top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- İbrahim Taş- Sitem

Kahvehane faslı bu akşam da bitti. Üzerime sinen sigara kokusunu ben bile fark ediyorum. Eve giderken yolu biraz uzatsam iyi olacak. Eskiden sabah uyandığımda annem montuma sinen sigaranın kokusu gitsin diye bahçedeki kurulama ipine asardı. O da kaç zamandır bu huyunu terk etti. Galiba annem de bana karşı değişiyor, sadece bu mont meselesi değil. Eskiden geç saatlerde eve geldiğimde babam yüzüme olmasa bile sitemini eksik etmezdi. Eve girerken ne kadar sessiz olursam olayım bir şekilde uyanırdı. Saat kaç olmuş, sokakta biri namusumuza dolanıyor diye bu yaştan sonra laf getirecek, bu saatte itten köpekten başka kim dolanır sokakta, o da sahipsiz olanları… Ya da gündüz biraz geç uyansam, git uyandır evin beti bereketi kaçacak, ev burası ev! otel değil, gece yine serserilik yapacak ya uykusunu alsın tabii. Böyle durumlarda annem hemen safıma geçerdi. Sen hiç genç olmadın mı, gençtir, delikanlıdır gitme bu kadar üstüne, ne yapsın bizim gibi evde kös kös otursun mu? Böyle durumlarda annemin tavrı biraz da olsa teselli ediyordu ama galiba artık annemin sabrı da tükendi. Ne zamandır annem de başladı. Kahvaltı sofrası kurulana kadar geç saatlere kadar ne yapıyorsun o kadar, otur dersine çalış, hem parayı nereden buluyorsun. Yoruldum artık babana başka sana başka konuşmaktan. En son da sözü kendine getirmeyi ihmal etmeyip zaten şu ömrümden ne lezzet aldım ki.

***

Bu, kışın dağları karla kaplı, yazın sarışın, çıplak, çiçeksiz, böceksiz, insanı şimdiki zamandan alıp alıp mazide bir yerlere sinmiş pişmanlıkların koynuna bırakan dağların çevrelediği küçük ilçede gelecek ile umut kelimesini kim, hangi cümle içinde kullanabilir. Aklımda hep ölüm var, tek kurtuluş kapısı ama sahici değil. Biliyorum, hayata karşı bu kadar aç, susuz, istekli birinin ölümü düşünmesi geçici bir aldatmacadan başka ne olabilir ki. Başıma gelenleri tercih edemediğim gibi artık düşündüklerimi de tercih edemiyorum. İpler elimden kaydı, koptu gitti. Hepsinin ama hepsinin tek sebebi işsizlik! Atanamamış bir felsefe grubu öğretmeni, para kazanamayan, hayatta kendine bir yer tutamamış, sorumluluk sahası olmayan. İnsanların yüzünde beni gördüklerinde beliren acıma duygusu artık midemi bulandırıyor. Bu önemsemek değil, başarısızlığın hatırlatılması, içinde olduğun çukura dair bir uyarı.

Geçen yıl sınava da çalışırım deyip ücretli öğretmenlik yaptım. Sınava yeterince zaman ayıramadığım, aldığım puandan çok açık bir şekilde belli oluyor. Ama iki şey kazandım. İlki bir arkadaş grubu edindim, Mehmet Hocayla Selami Hoca. Sağ olsunlar her dışarı çıktıklarında, maaşları yattığında gittikleri dönerciye beni de çağırıyorlar. Aynı durum zamanında onların da başına gelmiş, unutmamışlar demek ki. Kaç defa yeltendim, bir kere olsun hesabı ben ödeyeyim yok, bileğimi o kadar sıkı tuttular ki vazgeçmek kaçınılmaz oldu. Bir de evin biraz uzağında da olsa esnaf Lütfü Amca, geçen sene öğretmenlik yaptığım okulda oğlu okuyordu. Olaylar nasıl gelişti tam hatırlamıyorum ama Lütfü Amca çocuğunun durumunu sınıf öğretmeninden, müdürden çok bana sormaya başladı. Esnaftı zaten sima tanıdık, iyice samimi olduk. Ben de birkaç defa okulda Rıza’ya görünüp bir şeyler söyleyince Lütfü Amca beni iyice sevdi. Dükkânına gidip gelmeler, Rıza’nın durumu derken iyice samimi olduk. Biraz da dert yanmış olmalıyım ki bana dükkân senindir dedi. Sonra açık açık yemin ettirdi. Neye ihtiyacım olursa gidip alacağım, parasını da atandıktan sonra ödeyeceğim. “sen de bu memleketin çocuğusun, istersen hiç atanma, sigarana varana kadar ne lazım olursa gelip almazsan hakkımı helal etmem.” Lütfü Amca'ya da çok borç birikti, bakalım.

