Çok üzgünüm. Zira çoğunuzun bir süre önce Twitter’da okuyup vah tüh ettikten sonra unuttuğunuz Metroda Ölüm haberindeki ölüyü tanıyorum. Sevgili Namık, kesinlikle intihar edecek birisi değildi, haberde verilen diğer iddiadaki gibi düşmanı olup cinayete kurban gidecek birisi ise hiç değildi. Namık uzun yıllar yaşamalı ve kendi kendine, yaşa bağlı bir hastalıktan ölmeliydi. Olmadı. Mekânın cennet olsun kardeşim. Şimdi kim bilir ruhun nerede? Acaba gerçek ölüm sebebinin intihar mı cinayet mi olduğu umurunda mı? Benim umurumda.
Umurumda çünkü Namık’ın ölümünden sadece bir hafta önce bana gönderdiği e-postaya ve gazetelerde yer alan olay yeri fotoğraflarına defalarca baktıktan sonra her seferinde kendimi “Yoksa…?” diye sormaktan alamadım. Fotoğraflar herkesin malumu. Namık’ın vücudunun çeşitli parçalarıyla birlikte bolca kan, panik halindeki yolcular ve kimsenin önemsemediği raylara dökülmüş kedi mamaları. Fotoğrafları kimin servis ettiği ise, bildiğiniz gibi hâlâ muamma. Diğer muammalar gibi…
Namık’ın gönderdiği e-postanın konusu her zamanki gibi “bak hele”. Hele bakmak için tıkladığımda ise yine her zamanki sorusu: “Olmuş mu?” Biraz yazı işleriyle uğraşıyorum ya, Namık da karaladıklarını bana yollar, fikrimi sorardı. Şiir, deneme, iç döküş, öykü, doktora tezinin bir bölümü… Ne olduğunu söylemeden yollardı bak hele’leri, olmuş mu’ları.
Bunda da öyle olacaktı ama olmadı… Gönderdiği yazı bir yandan anıya, günlüğe, iç döküşe benziyordu, bir yandan da gerçek bir öyküye. Yazıya göre sözde Selman Dinler’in Herkesin Bildiği Kedili Kadın’ıyla karşılaşmıştı da kadından kurtulmak için hızlı bir yalan uydurmak zorunda kalmıştı. Can dostum Namık yaşasaydı gerçekle kurgu ne zaman karışmıyor ki diyerek çok üstelemez, gördüğüm bir iki yazım hatasını düzeltir, tebrik eder geçerdim. Fakat Namık’ın trajik ölümü, bu meseleyi daha ciddiye almama yol açtı.
İşin tuhaf bir yanı daha var. Namık bu hikâyeyi yazdıktan sonra, Selman Dinler’e de göndermiş. Epostasına Selman Bey’in verdiği cevabı da eklediği için onu da olduğu gibi aşağıya koyuyorum.
Bu elim hadise yaşanınca, ben de Selman Dinler’e bir bilgisi var mı diye sormaya karar verdim. Twitter sağ olsun kolay ulaştım kendisine, ama öyle sert cevap verdi ki ne yapacağımı şaşırdım. Başın sağ olsun bile demedi. Kendi Kedili Kadın’ının gerçek ya da kurgu olmasının beni hiç ilgilendirmediğini, müteveffa arkadaşımın hayal gücünün kuvvetli olduğunu kabul etmekle birlikte onun Selman Dinler yazınını çok yanlış anlayan birisi olduğunu söyleyerek ters bir şekilde beni her yerden engelledi.
Sevgili dostlar, arkadaşlar, okurlar. Son çarem sizsiniz. Aşağıya Namık’ın bana gönderdiği, kurgu mu gerçek mi olduğu anlaşılmayan metni ve Selman Dinler’in cevabını noktalarına virgüllerine dokunmadan iliştiriyorum. Kazanın fotoğrafları zaten her yerde bulunuyor. Sosyal medyadan adalet arayışına şu ana kadar pek inanmazdım ama çoğunluk benim gibi Namık’ın ölümünün basit bir intihar olmadığına ikna olursa, o zaman belki harekete geçilir. Lütfen her iki metni de okuyup bana cevap verin. Namık intihar mı etti yoksa öldürüldü mü?
