1856. Bin sekiz yüz elli altı. İyi belle bak. Kubbeli mağaranın karşısındaki top ağaca sırtını verip de bin sekiz yüz elli altı adım attın mıydı, ayağını bastığın taşın alt köşesindeki kaplumbağanın kafasının yönüne üç bin beş yüz kırk yedi adım daha atacaksın. Aman diyeyim adımlarını iyi belle, yoksa geçer gidersin Halil Ağa’nın evvelce gömdüğü bir teneke altını. Yaa, bir teneke altın tabii. Gariban köylünün gırtlağından söküp aldıklarıyla biriktirdiği bir teneke altını buraya gömdü. Eğer bu altınları bulursan sadece kendini değil köylüyü de kurtarırsın. Halil Ağa kahrından ölür gider, garibanlar da ben de kurtulmuş oluruz. Ama eğer, olur da geçer gidersen tenekenin gömülü olduğu yeri bu sefer elinde koca bir hiçle kalakalırsın. Halil Ağa kurnazdır, mutlaka bir şeylere bağlamıştır ucunu gömüsünün. Bozkırın ortasında, tepende bir gölge olmadan güneşin alnında döner durursun nerede bu kaplumbağanın kafası diye. Sonra yolunu kaybedersin. Çünkü dediğim gibi bozkır. Ne yana gitsen aynı gelir. Bir dere görürsün, geçersin üstünden. Bir saat sonra yine dere görürsün. Bu dere başka dere mi, aynı dere mi, yoksa hiç dere geçmedim mi derken akşam oluverir. Allah muhafaza aynı dereyi geçer durursun da başka başka dereler sanırsın. Kaybolduğunu bir anladın mıydı, işte o zaman yandın. Bu sefer hiç dere göremezsin. Anca duyarsan şırıltısını duyarsın. Ne yandan geliyor diye seğirtirken kendini bilmem kaç kulaç derinlikte bir bataklıkta buluverirsin. Sonra çobanın biri bulursa bulur seni. O da ancak bir ağaç dalına falan takılırsan bulur. Yoksa nereye kadar sürer seni dere bilinmez. Belki de olduğu yere saplanır kalırsın. Bu sefer bulunman kolay olur. O yüzden geceye kalma. Eğer kalırsan su sesine gitme. Nasıl gündüz bizimse geceleri de başkalarının. Bunu unutma. Köyde bıraktığın yavuklunun kılığıyla gözüküverirler, sesiyle ünleyiverirler. Kapılır gidersin. O yüzden sen sen ol, adımlarını iyi belle. Terzilerin İsmail’in başına gelenleri unutma.
Halil Ağa’nın tenekesini gömdüğünü bir ben bilirim, bu vakitten itibaren bir de sen. Boş ver şimdi nereden bildiğimi. O deyyus evvelden beridir hak etti bunu. Önce güzelce abdestini alacak, gün doğmadan yoluna koyulacaksın. Gün doğana kadar ne sağına ne soluna döneceksin. Yol ayrımına anca varırsın güneş doğduğunda. Oraya varınca da sağa sapacak, dağa doğru tırmanacaksın. Sol da aynı yöne götürür seni ama sen sağa git. Sağ selamettir. Eğer yolda birilerini görürsen, sana bir şey sorarsa falan aman diyeyim ne konuşacağına dikkat et. Bu diyeceklerimi iyi belle. Eğer kara kılıklı, kara bakışlı birine denk gelirsen muhakkak içinde kara geçen cümlelerle cevap ver. Kara kayanın oraya gidiyorum de. Ne bileyim, kara köyün alt yanında bir değirmen vardı, bilir misin de. Maazallah, demir tarağıyla oracıkta öldürüverir seni. Demir tarak tabi. Sivri sivri dişlerini gözüne sokunca da böyle gülersin. Eğer avuçları delik biriyle karşılaşırsan hiç muhatap olma. Peşinden gelmeye devam edecek olursa çöz uçkurunu, çövdür üstüne doğru. Başka türlü kaçırtamazsın. Dediğim gibi, eğer sağdan soldan tanıdık bir ses gelirse aman diyeyim o yana gitme. Seni tuzağa çekiyordur bir şeyler. Sen dosdoğru yolunu bil. Ağzında duanı bil. Her durduğunda namaz vakti olmasına özen göster. Namazını da kılarsın. Böyle yaparsan cinden, ifritten, koncolosundan, albastısından hepsinden korunursun. Ne melanettir onlar.