Yarın Cumartesi kütüphane yok, iyi ki de yok. Gündüzleri ders çalışmaya gidiyorum, epey bir mesafe de kat ettim. Eskiden atanmayı isterken şimdi atanmayı hak ettiğimi düşünüyorum. Yarın iş var, yorulacağım ama mutluyum. İlçedeki tüm okul kantinlerine su ve diğer içecekleri taşıyoruz. Haftada bir gün ama cebimde para görür gibi oluyorum. Kütüphanede çok lazım oluyor, aslında benden çok Elif var diye lazım oluyor ama yine de iyi oluyor. Para ne de olsa erkeğin boynuzudur. Amcamdan, Ahmet Abime oradan bana ulaşan bu sözü unutmuyorum. Elif’le de ne zamandır pekiyi değiliz, çok değişti bu son zamanlarda. Allah için güzel kız, uzun zamandır da birlikteyiz. Bana neredeyse diğer tüm kadınları unutturdu. Son zamanlarda çok başka biri oldu. Sabah kütüphanede ders çalışmaya başlıyoruz, ilk molada tüm derdini kederini bana kusuyor sonra gidip güler yüzünü herkese bol keseden dağıtıyor. Katlanamıyorum. Elif ben senin ağlama duvarın değilim diyemiyorum. Artık benimle konuşurken düşünmeye ihtiyaç duymuyor sanki. Şimdiye kadar onu o kadar çok sabırla dinledim ki istediği her şeyi söyleyebiliyor. Çevresindeki herkes kusurlu, herkes hatalı, benimle konuşurken benimle ilgili tek bir şey söylemiyor. Kaç zaman oldu, nasılsın sorusu bir kez bile dudaklarından dökülmedi. Artık gerek duymuyor, halimin hatırımın onun için bir kıymeti kalmadıysa artık. Elif tarafından sorulmaya, haberdar olunmaya değer bir hayatım kalmamış demek ki.  

Nihayet eve geldim, içeri girmek istemiyorum. Hava biraz serin bağdaş kurup kaldırıma çöküyorum. Yağmur da yağmamıştı ama kurbağaların duvar diplerindeki seyrüseferi baya yoğundu. Çöp konteynırlarından gelen seslere bakılırsa kediler yine rızkının peşinde. Kirpilerin de karşıdan karşıya geçme saatleri. Artık şeytan tüyü dökmesin diye yaşlı kavakların kesildiği ve yerine birkaç yıl sonra ya tutarsa kabilinden meyve ağaçlarının dikildiği, kimseler olmadığında dünyanın en güzel yeri olan sokağımdayım. Üniversitede okurken Mardinli oda arkadaşımın dilinden zikir gibi eksik etmediği sözleri “sokakta yaralı bir it koşturuyor. İki buluşmadır koluma girmiyorsun ve birkaç milyon yıldır tutmadın ellerimi” hatırlıyorum. Lütfü Amca'ya duyduğum minnetle bir tane sigara yakıyorum. Son zamanlarda olduğu gibi Elif’e edeceğim nasihatleri düşünüyorum. Bak senin bu tavrın hiç hoşuma gitmiyor. İşin gücün çevrendekileri suçlamak, bak sen böyle değildin. Varsa yoksa acı, keder, sıkıntı. Kaç defa denedim, kırmadan, incitmeden bir uyarayım ama nafile. Biliyorum fırsat bulup konuşsam ilk boşlukta araya girip sözü yine kendi sıkıntılarına getirecek. Söyleyeceklerim yine bana kalacak, saklamaya devam ediyorum. Ama bir gün söyleyeceğim. Bak bu kadar acı çekmen doğal değil. Şu koca hayatın tek muhatabı sen değilsin. Biraz çevrene bak, herkes bizim gibi. Ben de atanamadım, ben de acı çekiyorum. Varla yok arası şu hayatımla bu ilişkiyi ayakta tutmaya çalışıyorum. Biraz kendine gel, farkında değilsin ama kibrin bu aşkı günbegün yok ediyor. O kadar çok kalbimi kırıyorsun ki bir gün aynı durumun başına gelmesinden korkuyorum. Elif sen böyle değildin.

