top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Mahinur Çenetoğlu- Diyemedim

Iraz, rutubetten sıvaları dökülmüş küçük balkonunda, gözü ufuk çizgisinde, salkım salkım begonvillere, yaşlı bedeni gibi dinlenmeye çekilmiş, kıpırtısız duran denize bakıyordu. Emekliliğinden sonra yerleştiği ruhuna ve bedenine iyi gelen bu sahil kasabasında yaz bitmiş, gürültü dinmiş, sokaklarda güneşten biraz daha faydalanmak isteyen köpekler, kediler bir de ihtiyarlar kalmıştı. Çok uzakları görmek ister gibi ara sıra elini kaşının üzerine siper etse de artık yorgun gözleri buna izin vermiyordu. Gözlerini kapattı, ılık ılık esen rüzgâr yüzünü, saçlarını okşadı, oradan omuzlarına ve tüm vücuduna dağıldı.

Deniz nasıl da güzel, fonda bir şarkı çalıyor yanık yanık:

Sanki bir nur, bir pınar kahverengi gözlerin.”

Beni takip ediyor bir çift güzel göz, nasıl da gençlik var serde, uçuş uçuş bakışlarımdaki masumiyet, el değmemiş taptaze bir gül gibiyim. Sevmelere doyamadık birbirimizi öyle mi!

“Esma kızım, aaa neden ağlıyorsun sen?”

“Sorma Iraz anne, benim kız evlenecek ya hislendim işte.”

“Ağlama, ne güzel şeyler bunlar, kızın gelin oluyor işte, Allah hayırlısı ile evlenmesini nasip etsin, torunlarını da sev inşallah.”

“İnşallah. Boyu devrilesice herif, adam gibi babalık yapmadı, kendim için değil kızım için çok üzülüyorum. Boynu bükük kaldı, babası yok yanında.”

“Sen de çok çektin Esma, bu ağlamaların sana hiç faydası yok biliyor musun?”

“Biliyorum ah annem, bilmez miyim. Çok dayak yedim, insafsızca dövdü, hazmedemiyorum hala. Annem, babam beni kollasaydı, çekmezdim bu hayırsızı. Gelinliğinle girdin, kefeninle çıkarsın, dediler. Yeter, bu adamı benim için çekiyorsan çekme, demeseydi kızım daha da sürerdi. Başka bir şey bilmiyordum ki kaçıp gitmeyi bile beceremedim.

“Gel otur yanıma hadi, ağlama, biraz konuşalım seninle. Kaç sene oldu yanıma geleli hı, bana yoldaş olalı?”

“Yirmi sene oldu Iraz anne, sayende çok şükür kızımı da telli duvaklı gelin edeceğim inşallah, biraz daha eksiğimiz kaldı, izin günümde onları da halledeceğim.”

“Kızım iznini beklemene gerek yok, istediğin vakit gidersin.”

“Allah razı olsun Iraz anne, senin hakkını nasıl ödeyeceğiz?”

“Senden de razı olsun Esma, emeğin çok benim üzerimde. Hadi çaylarımızı balkonda içelim, biraz serin ama bak deniz ne güzel bugün.”

“Dur üstüne bir şal daha vereyim.”

“Benim çayıma limon da at kızım. Sana anlatmış mıydım? Aldatmış beni, en son ben duydum, başka bir tene dokunmuş, çok incindim. Bu kadar incinebileceğimi hiç düşünmemiştim. Hayallerim böyle miydi benim! Biz hayal kurarken yaradan gülermiş. Nazar mı değdi bize dersin? Gerçi ona da inanmazdı. İlke, birinci sınıfta okuma yazmayı hemen sökmüştü de düşüp çenesini yarmıştı, o zaman da, ‘Saçmalama ne nazarı,’ demişti. Ben inanırım o göz var ya o göz, adamı orta yerinden çatlatır. Çok mutluyduk. Yok, ben mutluymuşum. Elini ilk tuttuğum adamdı. Kayınvalidemle daha ilk tanıştığımda eşinin çapkınlığından, onu nasıl üzdüğünden falan bahsetmişti. Çok şaşırmıştım, o zamanlar anlayabilmem mümkün değildi. Hem çok genç hem de çok âşıktım. ‘Oğlum benim üzüntülerimi gördü o yapmaz, seni hiç aldatmaz, üzmez,’ demişti. Yanılmış, armut dibine düşermiş.”

