“Seni piyanist olarak düşünmek zor,” dedi. Bunca zaman konuşmadığına şaşırıyordum, ilk cümlesini söyledi. Bayram havasında geçen ziyaretimiz, o cümleden sonra, cenaze evi havasına büründü. Acaba bu defa neler söyleyecekti? İlk cümleyle kalmayacağını zaten hepimiz biliyorduk. Ama onlar bilmiyordu.
Uzaktan kuzenlerimiz, babaannemi pek fazla tanımadıklarından, kızlarının maharetlerini anlatıyorlardı. Ailesi büyük bir hevesle kızlarının bir deha olduğunu, baleyle başlayan sanat aşkını piyanoyla taçlandıracağını ballandırarak anlatmayı bu bayramın konusu olarak seçmişlerdi kendilerine. Ama başına geleceklerden bihaberlerdi. Evimize ilk defa gelen bu tatlı aile babaannemin kontra atağıyla koltuğa mıh gibi çakıldı.
“Seni piyanist olarak düşünmek zor. Bir kere, parmak yapın buna hiç müsait değil. Bak şimdi, aç elini evladım, serçe ve baş parmağının arası neredeyse yüz seksen derece olması gerekiyor. Seninki doksan derece bile değil. Çok geç alınmış bir karar. Acaba annenle babanın aklı neredeydi de bu zamanı bekledi. Yaşıtlarınla aranda şimdi kocaman bir uçurum olacak. Kapatabileceğini hiç sanmıyorum ama neyse...”
Onu tanımayanlar “neyse” kelimesini duyunca cümlelerinin bittiğini sandı ama maalesef öyle değildi. Daha maç yeni başlıyordu ve kontra ataklarla, hiç beklemediğiniz bir anda, topu kalede bulabilirdiniz.
Babaannem böyle biriydi. Ben kendimi bildim bileli, her bayram ziyaretinde, biri bir hayalini bulup söyledi mi o tutar, onu yerle bir eder ve adamın tüm hevesini büküp cebine koyar gönderirdi. Eğer iradeniz sağlamsa hayalinize devam edebilirdiniz fakat düştüğünüz anda ilk babaannemin söylemleri sizi bulur ve bir tekmeyi de onlar atardı. Babaannem çetele tutarmışçasına herkesin hayallerini bilir, bir sonraki bayrama kadar beklerdi. “Ne oldu evladım senin o iş,” diye sormayı da kesinlikle ihmal etmezdi. İnsanlar genelde bir bayram önceki hayaline veda etmiş olur ve babaannemin istediği cevabı verirlerdi. İşte o an babaannemin arkasında “We are the champions” çalardı.
O gün zaferini erken kazanan babaannem, beş yaşındaki Pelinsu’yu bu işi yapamayacağına ikna etmiş, yarışma programında üç hayır almış yarışmacı hüznüyle, bu küçük kızı travmalardan travma seçmek için evine uğurlamıştı.
Onlar gittikten sonra kalan sağlar olarak üzerimizdeki ölü toprağını atmaya çalıştık. Babaannem de zaferinin verdiği o tatlı yorgunlukla öğle şekerlemesini yapmaya gitti. Babam da her bayram olduğu gibi kaybettiği insan sayısını hesaplamak için odasına çekildi. Annemle baş başa kaldık.
“Neden böyle yapıyor bu kadın? Kaç yaşına geldi… Kim ne anlatırsa aksini söylemeyi kendine huy edinmiş sanki. İnsanları kırdığının farkında da değil. Biri, ya sen bana bunu dedin ama ben çok kırıldım, deyince de, be canım, sen yanlış anladın, deyip insanı daha da kötü ediyor. Bu kadınla yaşarken, senin psikolog olmana hâlâ şaşırıyorum.”
“Valla anne, ben hiç şaşırmıyorum. Babaannemin neden böyle olduğunu anlamak için bir yola çıktım. Bu yol da beni psikolog olmaya yönlendirdi. Aslında insanlar beni ayıplıyor, bir bu kadını iyileştiremedin diye. İnsan hatasını fark etmedikçe, bir yanlışı olduğunu anlamadığından, iyileşemez. Benim için o, karşımdakini değiştirmeyi gösteren biri değil, insanlara karşı sağır olmam gerektiğini gösteren biri.”
“Hadi be oradan! Beylik laflarını sıraladın yine. Bana da öğret bakalım o zaman, nasıl akıl sağlığımı korurum bu evde?”
“Burası sörvayvır anneeem! Bu evden sağ çıkarsan, hayat sana kolay gelir.”
“Hadi bakalım, bir dahaki parkurda kim kazanacak görelim.”
Gülüşüp sarıldık birbirimize.
Tam evi toplamaya başlamışken zil çaldı. Zilin sesini duyan babaannem kendinden beklenmeyen bir çeviklikle ringdeki, yani salondaki yerini aldı.
Annemle birbirimize bakıp, “İyi olan, kazansın,” dedik.
Feride Özge Yılmaz
Comments