***
From: NAMIK ARKUN <namik.arkun@kamukamu.gov.tr> Sent: Monday, April 15, 2024 1:40 PMTo: HÜSEYİN KILIÇ <huseyin.kilic@kamukamu.gov.tr>Subject: bakhele
Olmuş mu?
***
Selman’ı bilirsiniz, genç yaşına rağmen saçlarına aklar düşmüş bir yazar kendisi. Tamam, o kadar genç değilse de bu kadar ak normal değil. Fesatlıktan falan olsa gerek. Her neyse, konumuz Selman’ın saçları değil, yazdıkları. Zira okuru tufaya düşürmekte üstüne yokmuş meğer. Ben yazdıklarından bu hisse kapılmıştım ama dün öyle bir şey geldi ki başıma, önce gayriihtiyari küfrettim bu Selman’a, hemen ardından da dehası karşısında şapka çıkardım. Meğer saçları değirmende ağartmamış.
Efendim bu Selman’ın öykülerinden birisi var ki okuduğumda beğendim lakin yine de kurgu olduğu belli oluyor, bu kadar da olmaz diye geçirdim içimden. Herkesin Bildiği Şu Kedili Kadın, öykünün adı bu. Hikâye bu ya; bir kadın var – elbette. Evinde onlarca kedi – tabii ki. Onlarla garip bir ilişkisi var – muhtemelen. Kötü şiirler yazıyor – normal. Yalnız yaşıyor – hmmm. Bir derginin editörünü yemeğe çağırıyor ve olaylar gelişiyor – gerisini merak ettiyseniz kitabı almanız gerekiyor. Zira spoylırı tadında bırakıp dünkü olaya dönme isteğimi mazur görürsünüz umarım.
Efendim dün akşamüstü, iş dönüşü mutfak alışverişi için Badem Pastanesi civarındaki şu büyük marketlerden birine gitmem gerekti. Sıradan bir şekilde sinyal vererek aynı sıradanlıkla vitesi küçülterek yanaştım, marketin önüne park ettim. Neredeyse bir saattir arabada olmanın getirdiği gerilmeyi ve kasılmayı atmak için arabadan iner inmez vücudumu şöyle bir esneteyim derken gördüm onu. Saçlarındaki beyazları inadına boyamamış – yoksa simsiyah saçlarına beyaz boya mı sürmüştü? – benden kısa olsa da Türk kadınına göre uzunca, üstündeki tayt ve spor tişörtüyle belki de olduğundan fit görünen, siyah eldivenli bir kadın. Sporunu bitirmiş, mutlulukla – hatta evet evet, coşkuyla – marketin köşesindeki çöp kutusuna doğru ilerliyor. Eldiven kendisine hafif bir vamplık katmış. Kadının zayıflığından, spor kıyafetlerinden ve vamplığından mı etkilendim yoksa kendi bir kentallik iri vücudumdan, bir türlü yenisini almadığım memur grisi pantolonumdan, kısacası dümdüz, göze hitap etmeyen bir adam oluşumdan mı utandım bilmiyorum ama hemen esneyen ağzımı kapatıp ceketimin düğmesini iliklemeye çalıştım.
Böyle çabalarken, kadının vamplıktan değil hijyen takıntısından eldiven taktığını ve elinde koca bir poşet dolusu kedi maması olduğunu görmemle zihnimdeki ampul yanıverdi. Bu oydu, Selman’ın yazdığı, Herkesin Bildiği O Kedili kadın. Ağzımdan “Vay uyanık” sözcüklerinin dökülmesine engel olamadım. Kurgu diye gerçeğin ta kendisini kakalamıştı demek bize. Herhangi bir dergide editörlük yapmış mıydı bilmiyorum ama o gecenin tüm detaylarına şahsen hâkim olduğuna bir saniyeden daha kısa sürede emin olmuştum.
Fazla emin olmuşum. Kadın beni duydu. Kafasını kaldırdı ve çevresinde ondan mama bekleyen – her gün geliyor olmalıydı – onlarca kedinin heyecan ve telaşına rağmen mama vermeyi bırakıp sordu: “Bir şey mi dediniz?” Korkarak benden başka birisine söylemiş olmasını diledim ama benden başka kimse yoktu sokakta. “E-efendim?” Daha buyurgan bir sesle adeta cevap vermem için emretti “Çocuklarıma bir şey mi dediniz” Cevap vermem gerekiyordu. Çocukları söz konusu olunca bir annenin neye dönüşebileceğini biliyordum, sokak kedileri hakkındaki olumsuz düşüncelerimi hemen çok derinlere gömdüm. Yalan söyleyemezdim. “Şey… Selman Dinler’i tanıyor musunuz?”