“Ay Iraz annem, ne güzel anlatıyorsun film gibi.”

“Elli yıl geçmiş üstünden dile kolay. Hiç unutmadım ki, ‘O benim kocam, senin değil,’ diyen sesi. Ne fena. Şimdi gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Salya sümük olmuştum. Kavga mı edecektim elin şıllığıyla, diyememiştim ki, ‘al senin kocansa tepe tepe kullan,’ diye. Şimdi olsa der miyim? Bilmem, kocakarı oldum, galiba derim.”

“Iraz annem, beni de güldürdün bak ağlarken. Ne alem kadınsın sen.”

“İlke büyüdü, tipi babasına benziyor, Allah’tan huyu benzemedi. Yıllar böyle uçup giderken o değişti mi acaba?”

“Aman değişmez mi? Yaşlılık onun için de geçerli, şimdi çok pişmandır yaptıklarına.”

“E, yaşlandı tabii, onun pişmanlığının bize bir faydası yok. Ama unutma horoz ölür gözü çöplükte kalır.”

“Benim hayırsız da hiç evlenmemiş duydum, bulamamıştır ona hizmet edecek başka bir Esma. Bey amca çapkınmış demek ki. Benim adam da hep tembeldi, öyle otursun hazırı yesin. Bazen diyorum çapkın olsaydı da eve ekmek getirip başımızda dursaydı.”

“Ahh kızım, hem çapkın olacak hem eve ekmek getirecek öyle mi? Güldürme beni.”

“Haklısın galiba.”

“Bir tanesi vardı kendinden yirmi beş yaş küçük, evet evet kızıma abla gibiydi, evlendiler. Sonra bir duydum ki yeni gelin, kayınvalidemin çantasından paralarını çalmış sonra da eski nişanlısına kaçmış. Şimdi güleceğim de gülemiyorum. Gelmiş bi de bana dert yanmıştı, üzülmüştüm o haline, kendini bu durumlara düşürdüğü için.”

“Iraz annem sende de ne sabır varmış, bir de dinlemişsin onu.”

“Arada evlat var kızım. İlke o zamanlar küçüktü, görüyorlardı ara sıra birbirlerini, sonradan unuttu kızını falan.”

“Benim kız da hiç görüşmek istemiyor, karışmıyorum ne yapayım.”

“Keşke görüşse, babasıdır ne de olsa da adam yok ortada. Kız küçükken idare ediyordu, büyüyünce sorgulamaya başladı tabii, bu da utandı artık, yüzü tutmadı bence.”

“Ne zor bu işler Iraz anne, bu çocukların ne suçu var ki?”

“İlke’nin mezuniyetlerinde çok içim acırdı, herkesin babası gelirdi. Boynu büküktü evladımın. Ben de her mezuniyetten sonra onu çok istediği bir yere götürür, istediği şeyleri alırdım. Sanki ıstırabını oyuncaklar, dondurmalar geçirecekmiş gibi. Küçük, çekirdek aile hayalimle bu özel günleri kaçırdığı için bir de onun adına ağlardım.”

“Ahh ne kadar yufka yüreklisin. Sana mı kaldı onun için de ağlamak.”

“Doğru diyorsun, oturayım da kendi halime ağlayayım. Otuz iki yaşında gencecik bir kadındım. Küçücük kız çocuğuyla, beş parasız kalakalmıştım. İlke doğduğunda, ‘Benim maaşım yeter, otur evinde,’ diye çok ısrar etmişti. İyi ki onu dinlememişim, az da olsa aklım varmış. Sonra efendim, daha beş yıl bile olmamıştı evleneli, aman bu bi azdı bi kudurdu, ohh çalsın sazlar, oynasın kızlar, az fındık kırmadı. ‘Sen tertemiz yatağını bırakıp da ucuz kadınlara gittin,’ dediğimde, ‘niye benim yatağım pis mi,’ dedi. Pis olan sensin, diyememiştim.”