Eğer olur da yol ayrımına gün doğmadan önce varırsan orada birini görürsün. Dosdoğru sana bakar. Sen de onun yüzüne yüzüne baka baka geçeceksin. Eğer olur da bir an olsun gözünü ondan ayırırsan nasıl tepene çöktüğünü anlamazsın. Gerekirse geri geri yürüyeceksin, ne zaman o sana bakmayı bırakırsa sen de o zaman bırak. Anca o şekilde selametinden emin olursun.
Yol ayrımından geçip de dağ yoluna girdin miydi daha tetikte olman lazım. Bu sefer sık ağaçlar, çalılar, taşlar seni yolundan ayırmaya çalışır. Yol kıvrılıp giderken bir bakarsın ağaçların arasından bir açıklık görünür. Buradan geçivereyim de yol kısalsın dedin miydi, geçmiş olsun. O yol hiç bitmez artık. Döner durursun. Her ağaç, her çalı önüne önüne gerilir. Seni delirtirler. Ağaçlara çizik atarsın tanıyayım diye. Bir bakmışsın hepsinde çizik var. O yüzden doğruca yolunu bil. Yolundan ayrılma. Uyanıklık edip de kestirmeden gideyim deme.
Dağ yolunda yürüdükçe yol dikleşir. Dikleştikçe de eser. Aman diyeyim esen rüzgâra söylenme. Her soluklandığında ne güzel estiğini söyle ki, sana dokunmasınlar. Ağaçların altında soluklanırsan sakın ha dallarına dalıp gitmesin gözlerin. Olmadık şeyler görüverir, dalar gidersin uykuya. Uyandığında bir bakmışsın ya bir mezarın içindesin ya da bir ipin ucunda. Hiç belli olmaz. Neler neler yaşar o ormanlarda hiçbirimiz bilemeyiz. Hiç duymadın mı Teberli Dervişi. Bana bir şey olmaz diye diye gezerdi dağ tepe. Bir gün bir söğüdün dalında buldular kafasını. Kemikleri iki dönüm yere saçılmıştı. O yüzden, aman ha.
İnşallah her şey yolunda gider de altını bulursan eğer sakın hemen çıkartma. Duanı et, niyetini temiz tut. Hatta bunun için kan akıtmak lazım gelir, yanında bir koç mu götürsen giderken? Oracıkta adağını keser, kurda kuşa bırakırsın etini. Tavuk da olur, evet. Bana sorarsan koç iyidir. İbrahim Aleyhisselam’a da koç indirildi. Tabi yanında götürmek biraz zor olur ama halledersin sen. Bunları sana boşuna mı anlatırım? Sadece kan akıtmak da yetmez elbet. Niyetin halis, duan temiz olacak ki orayı bekleyen, artık her ne ise, senin niyetini görüp de sana ellemesin. ‘Altını görünce aklın kayarsa harama, bir avuç toprak olur avcundaki sakın ha ağlama’ diye söz vardır Örenli Himmet’ten. Artık ne yaşadı da yazdı, bilmem. Eski defineci derlerdi.
