Zil çaldı. Kapının arkasında her an açmaya hazır şekilde bekliyorduk. Üstümüze başımıza son kez çeki düzen verdik. Göz ucuyla, misafirler için hazırlanmış ikramlıkları süzdüm. Zaman kazanmaya çalışıyordum. İstemeye gelenleri kapıda biraz kök saldıracaktık ki, kız evi naz evi olduğunu anlayacaklardı. Yani aslında bu benim fikrim değil. Bana kalsa açardım hemen. Bizim kızdan çekindim. Havadan nem kapar, gözünün üstünde kaş var diyerek bu kısmeti de elinin tersiyle iter diye ödüm kopuyordu. Çünkü yapmışlığı var. Daha uydurduğu bahaneler gözün üstündeki kaşa gelmedi. Fakat kemerli, ucu sivri, büyük burundan, büyük gözden, gülünce küçülen gözden, yanaktaki benden, çarpık dişten, boy kısalığı, uzunluğu, zayıfı, şişmanı hep geri çevirdiği kısmetlerin bahanesi oldu. Otuza bir kala alfabenin yirmi dokuz harfini de kullandı bahanelerini sıralarken. Tamam, evleneceğin insanı seçmek kolay bir iş değil. Anlıyorum. Seçici olacaksın. Fakat daha iyisi, daha iyisi derken kısmetlerin kökü kuruyacak. Mahallede, eş dosta evlenecek erkek kalmayacak. Geçen gün Necmiye’nin oğlu Süleyman’dan bahsedecektim. Ağzımı açtırmadı. O çocuk da nasıl efendi, çalışkan, dürüst, saygılı. Benim çok içim ısınmıştı ne yalan söyleyeyim. Kaçtı, kaçtı o tren de kaçtı. Dün duydum. Nişanlamışlar.
Bu kız niye böyle oldu bilmem ki. Bir evin bir kızı. Gözümüzün nuru. Evimizin prensesi. Bir dediğini iki etmedik bugüne kadar. Ne istiyorsa aldık. Ne diyorsa yaptık. Babası ayrı ilgilendi, ben ayrı ilgilendim. Küçükken de böyleydi gerçi. En çok yemek seçerdi. İlla damağına uygun olacak. Yeter ki yesin diye yaptım ben de her istediğini. Çocuk aç kalınca da için rahat etmiyor sonuçta. Kıyafette de aynıydı. Pamuklu olmazsa asla giymezdi. Hayır, sen daha el kadarsın. Nereden biliyorsun pamukluyu, polyesteri. Rahat etmiyordu demek ki teni. Almadım ben de pamuklu dışında hiçbir şey. Gitmem dediyse gitmezdi. Gelmem dediyse gelmezdi. İnatçıydı biraz. Bizim adamın zoruna gider diye pek dile getirmiyorum ama aynı halaları. Dediğim dedik çaldığım düdük. Neyse konu onlar değil. Durduk yere de keyfimiz kaçmasın şimdi.
Bu inatçı kızıma, pardon seçici ne istediğini bilen kızıma bir kısmet bulmak tek derdim. Dünya gözüyle mürüvvetini görmek amacım. Bir iki de çocuk sesi şenlendirse evimi. Ben daha ne isterim Mevla’dan. Bu niyetle düştüm yollara. O, bulduğum kısmetlere kulp takıp geri çevirdikçe ben yenilerini bulup getirdim. Tabii istemedikleri çoğaldıkça bir sevdiği mi var diye de düşünmedim değil. Yok. Kitaptan, kalemden, yazıp çizmekten başka ilgilendiği hiçbir şey yok. Çeyiz meyiz de istemez kitaplara yatırım yapmaktan başka. Gündüz gün ışığında gece masa lambasının ışığında okur, okur, okur. Okusun ona lafım yok aslında benim. Birazcık olsun kitaptan kafasını kaldırıp etrafına baksın. Şunun şurasında otuza ne kaldı.
