik yalnızlıkları için birer oda, iki kişilik ortak yalnızlıkları için bir salon büyük kaldı onlara. Kafasını kaldırıp koridora doğru baktı Sinan. Leno ve Zeno’yu bir pet shoptan poşet içinde getirdikleri gün evi ancak doldurabilmişlerdi. Ancak şimdi Aylin gittikten sonra onun odası Leno’nun, Sinan’ınki ise Zeno’nun oldu. Tekrar akvaryuma dikti gözünü. Fanusun içinde balıklar yalnız, bir başka fanusun içinde Sinan, onlardan daha yalnız. En azından onlar iki kişiler. Ürperdi, farklı fanuslarda bu iki balık camdan birbirlerini görebiliyorlar. O kendi fanusunun içinde kimi görebiliyor! Sümük gibi yapışmışlar… Eline bulaşan, sürte sürte atamadığı bir sümük haline varan yalnızlık hissini, sözcüğünden ayırırsa. Mukavemetini de kırabilir yalnızlığın o vakit. Nasıl başlamalı bu işe? Birbirine ait iki şeyi koparmak için ne yapmalı? Kendi üzerinde denemeden evvel balıklarla bir tatbikat yapsa, duruma göre bir yol izlese…Uzun uzun tasarladıktan sonra bu iki balığı ayırmanın bir başka balıkla sağlanması yönünde bir karara vardı. Ancak öyle bir balık lazım ki yaşanacak olan olayı diğer balığın izlemesi, tepkilerinin ölçülmesi gerekli. Bunun için ertesi sabah vakit kaybetmeden Eminönü’nde aldı soluğu. Güneş tepeye çıkana kadar bir müddet dolaştıysa da istediği türde bir balık bulamadı. Kimi zaman sorduğu insanlar Sinan’ın ne istediğini anlamadıklarından onu balık pazarına bile yönlendirdiler. Girmediği dükkan dolaşmadığı sokak kalmayana dek etrafta gezindikten sonra insanlara sürtüne sürtüne köşedeki kahveye doğru yöneldi. En başta kahvaltıyla enerjini biraz depolasaydın. Böyle ayılıp bayılmazdın. İçeri girip bir masaya oturdu. Seni gören de çocuk sanır, ergenliğe girdiğinde çocuk yapsan üniversiteye göndermiştin şu an. Hala akıl edemiyorsun aç acına çıkmamayı. Ara ver şu işe de git bir karnını doyur önce. Bir şey kalmadı ya şimdi bulacağım, ondan sonra gider bir şeyler yerim. Buraya kadar gelmişsin ben senin yerinde olsam gider sahilde bir balık ekmek gömerim. Manidar! Eh yani, manidarsa manidar en mantıklı seçenek bu Sinancığım. Ara sokaklardan sıyrılıp sahile indi. Köprünün yanında dizilmiş taburelerden birine oturdu. Izgarada pişmekte olan balıklardan cız bız sesler yükselirken leziz balık yağı kokusu burun deliklerinden midesine doldu. Acıkmışsın baya değil mi? Öyle. Tezgâhın başındaki adam balıkları çevirirken başıyla on on bir yaşarında cılız bir çocuğa işaret verdi. “Hoşgeldin abim, ekmek arası mı dürüm mü?” “Ekmek arası olsun.” “Soğan koyalım mı?” “Haa, yok kardeşim.” Bir süre sonra elinde turşu kavanozuyla geri döndü. “İçecek bir şey ister misin?” “Olur…, Kapalı ayranın var mı? Varsa kapalı olsun.” Sinan yiyeceği balığı beklerken köprüde çoğunluğu yaşlı bir dizi sıra halinde adam oltalarına konacak balık beklemekteydi. Köprünün üstünden sahile doğru bir martı pike yaparak denizden bir balığı kaptığı gibi uçup gitti. Balık soykırımı! Yemeğini yedikten sonra ücreti ödeyip geri döndü. Akşama doğru aradığı balığı bulup yüzünde gururla ayrıldı Eminönü’nden. Eve gidene kadar aldığı kapçuk ağızlı, antidepresan yutmuş gibi görünen donuk bakışlı bu balıkla bağ kurmak amacıyla sohbete yeltendiyse de başaramadı. Balığın sakinliği…Az evvel kurbanını