Aslında hep mi böyleydi de ben mi yeni fark ediyorum diye düşünmüyor değilim.

Elif’le lise üçte sevgili olduk. Bakışmalar, cilveler, laf götürüp getirmeler şimdi bir anlam veremesem de sonunda cesaretimi toplayıp çıkma teklif etmiştim, artık ne demekse. Bir hafta düşündükten sonra, “Olur,” demişti. Sonradan itiraf etmişti gerçi, cevabı hep olumluymuş ama arkadaşlarından almış bu aklı. Biraz beklesin, kız evi naz evinin liseli hali işte. Masumdu, kimseler yokken yanımda dünyanın en rahat insanıydı. Ben hariç kimsenin yanında espri yaptığını görmedim. Tamamen bana ait bir tarafı vardı. Lise bitene kadar da böyle oldu. Elif’le aynı dünyada olmak bile her şeyi katlanabilir kılıyordu. Ufak tefek sıkıntılar bile olduğunu hatırlamıyorum. Herkes bize gıpta ile baksa da üniversiteye geçince ilişkimizin biteceğini düşünüyordu. Olmadı, herkesi haksız çıkarttık. Birbirimize daha çok zaman ayırıp, hayatlarımızda birbirimiz için daha fazla yer açtık. Yine de işler kötü diyemiyordum ama değişim laneti gelip bize musallat oldu.

Taşra kelimesini Elif de ben de sonradan öğrendik ama Elif bu kelimeyi başka bir şekilde sahiplendi. Belki de nefretinin merkezine koydu, anlamadım. Daha lisedeyken gitmekten bahsederdi ama bu ona ait bir tavır değildi. Herkes, hepimiz gitmek istiyorduk. Elif gitmek isterken sitem doluydu ama nefret hiçbir zaman söz konusu olmazdı. Fakat üniversitedeyken işler başka bir hal aldı. O gün bugündür gitmek bilmeyen bir beğenmeme hali üzerine çöktü. Varsa yoksa şikâyet, neredeyse kendisiyle iletişimi kopardı. Dört yıl boyunca hiçbir kalıcı arkadaşlık kuramadı. Koca şehirde ikimizin de başka kimsesi olmadığı için teselliyi birbirimizde bulduk. Şimdiki gibi değildi, halimi hatırımı sorar, giyimime kuşamıma karışırdı. Bana gösterdiği şefkat içindeki sevginin dallanmış budaklanmış haliydi. Oysa şimdi onu tanıyamıyorum, eski Elif nereye gitti. Ben mi sahip çıkamadım? Kendini buralara ait hissetmediği, ben de buraların bir parçası olduğum yoksa. Yok, olamaz kendimi Elif’siz düşünemem bile. Gider açık açık konuşurum. Gerekirse sus derim, dinle derim.

Kaç zaman oldu Elif’e hiçbir şey anlatamadım. Şimdi nasıl konuşacağım, bu ilişkide o kadar çok yer kaplıyor ki kendimi yabancı gibi hissediyorum. Parçası olmaktan çok şöyle geçerken bir uğrayıvermişim gibi hissediyorum. Ne anlatmaya çalışsam kesilecek, belki de anlatamayacağım ve de yarım kalacağı için işleri iyice berbat edeceğim. Gidip uzun uzadıya içimden geçeni yazsam ne olacak ki telefonumuz var, kütüphane sayesinde görüşebiliyoruz diye yazmam çok mu yanlış olur. Bilsem ki eski Elif, gider sarılırım, kurban olduğum derim neden böyle yapıyorsun. Bak beni geçtim sana yakışıyor mu bu haller. Bilirsin seni ruhumdan ayrı tutmam hem tutamayacağımı da bilirsin. Yeminle bak sitemim beni üzmenden çok sana yakıştırmadığımdan. Yapma böyle, gel eskiye dön gibi zamana muhalif bir şey değil dediğim.