Geçen gün televizyonda uzmandan dinledim. Otuza kadar evlenmeyen gençler otuzundan sonra da evlenmeyi hiç düşünmüyorlarmış. Ben bunu duyunca bir tutuştum. Nerde eş dost varsa aradım. Havadan sudan derken çocuklarına getirdim lafı. Aklıma gelen başıma geldi işte. Bir tane mi kalmaz, eli yüzü düzgün, efendi, evlenmeye aday birisi. Hepsi rezerve edilmiş. Ne yapsam ne etsem derken aklıma biri düştü. Tamam dedim. Oldu bu iş. Tabii bu sefer işi şansa bırakmak yok. Bizim kızın uydurduğu, uydurabileceği ne kadar bahane varsa hepsini çürütecektim. Ortadan kaldıracaktım. İşim uzundu hemen sıvadım kolları.
Asiye. Benim ahretliğim. Ah onun oğlu olsaydı. Olmadı işte dört kere denedi. Dördü de kız. Onun bir komşusu var. Dünya iyisi. Bir tanecik de oğulları olmuş. Başka yok. Onlar da el bebek gül bebek misali büyütmüşler biz gibi. Tek erkek çocuk diye dört yaşına kadar emzirmiş, okula gidene kadar bezlemiş. Üşür hastalanır diye askere bile göndermemiş. Olsun biz de benzer şeyleri yaptık, yaşadık sonuçta. Oluyor bunlar tek çocukta. Emanet. Kılına zarar gelmesin istiyorsun.
Asiye, ben, komşusu bir araya geldik. El birliği ile bu çocukları baş göz etmeye ant içtik. Bizim kızın bahane kavanozunu açtım. Ortaya döktüm hepsini. Her bir bahaneyi onu memnun edebilecek şekle getirip tik attık. Tabii olduramadıklarımız da oldu. Onları da bir şekilde kamufle ettik. Kızım küçükken de çok başvururdum ben bu kamufle işine. Yemeğin içinde soğanı seçerdi mesela, yesin doğal antibiyotiktir diye incecik rendelerdim. Yemediği sebzeyi sevdiği çorbaya katar iki bızt bızt kaybederdim içinde.
Bu çocuğunda elleri azıcık büyük. Anneler seferber olduk. Önce kendi ellerimizle sonra ölçülerinden aldığımız farkla karşılaştırdık. Sonuç, bizim kızın parmaklarından bir boğum daha uzun. Yani erkek eli olacak o kadar. Bunu bizimkine anlatmaya kalksan feminist damarı tutar, bu mevzu da burada patlar. Onun için iyice tembihledim. Takım elbisesinin kolu azıcık uzun olsun. Aradaki fark belli, olmasın. Osuydu, busuydu derken geri çevrilecek hiçbir kapı bırakmayıp misafirleri kapıda karşıladık.
Asiyeleri de çağırdık tabi. Eksik gedik varsa iki elden halledelim de şu baş göz etme işinin tatlısını yiyip sonlandıralım diye. Ahretliğim akıllı kadındır oğlan evden çıkana kadar hatim etmiş tüm maddeleri. En başta çikolata çiçek mesela. Bizimki, canlı, toprağında çiçekten yana. Dalından koparılmış ya da süslenmiş yapay çiçekler onun mantığına uymaz. Çikolata da öyle çok şatafatlı olmayacak. Sırf önemli bir gece için insanların çikolataya böbreğini bırakmasına da karşı. Onlar da iyi almış tabi mesajı. Vatanından koparılmamış mutlu bir çiçekle yüzleri güldürmeyi başardılar. Çikolata çiçekten geçer not alınca bize fırsat bırakmadan bizimki buyur etti misafirleri içeri. Ben hemen ayakları kontrol ettim. Çoraplar siyah. Oraya da bir tik. Kaşı, gözü, burnu ve daha bir sürü uzvu daha öncesinden sınavı geçmişti. Elleri de hallettik mi. Tamamdır. Başka bir sıkıntı gözükmüyor diye içten içe seviniyordum kimselere belli etmeden. Kız anasıyız ya öyle dünden vermeye hazırmışım gibi durmamam lazım. Neyse kahveler yapıldı. Dağıtıldı. Sıra oğlanın kahve içişine geldi. Hüpletirse yandık. Tam o sırada Asiye ile göz göze geldik. Rahat ol, tembihledim, der gibi kaşıyla, gözüyle işaret yaptı. Ohh! dedim içimden, dışımdan fire vermeden. Eyvah! Kahve yanı hediyesini söylemeyi unuttum. Şimdi tektaş, pırlanta falan koyar fincanın kenarına. Bak gör o zaman bizimkinin suratını. Aslan Asiye onu da halletmiş. Ağaç dikmişler bizim kızın adına, küçük bir kutuda üzerinde not yazılı bir ağaç biblosu fincanın yanında belirince elimin ayağımın titremesi kesildi. On ikiden vuruyorlardı bu gece her atışta.