“Üzülme Iraz anne, bak kaç yıl geçmiş gitmiş üstünden artık.”

“Üzülmüyorum geçti gitti, hayat bu. Daha doğduğunda kaderin yazılmış oluyor alnına. Babam sanki bilmiş de adımı Iraz koymuş.”

“Ne demek ki Iraz?”

“Boyun eğen, kaderine rıza gösteren.”

“Çayını tazeleyeyim mi? Soğudu bak.”

“Boşanacağım diye tutturmuştu, meğer beni aldatıyormuş, bunu öğrenmemem için boşanmak istemiş. Sanki ben duymayacağım, durur mu o jurnalci kuşlar tez yoldan haberlerini uçuruverdiler işte. Sonra da arsızlığı ele aldı, çaresizce, ‘Çocuğumuz çok küçük, nasıl olacak?’ dediğimde, ‘Her gün bir başka kadınla geçerim işyerinin önünden, seni rezil ederim,’ demişti. Hani aldattığını öğrenmemi istemiyordun? Sen kendini rezil edersin, bana göre bir şey yok, diyememiştim.”

“Iraz annem üşüdün mü, girelim mi içeriye?”

“Yok kızım, çay da istemem. Sabah ezanı okunurken gelirdi, üstünde leş gibi koku. Terle karışık ucuz parfüm, anasona karışık. Kapıdan girer girmez beynine bir balyoz indirsem, şuracıkta gebertsem diye çok istedim ama İlke’nin küçük olması durdurdu beni. Sonra ne yapardı evladım, ortalarda kalırdı, yok olmaz diye düşündüm.”

“Aman değer miydi o hayırsız için Iraz annem, iyi etmişsin.”

“Onu bırak, boşanmak için avukat parasını da benden istemişti vermem bile diyemedim. O beni sevmedi ama kayınvalidem sevdi. Dikiş dikerdi, gelinliğimi de o hazırlamıştı, çok güzeldim, inceciktim. Beni, güzel kızım diye severdi. Boynuma da iki dizi inci takmıştı. Ne üzülürdüm o kadına öyle, sonradan duydum ki dişi sineği bile boş geçmeyen kayınpederim yüzünden kahrından ölmüş.”

“Allah rahmet eylesin.”

“Evden giderken bir tek müzik setini almıştı, tertemiz kıyafetlerini tek tek katlayıp yerleştirmiştim bavuluna. Sarılmıştı, içimden, gitme kal, demek gelmişti. Diyemedim. Biliyor musun dün gece rüyamda annemi gördüm, ‘Kızım çok sıkıntı çektin, tek başına evladını da büyüttün, artık tüm sıkıntıların bitti çok şükür,’ dedi. Öyle güzel gülümsüyordu ki yanaklarından öpmek istedim. Ben ona doğru gittikçe, o geri geri gitti, bir türlü kavuşamadım, sarılamadım ona. Uyandım, gözümde yaş vardı, rüyamda ağlamışım. Esma hava ne güzel di mi? Deniz kıyısına insek mi? Duyuyor musun ne güzel müzik sesi geliyor yine, bütün kemanlar benim için çalıyor.”

“İnelim, hem yakamozu da görürsün.”

“İlk dansımızı düğünümüzde etmiştik, şurup gibi bir hava vardı, tıpkı bu gece gibi. Havayı ruhumda hissediyorum. Bu denizdeki yansımalar yakamoz mu Esma? O gece de vardı.”

“Evet yakamoz.”

“Yok vazgeçtim Esma, çok soğuk oldu burası, yarın gideriz.”

“Tamam Iraz anne, gel seni yatırayım.”

“Evet zaten çok uykum geldi. Battaniyemi de ört Esma, dün gece de çok üşüdüm. Aa ay gidiyor, deniz kararıyor, bu karanlık da ne böyle, bir şey göremiyorum. İlke geldi mi? Çocuk yolu nasıl bulur ki, burnumda tüttü evladımın kokusu. Çok üşüyorum ört üzerimi Esma. Uyuyanın üzerine kar yağar derdi anacığım.”


Mahinur Çenetoğlu

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page