öldürmüş bir seri katil gibi duran gözleri ürpertici. Eve girdiğinde akvaryumun önünde duran zümrüt yeşili kadife berjere oturdu. Yalnızlık mı sözcüğünü seviyor yoksa sözcük yalnızlığı mı? Leno mu Zeno’yu daha çok seviyor, Zeno Leno’yu mu? Burada kurban değil kimin kimi daha çok sevdiği önemli! Aptal aptal işlerin Sinancığım. Neden aptalca olsun, bildiğin daha iyi bir yöntem varsa buyur senin dediğini yapalım. Lenolar Leno’ların kaderini mi yaşar? Hoppaaa…Saçmalamada bir dünya markasısın. Bir de kimseyi görmeye görmeye klişeleştin hepten. Gerçi hep biraz klişeydin de. Karar vermeden şu saçmalığa bir son vermeyeceksin değil mi? Yok, vermeyecek. Vermeyeceğim! Eh iyi madem bence Zeno Leno’yu daha çok seviyor. Neden, Zeno bana benzediği için mi, Aylin’i daha çok sevdiğim için mi? Ha yok, bence Aylin seni daha çok seviyordu. Onla hiç alakası yok. Çok sevdiği için gitti tabi! Ulan salak, senin gibi adamı kim ne yapsın, çok sevmiş ki senin gibi bir adamla onca yıl yaşamış. Hem sen sevgi nedir bilmezsin ki Sinan! Sıçar batırırsın. Gel bak şöyle yapalım, sen Aylin’i maylini bırak hangisi ablan Sinem’e benziyorsa onu seç. Kes sesini! Kes. Yok yok öyle yap, en doğru sonucu öyle görürsün. Şu saatlerdir salak salak aradığın balık da annene benziyor zaten. Bakışları hele…Of…Bayağı benziyor Sinan ya. Bir kepçe ile balığı yüzdüğü suyun içinden alıp Leno’nun akvaryumunun içine bıraktı. Hep böylesin biliyor musun? Bir iki atarlanırsın ama yine hep başkasının dediğini yaparsın. Madem niye atarlanıyorsun. Madem karakterin gelişmemiş ne diye felsefe okudun sorarlar adama. Kapçuk ağızlı balık bir süre sakin sakin yüzdü. Ancak sonrasında diğer balığın akvaryumda olduğunu anladı. Ani manevralarla balığa çarpmaya başladı. Gitti geldi gitti geldi, birkaç saniye içinde su balığın kan partiküllerinden bir miktar bulandı. Diğer balık yan fanusta cinayet işlenmemişçesine yüzmeye devam etti. Yanlış balığı seçtim. Bak çok da sevmiyormuş! Ne ılık götlü bir adam çıktın sen ya. Bi de otur ağla istersen. Senin asıl balık gideli zaten iki yıl olmadı mı? Aylin! Gelirken yeni çıkan şu fıstıklı krakerden alsana, reklamda gördüm canım çekti. Hey Aylin, duymuyor musun? Yine neye kabardın fıstığım? Takkk. Kapı kapandı. Bir daha o kapının anahtarla açıldığını hiç duymadı Sinan. Sipariş ettiği krakerleri de gelmedi. Fıstıklının üstüne süt mısırlısı bile çıktı. Denemedi. Aylin sende evrilirken onun gözünde nasıl fark etmeden devrilip gitmişsin Sinan! Sevseydi gitmezdi. Sevmişti Sinan, sevmişti de sana tahammül etmek pek zor bir şey. İşte anca ben dayanıyorum. Bu balıklardan tiksindiğin gibi tiksinmeye başlamıştı senden! Ama işte bunu başarmış olman da başarı. Öyle düşün. Of neyse neyse, deneyinin sonucunda kararın ne! Zeno, Leno’yu sevmiyormuş. Kardeş bu balık ya, unutmuştur sevdiğini. Sen hangisini öldüreceksin onu de hele. Nasıl yani neyi öldürecek? Kelimeyi mi, duyguyu mu? Asıl bunun için yapmadın mı her şeyi? Bilmiyor. Duyguyu nasıl sökecek içinden? Olay yaşanıp bittikten sonra cinayet işlemiş ve seri katil olduğunu ispatlamış balığı, akvaryumda öylece yapayalnız bıraktı… Annene böyle ceza veremezsin Sinan. Verirdi, verdi. O balık diğer fanustaki balığı izleyerek