Kadının elindeki mama poşeti bir anda yere düşüverdi. Tüm kediler alt alta üst üste dökülen mamalara saldırdılar. Buraya yazamayacağım birkaç aşağılayıcı sözden sonra, gayet ağlamaklı, “Hayatımı mahvetti…” dedi. İlginç bir şekilde bana karşı hiçbir öfkesi yoktu. Daha önce benzer sahneyi onlarca kez yaşamış gibiydi ama Selman’a karşı öfkesini bir türlü bastıramıyordu. Benim yerime sinirini muhtemelen bir başka sokaktaki kedilerin rızkına da göz diken – biraz sonra bu tahminimin doğruluğunu kendi açıklayacaktı – çocuklarından çıkardı.
Ayakaltında dolaşan kedilere beklenmedik bir serilikle “Misket, Tekkan, Nakkaş, Şakir, Rikkat, Taksi, İsmet, Tembel, Leblebi, İbrahim defolun gidin” diye tek tek isimleriyle haykırarak geçirdiği anlık bir cinnetten sonra poşeti alıp sordu. “Gerçekten siz de o herifin yazdığı kadar deli olduğumu düşünüyor musunuz?”
“Hayır” demem umuduyla yüzüme baktı. Evet dersem biraz önceki cinnetin kaçla çarpılacağını hesaplayamıyordum, hayır dersem kendisini nasıl tanıdığımı soracaktı bu kez. Yine de “Olur mu öyle şey” dedim ve beklenen soru geldi. "Madem o deli kadın olmadığımı düşünüyorsunuz, o halde neden bana durup dururken o mendebur herifin adını sordunuz?”
Bir anda ter bastı. Köşeye sıkışmıştım. “Her şeyiniz bas bas bağırıyor ‘Ben herkesin bildiği o kedili kadınım’ diye,” desem olmazdı. “Efendim,” dedim “Ben biraz psişiğimdir, hafızam da oldukça kuvvetlidir. Bütün okuduğum cümleler ve gördüğüm şekiller sürekli kafamda cirit atar ve eşleştikleri anda da böyle dayanamam soruveririm.” Başarmıştım. Kadının yüzü aydınlandı. Hem deli değildi hem benim gibi bir psişikle karşılaşmıştı. Bu sefer o ne yapacağını bilemedi. Bana saygıda kusur etmek istemiyordu. “Sanırım markete giriyordunuz, ben de bir iki parça bir şey alacaktım, dilerseniz hem alışverişimizi yapalım hem o Selman’ın ne kadar yalancı olduğunu anlatayım.” Birisi yalancıydı fakat hangisi? Bu kadar kısa sürede neredeyse hayatını anlatabilecek kıvama geldiğini görünce üzüldüm ama çok ince bir ip üzerinde yürüdüğümü hissediyordum. “E-evet,” dedim. “Buyrun lütfen.”
Daha girmeden anlatmaya başladı. “O mizojinist yüzünden herkes bana cephe aldı. Kötü şair, insan sevmez, erkek avcısı, çıkarcı, deli, aşüfte. Neler neler neler dediler bana. Halbuki tek yaptığım zihnimden taşmasını engelleyemediğim dizeleri kâğıda aktarmak, tüm ezilmişlerin yardımına koşmak, kendime göstermediğim sevgiyi diğerlerine göstermekti. Hata yapmadığımı biliyordum, hala da biliyorum. Kaç defa dizime gittim ama geçmişimdeki o defolu bireyi bulmak mümkün olmadı. Neymiş, Esra feministmiş. Neymiş, Esra kedilere köpeklere insanlardan çok değer veriyormuş. Neymiş, Esra enerji diye diye…”
Durdu, yüzüme baktı. “Gerçi siz bunları zaten hissetmişsinizdir şimdiye kadar. Çok yoruldum beyefendi. Zihnen de yoruldum fiziksel olarak da. Bir yanda onun gibi mizojinistler öbür yanda hayvan düşmanları, işçi düşmanları, kadın düşmanları, şiir düşmanları. Ama evren bizi mutlaka iyi enerjiyle de karşılaştırıyor. Bakın, yarım saat önce çok yorgun ve mutsuzdum. Size de başta, hahahaha, kusuruma bakmayın lütfen öyle olsa da, hahahaha.”