Kahvelerden sonra her iki tarafta okey dediğine göre işi fazla uzatmayalım diye düşündük biz aile büyükleri. Bizim kızı ikna etmek pek kolay olmaz. Her şeyi didik didik etmediği yetmiyormuş gibi ertelemeyi, acele karar vermemeyi de sever. O da tamam demişken. Yüzükleri takmaya karar verdik. Biz anne çetesi buna da hazırlıklıydık. Parmak ölçülerini eski yüzüklerinden yola çıkarak vermiştik kuyumcuya. Zevkini bildiğimden sade, şık bir yüzük seçtim. Tabii takınca parmağını ağrıtmayacak ağırlıkta aynı zamanda hafiflikten de eğilip bükülmeyecek, içi dolu bombeli olanından.
Kayınvalide yüzükleri çıkardı. Özenle her ikisinin de parmaklarına taktı. Benim kalbim sanki ağzımda çıktı çıkacak. Bir aksilik çıkacak, diye tekrarlayan beynimi, alıp vermekte zorlandığım nefesimle susturmaya çalışıyorum. Çıkar aklından bunları her şey yolunda. Çağırma olumsuzu. Ailenin en büyüğünden duayı okuyup kurdeleyi kesmesini istedik. Allah’ım sana şükürler olsun, diye içimden sevinirken Asiye’nin ellerini tuttum sımsıkı. Söz tepsinin üzerinden duayı okuduktan sonra makası eline aldı dedeleri. Bir iki güzel söz, nasihat sıraladı. Şakacı da biraz. Kendi eşiyle olan diyaloglarından, anılarından kesitler ekledi söylediklerine. Sonra “makas kesmiyor.” dendi. Hani klasik adetlerden. Kapı açılmıyor, sandık çıkmıyor, gelinin ayakkabısının eşi yok falan filan. Eskiden gelen, abartılmadığı müddetçe eğlenceli şeyler aslında. Damadın da para çıkarması gerek bu noktada. Benim kalp aynı hızda, beyin aynı gevezelikte kaldığı yerden devam. Damat az çıkarırsa da dert çok çıkarırsa da. Yirmi çıkarsa pinti, iki yüz çıkarsa savurgan hatta havalı, gösterişçi bile olabilir. Asiye’ye kayıyor gözüm. Bunu atlamış olamazsın diyerek bakıyorum. O da muallak bir bakış atıyor. Senin kız da çok detaycı canım, dediğine eminim. Neyse ki damat orta yolu buluyor da damarlarım patlamadan eski haline dönüyor. Dede de âdet yerini bulsun kafasında. Makasın ağzına kıstırıyor kurdeleyi.
Nefesimi tuttum. Kalbim salonun orta yerinde yankılanıp geri dönüyor. Gözlerim birazdan ikiye ayrılacak olan kurdeleye sabitlenmiş. Bekliyorum. Makasın ağzı bir açılıyor bir kapanıyor. Bir açılıyor bir kapanıyor. O an kaç saniye sürdü bilmiyorum. Fakat benim için zaman durdu. Damarlarımın içinde akan gerginlik vücudumda dayanılmaz bir gerilim oluşturdu.
Sonra dede elindekiyle salonun ortasına dönüp, benim sabitlenmiş gözlerime bakarak, “Makas kesmiyor, makas kesmiyor, makas kesmiyor,” dedi.
Gülden Bulut
Comments