acından ölecek. Karnından tekrar gurultular yükselmeye başladı. Yine düşüp bayılmadan yiyecek bir şeyler bulmalı. Buzdolabını açtı. Tam takır kuru bakır… Kalanlar ya küflenmiş ya kokuşmuş. Zehirlenir. Havalandırmaya açılan mutfağın penceresine büyükçe bir mantı kondu o esnada. Etrafı kolaçan edercesine başını sağa sola çevirdi. Güvenli olduğundan emin olunca da balkondaki dolabın üzerindeki yuvasına, yumurtalarının üstüne tünedi. Bir süre sonra da uçup gitti. Sinan da martı gider gitmez yumurtalardan birini kaptığı gibi biraz yağ koyduğu tavaya kırdı. Kara biber ekleyip bir güzel yedi. Ancak bir süre sonra midesinden gelen seslerle olacakları anladıysa da klozete yetişemedi içindekileri koridordaki fayanslara bırakıverdi. Fayanslarda parçalı kırmızılar halinde kusmuğun kendine has deseni…Domates yemediğine yemin edebilir. Balıktan olmalı. Sumak eklemiştir usta büyük ihtimal. Ekmeği ayırıp soğan var mı diye kontrol ettin ya, yoktu sumak falan. E o zaman neden? Kusmuğa bakarak duvara yasladı sırtını, sürtünerek ayağa kalktı. Belki anne martının belasını almışsındır. Annelerin bedduasını almamak gerek öyle değil mi Sinancığım? Yumurtası bozuk olabilir. Yoo! Olamaz. Martı anlayıp atar yuvadan, belgesellerde böyle yapmıyorlar mı? Sendeleyerek banyoya gitti. Boş bir kovayı musluğun altına koyup çeşmeyi açtı. Lavabonun gider borusunun altına sıkıştırılmış yırtık bir giysi parçası buldu. Kova dolunca kulbundan tutup kaldırdı. Kusmuğun başına geri döndü. Bu eve bir temizlikçi şart Sinan. Temizlikçiyi düşüneceğine deterjanın sabunun var mı bir kontrol et de, temizlikçin kalsın! Bak kız, hem okudu hem senin bokunu temizledi her gün, bir de sevmiyor diyorsun. Ha öyle az uz bir bölüm de değil. Su dolu kovaya bezi sokup ıslattı, sıktı. Sıktığı bezle silmeye başladı fayansları. Yapış yapış olacak her yer. Öyle duru suyla silinmez! Kalktı, dolapların birinden bulduğu dibinde bir miktar deterjan kalmış şişeyi kovaya boca etti. Yerleri silmeyi bitirdiğinde ıstırapla belini tuttu. Ne diye bu kadar eğildin ki. Sızım sızım sızlıyor belin. Güçlükle yürüyerek kendini salondaki koltuğun birine atıverdi. Anneni arayıp çağırsana, hı,hı tabi tekrar müdahil olsun hayatıma tabi tabi. İşgal edileyim. Etmez etmez o da değişmiştir belki Aylin gibi. O değişmez! Kumandayı karşı koltuktan iki üç sihirbaz numarasıyla kendine çekmeye çalıştı, beceremedi. Hiddetle ayağını karşı koltuğa çarpıp kumandayı yere düşürdü. Eğildi, aldı. Televizyonu açtı. “Yemin ediyom bilmiyom, bir sevdiği yoktu… Nasıl bilmiyorsun? Ablacım kızın oğlanın birine kaçmış, ağlama sen de be ablacım. Tutacaktın kızın ipini, salmayacaktınız. Bu devirde kız büyütmek kolay mı! Bir de sevmediğine vermeye kalkmışsınız. Kaç yaşında kız! Suç biliyorsunuz değil mi, bu kaçıran kimse, yayını izliyorsan sana sesleniyorum, başına bela alıyorsun kızı geri getir, sonra evleneceksiniz evlenirsiniz!” Kadının ağlamaktan kan çanağı olmuş kıpkırmızı gözleri… Çevirdi kanalı. Annenin de gözleri böyleydi işte, bütün kadınları düşman ilan et Sinan olur mu! Sen de yapmadın. Kadıncağıza hiç bok atma, beraberce koca kulaklarınızla duydunuz saklı kalması gerekeni, kocaman ağzınızla bir güzel söyleniz. Ben bilmiyordum. Nah