Sesine tam oturtamadığı bir işve ve cilve vermeye çalışıyordu ama olmuyordu. Gülümsemekle yetindim. O arada alışverişim bitmek üzereydi, fark etti. “Zaten beni anladınız ve tanıdınız ama elbette daha iyi tanışmak, bu enerji birlikteliğinin spektrumunu çok daha geniş bir perspektife taşımak isterim. Tabii siz de isterseniz, hahahaha. Bu hafta deliler gibi yoğunum. Nefes alacak vaktim yok. Pem-Fem ile birlikte 1 Mayıs’a hazırlanıyoruz. Çok coşkulu geçecek bu yıl. Bir de Taksim’e izin çıkarsa. İşçi düşmanları! Kadın düşmanları! Anlıyorsunuz değil mi? Mesela 2 Mayıs’ta… Ben her akşam zaten yavruları doyurmak için geliyorum buraya, toplam üç sokak benim sorumluluğumda. Pati-Seri grubumuz var. Gücümüz yettiğince çocuklara sahip çıkıyoruz.”
Ne diyeceğimi şaşırmıştım. Gözlerime öyle yoğun bir itaatkarlıkla bakıyordu ki, şok oldum. Herkesin bildiği o Kedili Kadın bir anda müridim olmuştu. Ben de şeyh! Hah! Tam dört numaralı kasanın önüne geldiğimizde kasiyer kapattığını söyleyerek bizi diğer, sıra olan kasaya yönlendirdi. Bir an önce kaçamadığım için üzülmüştüm ama o öfkelenmişti. Bağırdı, çağırdı, mağaza müdürünü çağırdı. Kasiyer kız küçüldü, küçüldü, küçüldü. Zaten muhtemelen öğrenci olan kasiyer, küçük bir kız çocuğuna dönüşerek kasayı bizim için açtı. Ben de bir şey diyememiştim. Ona bağırıyor, bana gülüyordu. Bir an önce çıkmak istiyordum.
Ödemelerimizi yaptıktan sonra kasiyere teşekkür edeceğini sanmıştım ama öyle olmadı. Kızın duyacağı şekilde “Orospu karı,” dedi. Marketten nihayet çıkınca benim korku dolu gözlerle ona baktığımı görünce panikledi. Diliyle dişinin arasından belli belirsiz bir “siktir” döküldü. Onu da duyduğumu anlayınca gözlerinden yaşlar akmaya başladı. “Kullandığım eril dil için gerçekten çok üzgünüm,” dedi. Benden bağışlanma bekliyordu ama iplerin elimde olduğunu hissettiğim için istifimi bozmadım. Ben kıza ettiği küfürden dolayı pişman olduğunu düşünüyordum ki yanıldığımı anladım. “Hem bütün meslekler onurludur, o yüzden seks işçisi demeliydim… Ve de karı yerine kadın…” Pişmandı, gerçekten ve samimiyetle pişmandı. Hüzünle “Seks işçisi kadın” diye mırıldandıktan sonra kafasını kaldırdı. Gözlerimin içine bakıyor ve hatasını unutturacak bir teselli bekliyordu benden.
Mizojinist Selman aklıma geldi. Nasıl da yapıştırmıştı hemen lakabı! Dünya küçüktü, ne olacağı belli olmazdı. “Üzülmeyin,” dedim. “Ülkede herkes gergin bu aralar.” Yine anlayamadığım bir hızla yüzü ışıldadı. Bir an önce ağlayıp nedensiz gülmeye başlayan sonra tam rahat nefes aldım derken tekrar ağlayan bebekler gibiydi. Kendinden emindi, benden emindi. Cilveli olduğunu düşündüğü komik pozunu alarak “2 Mayıs…” diye başladı ama ben de kendi açımdan düşüncelerimden emindim. Çok maalesef bunun o marketten belki de son alışverişim olduğunu, 30 Nisan’da taşınacağımı söyleyerek Taksim’deki eylemde başarılar dileyerek hızla arabaya gittim.
