Gazeteler yazıyor…
Bodrum ünlülerin, yerli – yabancı turistlerin bu yaz da en çok uğradığı yer oldu. Sahilleri gündüz denize girmek geceleri de eğlenmek için en iyi imkanları sunan Bodrum’da hem yerli halkın hem de dışardan gelen misafirlerin yüzü gülüyor. Turistler Bodrum için ‘cennetten bir köşe’ diyor.
Şu an en sevdiğim kırmızı tişörtüm, abime küçük geldiğinden üstüne konduğum lacivert şortum ve yandaki çadırımızda kalan ailenin bana hediye ettiği cırt cırtlı kahverengi ayakkabımla yüzükoyun, cansız şekilde uzandığım Bodrum plajları için, bir ay önce muhtemelen tüm gazeteler benzer manşetler atıp benzer ifadelere yer veriyordu. Havalar serinlediğinden olsa gerek gazetelerde bahsedilen mahşeri kalabalıktan eser yok şimdi. Etrafta kimsenin olmaması suyun sesini, hareketlerini daha çok hissetmemi sağlıyor. Suratıma, daha doğrusu tüm bedenime vurup duran dalgaların sertliği ve soğukluğu her seferinde ‘kurtulma botundan’ denize ilk düştüğüm andaki gibi ürpermeme neden oluyor.
‘Kurtulma botu’ ilk defa bir hafta önce babamın amcaoğlu Halit’in sabırsızlıkla beklediğimiz telefonuyla girmişti hayatımıza. Bu hayattan bizi kurtaracak olan bot anlamında söylemişti mutlu bir şekilde. Halit babamın Suriye Savaşı’nda hayatta kalıp kaçabilen tek erkek akrabası, diğer kuzenleri ya silah alıp tarafı olmadıkları bir savaşa katılmak zorunda kaldı ya da öldürüldü. Halit, kısa boylu, esmer tenli, belirgin yüz hatları olan, sıska zayıf biriydi. Yakışıklı sayılmazdı, küçükken çatıdan atladığı için sağ ayağına takılan platin her ne kadar evlenmek istediği kızla aralarında bir engel oluşturmuş olsa da savaşa katılmaktan kurtulmasını sağladığı için ona minnettardı. İki abisinin orduya katıldığı dönemde Savaş gittikçe boyut kazanmış ve Suriye’de yaşayabilmek imkânsız hale gelmişti. İşte Halit o dönemde önce Türkiye’ye ardından Avrupa’ya ilk kaçabilenlerden biri olmuştu. Sakat ayağına rağmen – kimisine göre o ayak sayesinde- bunu başarabilmiş olması hem babamın hem de annemin yüreğinde bir umut ışığı yakmıştı.
İlk fırsatta kendimizi atabildiğimiz Türkiye’de, annem babam ben ve abim bir çadırda hayatta kalmaya çalışıyor ve Halit’ten gelecek olan telefonları bekliyorduk. Sınıra çok da uzak olmayan bu Çadırkent’te ülkemizden gelen patlama ve silah sesleri benle abimi çok korkutuyor ikimiz de annemin dibinden ayrılmıyorduk. Babam çadır girişinin önünde tütününü sararken nemli gözlerini bizden kaçırmaya çalışsa da hem kaybettiklerinin hem de sığınacağı bir vatanının olmayışının hüznü, yüzünden ve hareketlerinden okunuyordu. Hüzünlü olduğu bu anlardan birinde çalmıştı beklediğimiz ‘umut’ telefonu. Telefondaki sesin Halit olduğunu öğrenince sevinç çığlığı atmaya hazırlanan annem babamın sus işareti ile oturmuş Halit’ten gelecek güzel haberi bekliyordu. Üç dakikalık görüşmeden sonra babamın yüzünde beliren tebessümü bir daha hiç görmedim. Dönmesi imkânsız olan günleri özlemekle geçti kalan ömrü. Birçok akrabasını, evini, işini bir hafta içinde kaybetmiş bir adama göre çok güçlü duruyordu ya da bize öyle yansıtıyordu. Biz vereceği güzel haberler için gözlerine içine bakıyorduk o da sabırsızlığımızı anlamış olacak ki daha da bekletmeden verdi ‘güzel’ haberi.
“Hazırlanın, haftaya kurtuluyoruz bu hayattan. Halit ayarlamış her şeyi, buradan önce Bodrum’a oradan da botla Yunanistan’a geçeceğiz.”
Annemle abim sevinç çığlıkları atarken babamın yüzüne umut ile beraber bir duygu daha yansımıştı; endişe. Hep babamın duygularını hissetmiş ve bu duyguları içten içe paylaşmışımdır onunla. Bodrum’a gideceğimiz günü beklerken zaman geçmek bilmiyordu. Annem ve abim heyecandan, ben ise babamın yüzünde gördüklerimden dolayı kaygıdan uyuyamıyordum. Babamsa hem heyecandan hem de kaygıdan olsa gerek yatağa bile uzanmıyor, sürekli çadırın dışında oturup sigara içiyordu.