bilmiyordun Sinan. Ölüm fermanını sen yazdın, annen okudu. Neden aldın şu balığı? Hani yok duyguymuş yok kelimesiymiş koparacaktın. Ne oldu üşendin mi yine! Kanalı çevirdi. Ekonomi haberlerinde spiker Türk Lirasının düşüşünü konuşuyordu konuk aldığı adamla. Yakışıklı adam ama değil mi? Ablamı da böyle bir adam alıp gitti. Ablanı da böyle bir adama sattınız Sinan. Sus artık be! Senin gibi susayım Sinan. Sen de sus ama… İçin gümbür gümbür konuşsun dışına sus. Kanalı çevirdi. İki nokta seksen beş olan Türk Lirasının yanındaki ibre… “Gene mi kırmızı!” Çevirdi kanalı, tanklar… Tepesinde bayrak, kırmızı! Sular yataklar halinde akıp verimli ovalara dönüşürken acı yataklar halinde akıp üzerine siyaset yapılan doğurgan zeminlere dönüştü. Kırmızı! Renk körü oldun kesin, tersine renk körü! Sinirle ayağa kalktı. “Gidecek hepsi hayatımdan, gidecek!” Koltuk kenarlarını ne yapacak? Koltuğu mu sökecek? Ya gardrobun aynasının kenarındakini? Hepsini söküp atabilecek mi hayatından! E kaplasana Sinan, kapla da görelim kaçılıyor mu!
Evde baza altlarından portmanto arkalarından bulduğu bir tomar gazete kağıdını yığdı salonun ortasına. Evdeki her kırmızıyı teker teker kaplamaya başladı. Susadım! Mutfağa gidip damacanayı aldı. Dibini görmek için yaklaştırdı kendine doğru. Bir bardak ha çıkar, ha çıkmaz. Pompayı damacanadan çıkarıp su bardağına koydu. Ancak yarısı doldu. Bir dikişte içti. Doymadı. Evde içilebilecek başka su olup olmadığına bakmak için odaları dolaştı. Zeno’nun akvaryumu gözüne çarptı. Bir bardak daldırıp içse ne olur? Masmavi su! Düşündüğü yaptı, sudan bir miktar içti. Midesi gene niye ekşidi, suyun tadı gayet iyi değil miydi? Kusacaksın galiba! Kusarsın tabi, inip alsan ne olurdu aşağıdaki bakkaldan. Limoniydi bakkalla, masa örtüsünü balkondan silkelediği için. Hayvan mısın nesin diye çemkirmişti yukarıya. Unutmuştur onu çoktan. Yoo… Hiç de!Her çıktığımda ters ters bakıyor, unutmuş gibi değil. Kusacaksın galiba, bir tuhaf oldun. Dayanamıyorum! Bu kez yetişti klozete. Kustukça kırmızılar halinde tekrar bulandı su. Yettiniz be! Ülser oldun herhalde bok gibi şeyler yemekten! Doğrulup sifonu çekti. Aa bir dakika… Zeno’nun akvaryumundan içmiştin değil mi? Bisikletinin mavi selesini hatırlıyor musun Sinancığım, şu gözünden sakındığın bisikletin var ya, ablan güç bela bir tur binmek için senden izin almıştı hani. Hatırlamıyorum…Kaç sene geçti üstünden. E tabi evde dura dura çok anı birikmiştir, unutmuşsundur onu Sinan. A yapma ama Sinan, selede bir küçük kırmızı sürüntüyle etrafı yaygaraya vermiştin. “Rezil etmişsin bisikletimi, her ne bokuma sürttüysen bir yerini sele kan olmuş gerizekalı,” demiştin baban da oradayken. Annen Sinem’i banyoya sokmuştu. Saçından…Yeter artık yeter. Hiç bir bok bildiğin yok. O zaman sen yoktun! Sonra odasına girmişti Sinem, günlerce de çıkmamıştı o odadan. Artık neyi kontrol ettiyse annen! Küçücüktüm, anlıyor musun küçücük. Aa yapma unutmuş olamazsın! Unutmadım, küçüktüm sadece. Çok küçükken çok büyük günah işlemek böyle oluyor demek! Ne günahı ya, günaha sevaba inanıyor musun? Ha şimdi de bana mı sataşacaksın Sinan? Kalmadı kimse bir ben kaldım. Yalnızlıkla sözcüğünü koparacağına götün yiyorsa beni kopar kendinden.