Elif’e Not:

İnan neden böyle bir şey yapıyorum bilmiyorum tabii mecbur olduğumu saymazsak. Hani olur ya onlarca yıl sonra tanıdık bir yüz gördüğümüzde gelen tuhaf bir his vardır. İlkin tanımamışız gibi gelen aldatıcı duygu, tanıdık gelmeye başladıktan sonra yanına gidip gitmeme arasındaki kararsızlık, aynı şaşkın ifadeyi o tanıdığın yüzünde gördükten sonra cesaret bulutlarının kararmaya başlaması, peşine yanına gittikten sonra hafızada kalan isimlerin teyit edilmesi, neredeyse yaşandığı bile meçhul bir hale gelen anıların karın içinde çıkan kar çiçekleri gibi ortaya çıkması, daha kışın içindeyken umudu bahara dönüştürmüş olmanın verdiği, ne iyi ettim de o selamı verdim dedirten bir duyguyla şansımı deniyorum. Umarım pişman olmam. Umarım böyle bir duyguyu bu not sayesinde yaşarım. Âşık olduğum, aşkıma karşılık bulduğum, yıllardır da beraber olduğum kadına konuşmak yerine yazmayı tercih edecek kadar yabancı hissediyorum. Ben Elif’i arıyorum, ben emeğimi arıyorum, ben yaşarken mutlu olduğum yılların sebebini arıyorum. Neden böyle yapıyorsun, nedir bu tavrın, nereye kadar sürdüreceksin.

Kaç zaman oldu bir kez bile beni sormadım. Bana baktığında ne gördüğünü merak ediyorum. Ben ise sana baktığımda tanıdığım Elif’i göremiyorum. Hiç tanımamışım, yıllardır kendimi aldatmışım gibi bir farkındalık istemiyorum. Şikâyetinin, memnuniyetsizliğinin sonu nereye varacak. Hatırlar mısın kışın daha ilk zamanlarında aldığımız mandalinaları bölüşürken bana fark ettirmeden fazla olan poşeti sırt çantama koymanı geri istiyorum. Biraz fazla konuşsan, beni ihmal ettiğini söyleyerek peş peşe dizdiğin kusura bakmalar niye artık yok. Bursumuzun yatmasına daha zaman varken bir köşede arttırdığın paraları, olsun sende dursun diyerek zorla cebime koyan Elif’e ne oldu.

Ne dediğimi ben de bilmiyorum. Sözü çok uzatmaya da gerek yok. Çok zaman oldu bir kez bile beni sormadın. Çevrendeki herkes mi kötü, bu kadar mı bunaldın? Ben mi artık sana yetmiyorum? Yanıma gelir gelmez somurtmanı hak edecek ne yaptım? Beraber büyümedik mi, geçmişim bir yalanmış, bir yanılgıymış, hayır bunu kabul edemem.

***

Artık ne kadar anlaşılır olduysa, pazartesi günü notu vereceğim, anlayıp anlamamak ona kalmış. Yapacak bir şey yok, bu nasıl aşk ki sızısı her yerde başka bir şeye dönüşüyor. Sırtımda kambur, karnımda sancı, göğsümde düğüm…

Evden yine kahvaltı yapmadan çıktım, annem de hiç ısrar etmedi. Elif’e vereceğim not çantamda duruyor, bir iki saat belki daha kısa bir süre sonra hayatımdaki birçok şey altüst olacak. İşin kötü tarafı kimselerle paylaşamayacağım. Elif’le nasıl ayrılırım, o kadar bütünleştik ki, herkes o kadar bize alıştı ki yağmurun toprağı ıslatmaması gibi bir durum olur. Hafta sonu tatilinde ne o ne de ben hiç arayıp sormadık. Buna bile alıştık, bu bile aramızda yadırganmayacak bir durum oldu.