Büyük gün gelip çattığında annemiz hazırladığı iki sırt çantasıyla beraber şafak vakti Halit’in ayarlamış olduğu araçla Bodrum’a doğru yola çıktık. Şoförün ismi Cemil’di. Kır saçlı, gözlüklü, irice biriydi. Yaşı biraz geçkin, hareketleri ağırdı. Zaten vücudunda ağır olmayan tek şey diliydi. Düzgün bir Türkçesi vardı ve epey de konuşkandı. Bizi kıyı şeridinden götürüyordu bu yol daha güvenliymiş. İyi şoförmüş, korkmamıza gerek yokmuş, yirmi yıla yakın süredir korsan taksicilik yapıyormuş, bir kızı bir oğlu varmış, emekli olmak istiyormuş ama emekli aylığı düşükmüş, devlet ne yapsınmış, o kadar yükün üstüne bir de biz Suriyeliler gelip ülkenin başına bela olmuşuz, o da bizim gibi ülkelerinden kaçmak isteyenlere yardım ediyormuş, hem para kazanıyormuş hem de bir nevi ülkesine hizmet ediyormuş…
Cemil yol boyunca hiç susmadı, molalarda bile bizimle aynı masaya oturup hayatını anlatmaya devam etti. Uyuyakaldığımız zaman dilimlerini de telefonla konuşarak geçirdi. Akşam karanlığında Bodrum’a vardığımızda yeni bir hayata başlayacak olmanın umudu ve Cemil’den kurtulmanın sevinci kaplamıştı yüreğimizi. Parasını Halit’ten almış olan Cemil vatanına bir hizmet daha etmiş olmanın gururu ve banka hesabındaki artışın sevinciyle arabasına bindi ve gözden kayboldu.
Halit gerçekten de her şeyi ayarlamıştı. Sahile vardığımızda kıyıda bizi bekliyordu kurtulma botu. Babamın yüzündeki endişe yavaş yavaş yerini rahatlığa bırakıyordu tabii ki bu bana da güven veriyordu. Babam bindi önce sonra sırayla önce abimi sonra beni ve en son annemi aldı botun içine, sonra inip ipleri çözdü ve yanımıza geldi. Yavaş yavaş sahilden uzaklaştığımızı görüyorduk. Abimle ben annemin ayaklarının dibine sağlı sollu yerleştik. Bir elimizle annemize diğer elimizle de botun yan taraflarına sıkı sıkıya tutunduk. Her ne kadar geleceğimiz belirsiz olsa da kurtuluyor olmak bizi sevindiriyorken denizin tam ortasında bir başımıza kalmış olmamız bizi korkutuyordu. Bir ara içimden keşke Cemil de bizimle gelseydi diye geçirmedim desem yalan olur. Bizden iğreniyordu ama varlığı da bir güven veriyordu.
Daha iki saat yolumuz vardı, deniz gittikçe hırçınlaşıyordu. Sahildeyken hafif hafif esen rüzgâr yerini fırtınaya bırakmıştı. Dalgaların içinde bir inip bir kalkıyorduk botla beraber. Annem bir eliyle bota tutunuyor bir eliyle de beni tutuyordu. Abim elleri yorulmuş olacak ki bir anlığına annemi tutmayı bıraktı ve o esnada güçlü bir dalga onu botun diğer tarafına savurdu. Annem çığlık çığlığa ona doğru atıldı, ben iki elimle tüm gücümle botun demirlerine tutundum. Annem abimi yakaladı ve ben güvende miyim diye bir an korkuyla olduğum yöne baktı. Hepimiz güvendeydik, babam annemle kardeşimi benim yanıma getiriyordu. Tam yaklaşmışken dengesini kaybetti yere düştü, benim gücüm kalmadı, ellerimi bırakmak zorunda kaldım. Bir ürperti sardı bedenimi, tuzlu bir su doldu içime. Nefesim tükendi, öyle yavaşça falan da değil, anında. Üç yaşındaki bir bedende ancak bu kadar oksijen biriktirilebiliyor herhalde. Düşmeden hemen önce abimi gördüm, o benden önce düştü. İki yaş daha büyük olduğu için benden daha fazla dayanmıştır diye umdum o anda. Dayanamamış, biz düşünce annem atlamış can havliyle, bizi kurtarmak için. Babam da öyle. Sonrasını biliyorsunuz, tüm dünyanın bildiği gibi.
Gazeteler yazıyor…
Bodrum sahilinde üç yaşında çocuk cesedi bulundu. Ailesi ile birlikte Bodrum’dan şişme botla Yunanistan’a geçmeye çalışırken annesi ve kardeşi ile birlikte boğularak öldü. Sahile vuran cesedin görüntüsü tüm dünyada infial yarattı.
Bu haberler, içerisinde kıyıya vurmuş ölü bedenimin görüntüsünün de yer almasıyla beraber gerçekten tüm dünyada bir anlığına da olsa infial yaratmış olabilir. Geride kalan diğer çocuklar, kadınlar için bir umut da doğurmuş olabilir. Ölerek bir umuda hizmet ettim kimilerine göre. Tabii ki ben de hâlâ insanlıktan ümidimi kesmiş değilim ancak açıkça ifade etmek gerekirse insanlardan ümidimi keseli çok oldu.
Kemal Tekin
Comments