Kızılcakaya köyüne varmadan bir pınar vardır. Akçapınar derler. O pınarın ardı sıra bir yol gider ormana doğru. O yola gireceksin. Eğer kuşluk vakti girersen ancak ikindi vakti yolun sonuna gelirsin. O yüzden geceye kalmamak için geceden girmen lazım. Gece de bu sefer önüne türlü türlü şey çıkar yine. Dediğim gibi ağzın bir dakika durmasın bol bol dua oku. Diyelim ki vardın yolun sonuna. Orada pınarın kaynadığı yeri göreceksin. Toprağın altından fıkır fıkır su kaynar, ufacık bir gölet oluşturur. Dinlenmek için birebir yerdir. Girer serinlersin. Sakın balık falan görürsen nefsine uyup da elini uzatayım deme. Onların hepsi sayısız savaşların gazileridir. Gazi tabi ya! Kolay mı sanırsın bunca bucak hala bizim elimizdedir! Hep o mübareklerin sayesinde. Düzgünce dinle beni. Biraz dinlendikten sonra tekrar yola çıkacağın vakit havaya bak. Eğer öğleden önceyse rüzgârın estiği yöne gideceksin. Yok öğleden sonraysa bu sefer rüzgârın estiği yönün tersine gideceksin. Neden dersen eğer, ben de bilmiyorum. Hep böyle gidip gelinmiş. Eğer doğru yere dönüp de yola çıkmışsan zaten anlarsın. Etrafında çeşit çeşit kuşlar, renk renk hayvanlar belirmeye başlar. Ama ne zaman leylek görürsen o zaman yaklaştığını anla. Kubbeli mağarada leyleklerin piri yaşar. Zamanın behrinde yaralanmış, kendini o mağaraya zor atmış derler. Bir daha da çıkamamış. Ne zamandır yaşadığını bilen yok. Gözüyle gören var mı dersen, o da yok. Ama Allah’ın işine sual olunmaz. Bir leylek olur da karşına çıkarsa beni ya pirinize götürün ya da falanca yere götürün diyeceksin. Buradaki falanca yer tam da düşündüğün gibi, top ağacın olduğu yer olacak.
Demek doğruca ağaçtan bin sekiz yüz elli altı adım öteye götürün diyeceksin? Olmaz. Birincisi, leylekler insan adımını bilmezler. İkincisi hazine olduğunu anlarlarsa sana yar etmezler! Ağaçtan kendin sayacaksın adımları. Neyse, pirlerine götürmeyecekleri için seni top ağacın oraya götürecekler. Oradan sayarsın, varırsın. Yok eğer karşına leylek çıkmazsa bu sefer önüne bir uçurum çıkana kadar yürümeye devam edeceksin. Bu uçurumun dibinde türlü hastalığa şifa bir dere akar. Kâh tutunarak kâh kayarak in aşağıya. Derenin bir çukura döküldüğünü, kaybolup gittiğini göreceksin. O çukurdan öte geçip dümdüz yürü. Karşına çıkacak ilk ağaç top ağaç olacak. Ondan sonrasını zaten anlattım.
İyi dedin. Eğer öğlen vakti olursa otur biraz daha bekle, öğlen vaktini geçtikten sonra rüzgârın tersine gidersin. Anlatacaklarım bu kadar. Zaten zor da değil. Maşallah, akıllı da çocuksun halledersin. Tenekeyi bulduğunda bana da bir hediyen olursa gül gibi yaşar gideriz. Hadi bakalım, sen artık git. Dediklerimi kafana yerleştir. Yarın sabahleyin de güzelce yoluna çık.
Yok yok bana borcun morcun yok, ben bu işleri para için yapmıyorum. Sizlerin duaları, sevapları bana yeter. Hem yemeğimi köylü verir. Hediyeleri de olur gelen gidenlerin, şuraya kapının kenarındaki kutunun içine bırakırlar. Artık üstlerinde ne varsa. Gönüllerinden kopanın fazlasını vermeye çalışırlar hep sağ olsunlar.
Hoca kısmının defineyle, parayla pulla ne işi olur oğlum? Hoca dediğin ağzı duada, eli tesbihde olur. Hem dedim ya, bana sevaplar yeter. Bizim definemiz ilmimizdir. Onu korumak için böyle kıçımızı bu divana çaktık otururuz işte. Allah hepimizi cimrilikten korusun, elindekini din kardeşiyle paylaşmayan gafillerden uzak tutsun inşallah! Halil Ağa da köylünün kanını kene gibi eme eme yaptığı altınlarından olsun da anlasın açın halini inşallah! Haa, eğer her dediğimi harfi harfine yaparsan ama yine de bulamazsan o zaman layık değilsindir demek lazım. En iyisini Allah bilir, sonra bana gelme dediğin yerde hazine yoktu diye.
Mehmet Ali Kaba
Comments