Yolu geçtim mi kütüphanedeyim. Eminim benden önce gelmiştir. Ne kadar hassas davransam da kapı yine de gıcırdıyor. İşte orada, saatin altına oturmuş. Yerime oturduktan sonra, “Sana vermek istediğim bir not var,” diye mesaj atıyorum. Yüzünde biraz somurtkan birazda sorgulayıcı bir ifade takınarak bana bakıyor, oysa geldiğimi bile görmemişti. Elinde kitapla yanıma geliyor, kitabı masama bıraktıktan sonra fısıltıyla, “Hayırdır,” diyor. “Sen oku, konuşuruz,” diyorum. Notu kitabının arasına koyup geri gidiyor. Dayanamayıp dışarı çıkıyorum.

Güneş daha tam etkisini göstermemiş. Oturduğum bank içime bir ürperti sızdırıyor. Köylerden minibüsler gelmeye devam ediyor. Yolun gerisinde kalan değirmenden un çuvalları yüklü traktörler düzensiz aralıklarla yola çıkıyor. Karşıdaki apartmanda perdeler çekilmiş, pencereler açık evi havalandırıyorlar. Balkonda çarşaflar silkeleniyor. Yaptığım ve başıma gelecekleri unutmak için bakacağım şeyler bitiyor. Bir sigara yakıyorum, Elif birazdan gelecek ve sonrası bilinmezlikler diyarı, yabancısı olduğum, kaybolduğum bir yer. Hayatta kalmak bile bir anlam ifade etmeyecek. Konuşsa işler daha da karışacak, kelimelerle arası her zaman benden daha iyi olmuştur. Hem zaten hiç tartışmadık ki, yıllardır birbirimizden özür dilemek, kusura bakma demek için sıra bekler gibi bir halimiz vardı.

Kapının gıcırtısı bakışlarımı kapıya adeta çiviliyor. Elif geliyor işte. Paçaları dizlerine doğru daralan sonra genişleyen kahverengi bir pantolon giymiş. Yine dizlerine kadar inen örme kahverengi kazak var üstünde. Taktığı şal da kahverengi, giydiklerinin tonları farklı olsa da kombini başarılı. Gözlükleri, ona zeki, çalışkan ve uysal sıfatlarını yüklüyor. Yanıma konuşmadan oturuyor, karşıdaki kütüphanenin tabelasına kullanacağı ilk kelimeyi bulmaya çalışır gibi bakıyor. Sanki şiddetli bir rüzgâr esiyormuş da savrulmasın diye elleriyle bankı tutuyor. Ellerine bakıyorum, tam aklıma Karakoç’tan bir mısra gelecekken “okudum” dediğini duyuyorum. Devam etmesini bekliyorum,

“Haklısın, bir tek bunu söyleyebilirim. Kusura bakma desem farkındayım bu aralar kusurumdan başka bakacak bir tarafım kalmamış. İyi ki yazmışsın, ben dinlemeyi unutalı çok olmuş. Senden bir söz isteyeceğim, eğer bu son zamanları unutacaksan ben bir dahaki molaya kadar eskiye döneceğim. Olur mu, benim için yapar mısın?”

Olur mu ne demek Elif, sen varsın diye ruhumu şu bedene geçirmişim. Seninle vedalaşacağım diye gecenin, göreceğim diye sabahların bir anlamı var, sen gelmiş bana olur mu diyorsun. Elif söyledikleriyle içime okyanusları döküyor ama mutluluktan dilim damağımı da kurutuyor. Başımla onaylıyorum. Yüzüme bakmadan, tıpkı lise yıllarındaki utangaçlığını takınarak,

“Bugün ders çalışmasak, kahvaltı yaptın mı? Fidanlığa gider miyiz

“Olur gideriz, simit ayran?”

Yeryüzündeki tüm kültürlerde “olur” anlamına gelecek şekilde gülümsüyor. Kalkıp içeri gidiyor. Şimdi Elif’i bekliyorum, bu arada fidanlık bizim buradaki tek mesire yeri. Adı öyle kalmış.

 

İbrahim Taş

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Bình luận


bottom of page