Birkaç kez ablasını görmek için odasının penceresine çıkmıştı, ablası onun gözlerine bir daha hiç bakmadı. Bir süre sonra eve birileri geldi ablasını alıp götürdü. Hocalar eşliğinde dualar okunduktan sonra. Çeneni tutamadın, duymaman gerekenleri duyup da çeneni tutamadın Sinan. Bilmiyordum, bilmiyorum! Hiç dizi film izlemedik değil mi, hiç çarşafta kan görmedik. Hiçbir şey bilmesen o kapçuk ağızlı anneni biliyordun. Ablana neler yapacağını…Ah Sinan, kırmızılar mavileri ele geçirdi Sinan. Senin o güzelim mavin de masum değil artık! Kalkıp kalan gazete kağıtları ile evdeki mavileri kaplaman lazım. Kırmızı, gücü yettiğini kendine çevirecek, kaçabildiği kadar kaçması lazım! Ya yarın dişini fırçalarken kanarsa? O halde macumu da atarım fırçamı da. Atarsın! Atacağım ne kanatıyorsa onu hepsini topunu, alamazlar! At Sinan kendini de şu balkondan aşağı at!
Portmantodan ceketini aldı, çıktı evden. Dönüp dışarıya baktı. Hava kararmış. Biraz hava alması lazım. Merdivenlerden inip sokağa attı kendini. Sokağın solundan tramvay yolunu takip ederek yürüdü. Ablanın okuduğu masallarda kırmızı elmayı yiyen prensesleri beyaz atlı prensler kurtarırdı. Sarayda mutlu mesut yaşarlardı. Sürgüne gitmezlerdi. Lisede de üniversitede de şehir dışına kaçmanın faydasını gördün mü? Kaçabildin mi, oluyor muymuş? Beyazları kaplayabilmek lazım belki de! Sıra ona mı geldi şimdi! Beyazları kaplayacak kadar gazete kağıdı nereden bulacaksın! Daha çok yalan haber yayınlasalar insanlar daha çok merak etse belki, belki yeter gazeteler tüm beyazları kaplamaya. Yalanlar merak edilsin istemiyorum. Daha meraklı insanlar istemiyorum. Bu kadarı bile boğuyor beni. E seçeceksin birini Sinancığım. Sende de şiş yansın ne kebap.
Parka yaklaştıkça geceye tezat bir kalabalıkla karşılaştı. Kalabalığı yarıp içlerine sokuldu. Guruhun kendi içinde konuştuğu dilden pek bir şey anlamayınca daha da sokuldu içlerine. Kırmızılı-mavili ışıklarıyla yanaşan ambülanstan bir sedye indirildi etrafındakiler fısıldaşırken. Bazılarının telefondakine bir şeyler anlattığı ağız hareketlerinden anlaşılsa da uğultudan ne söyledikleri seçilmiyor. Sinan elleriyle kulaklarını sıkıca kapattı. Kocaman ağzınızdan çıkan kocaman cümleler! Kulakları avuçlarından kurtulmaya başladıkça daha sıkı tuttu onları. Kulaklarım sizi duymak için büyümeyecek! Size benzemeyeceğim! Geç kaldın geç! Her şeyi kendinize çevirmenizden bıktım. Çınar ağacında sallanan şu kadına da bak! Onun gibi cesaret edemedin kendine bir şey yapmaya. Hepinizden…Sus artık sus! Kadını ağaçtan indirip sedyenin üzerine yatırdılar. Ölmüş müdür? Ablan ölmüş müdür Sinan! Sinan dizlerinin üstüne yere çöktü, kulakları ellerinden kurtulmuş büyümeye devam ederken bir çocuk annesine doğru koştu. “Ölmüş anne, ölmüş!” Ablan da…! Annesi çocuğu bir kolundan tuttu, diğer eliyle de çocuğun kulaklarını sıkıca kapattı.
Ezgi Barkın
Comments