***
From: Selman Dinler <s.dinler54@sakaryaprag.com.tr> Sent: Monday, April 02, 2024 3:38 PMTo: NAMIK ARKUN <namik.arkun@kamukamu.gov.tr>Subject: RE: Kedili Kadınla Karşılaşmam :D
Sayın Namık Arkun Beyefendi,
Öykünüzü okudum. Evet, gerçek bir karşılaşma olarak satmaya çalıştığınız şeyin öykü olduğunu anlayamayacak kadar cahil değilim. Yalnız kurgu da olsa, bu anlatılan şahsın benim bahsettiğim Kedili Kadın’la, kedi sevmesi ve coşkun mizacı dışında ortak bir yönü yoktur. Aynı kişi olmaları ise mevzu bahis değildir. Benim Kedili Kadın’ım daha karakterli, sokakta gördüğü sıradan bir memura hemen yeşillenmeyecek kadar seçici, her şeyden önce sapyoseksüel ve ortalamanın üstünde kabiliyete sahip bir şairdir. Evindeki kedilerle kimseye bir zararı olmadan yaşar, dışarıdaki hayvanat alemiyle de pek ilgilenmez. Zira o kedileriyle bir aile oluşturduğu için, aile fertlerinin ihtiyaçlarını sokaktaki ipsiz sapsız yabancılarla paylaşmayacak kadar sorumluluk sahibi bir aile reisidir. Bunun dışında, onun ağzından “orospu” gibi pejoratif kelimeleri, hele hele de emekçi bir kadın için, asla duyamazsınız. Bunun tek istisnası edebi dedikodular esnasında bir düşmanını tasvir içindir ki, burada da “orospu” erkek ya da kadın fark etmeksizin, kötü kalpli birey, anlamında kullanılır. Edebi dedikodular da edebiyata dahil olduğundan, burada onun ayrılmaz bir yan kolu olan argoyu kullanma hususunda kendisine izin vermiştir çünkü. Özellikle bu noktaya kalınca bir şerh düşmek istiyorum.
İkinci olarak da, anlatıcı karakterin şişmanca, memur grisi, görünümüne önem vermediği gibi kadınlar karşısında kem kümden öte bir cümle kurmaktan aciz, Cenab-ı Allah kullarına cinsel çekicilik dağıtırken ola ki tuvalette fazla oyalandığından nasibini başkalarına kaptırmış, o günden beri yalnızca avucunu yalayan, kısaca, izninizle yine argoya başvurarak, “badak” bir kişi olması hasebiyle, otoparkta karşısına birdenbire çıkıveren taytlı, spor tişörtlü, fit vücutlu, kendisiyle barışık, güzelce bir kadın karşısında aşağılık kompleksine kapılarak diyalogların özellikle son kısımlarını uydurduğunu ve markette yaşandığını iddia ettiği hadiselerin kocaman bir soru işareti eşliğinde okunması gerektiğini düşünüyorum. Bu adamın anlattıklarına, gerçek de olsa kurgu da, ben şahsen ikna olmadım. Hele de sondaki şeyh-mürit kısımları, anlatıcının zavallı bilinçaltındaki bir takım bastırılmış fantezilerin, gerçeklik algısını nasıl da bulandırdığının ispatı değil mi? Benim Kedili Kadın’ım bu değil, herhangi bir Kedili Kadın’ın da böyle davranacağına inanmıyorum.
Ha yine de kalemine sağlık diyorum sevgili Namık Arkun. Tamamen uydurma da olsa, yer yer mantık sınırlarını zorlasa da, eğlendirici bir hikaye anlatmışsın bize. Teşekkür ediyorum. Umarım gerçek Kedili Kadın, kendisine atfedilen bu öyküyle hiçbir zaman karşılaşmaz, zira tepkisi ne olur, benim kadar olgunlukla karşılayabilir mi, bilemiyorum…
Kendine çok dikkat et…
***
From: NAMIK ARKUN <namik.arkun@kamukamu.gov.tr>
Sent: Monday, April 02, 2024 04:07 AMTo: Selman Dinler <s.dinler54@sakaryaprag.com.tr> Subject: Kedili Kadınla Karşılaşmam :D
Selman selam,
DM’de bahsettiğim karşılaşmayı gönderiyorum. Hayat ne garip değil mi? Kurgu dediğimiz gerçek çıkıyor, gerçek dediğimiz kurgu :P
Cevabını bekliyorum.
Hüseyin Kılıç
Comments