Çocuklar, salıncağın etrafında meraklı bir daire şimdi. Tıkanmış nefeslerini, hırslarını, parkın orta yerine yatırmış, çok değil daha beş dakika önceki oyunlarına sırt çevirerek, salıncağın üzerindeki hareketsiz adamı izliyorlar. Alınlarında boncuk boncuk ter, boncuk gözlerinde yapışkan bir merak. Kahverengili, elalı, gök mavili bu gözler, salıncağın üzerine nasıl da çökmüş. Salıncağı harekete zorlarcasına çökmüş ki el ele tutuşmaktan ziyade göz göze tutuşmuş gibiler. Çocukların bazısı ağzından nefes alıyor, bazısı kaşınıyor, yorgunluktan eli ayağı dökülenler, burnunu çekenler var bu esnada. Yine de hepsinin yüzü duru bir toz içinde. Bekliyorlar ki Deli Haci bir şeyler yapsın. Onları kovalasın, rastgele naralar atsın, yok yok küfürler savurarak bu meraklı daireyi şöyle ortadan ikiye yarsın. İstiyorlar ki kendilerine eğlence çıksın da nasıl olursa olsun, eve döndüklerinde analarına anlatacakları şeyleri olsun. Bir saydı, iki saydı, dört, altı, yedi... Çocukların, ipe dizili renk renk kıyafet gibi etrafını sarmasını ardından merakla dalgalanmasını önemsemedi ilkin. Sonra çocuklar yavaşça toplandı da topak topak oldu. Derken korku, bir rüzgâr olup, dal vermiş kaygılarını titretti öylece. Derin derin solukladı, “Aman, aman, aman" çekti içinden. “Allah'ım koru, Allah'ım koru...” Çocukların bakışları gözlerini yuvalarından ediyor, tenine çivi olup çakılıyor, tırnaklarını söküp, nefesini darlıyordu sanki. Korkudan dilini ısırdı, gece çöktü bakışlarına. Şimdi sallansa olmaz, kalkıp gitse olmaz. Olmaz oğlu olmaz. Süt tadı geldi ağzına, bir türküdür tutturdu sessizce:
“Gün gele de kâğıda otura,
Issız rüzgârda savrula,
Kâğıdın beyazında demlene,
Bebe boynu gibim avcuma düşe."
Sağ yönüne döndü. Sanki zinciri kopmuş salıncağa teselli verir gibi söylüyordu usul usul:
“A çocuğum dünün pisi,
Korkumda masmavi leke,
Teneke tenimde köyün atebi,
Şu günlerim hep veresiye,
Gün gele de kâğıda otura,
Issız rüzgârda savrula,"
Onunla beraber çocuklar da tek kolu kopmuş salıncağı izlemeye koyuldu. Sevinçle parçaladıkları, parçaladıktan sonra yüzüne bakmadıkları salıncağa acıdılar. Ellerinde olsa, Deli Haci'nin dilinden damlayan sözleri tutacak, kırık zincire ovalayacak, demiri demire mıhlayacaklar. Hani dokunsan ağlayacaklar; biri ağlasa, tümü ağlayacak.
“A çocuğum ıngalarım hep boşa imiş,
Meğer köy, yüreğimde depinen akis bir tekeymiş,”
Biliyorlar. Yarına kalmaz biri göçünecek. Bu köyün çocukları Boyundere Köyü'nün çocukları gibi değil ki, ölümün ne olduğunu biliyorlar. Açlıktan ölmüş Saniye bebeği, soğuktan donmuş Tuzsuz ailesini, şehit Mıstık abilerini, çayın her sene yuttuğu gelinleri; çayın ökesine yazılmış türküleri... Tütünde, güneşin hışmından gitmiş Hatice ninelerinin çatlak mor dudaklarından biliyorlar ölümü. Deli Haci türkü söyledi mi çok sürmez, türkü, esen yelin sırtında kapı pencere dolaşır,herkesçe kelimesi kelimesine ezberlenir, çocukların oyunlarına tekerleme edilir, sonra da ölümün hangi bacadan tüteceği korkusu alır başını giderdi. Deli Haci türkü söyledi mi, söylediği de duyulup, yayılıp işitildi mi, bir sessizlik çöker sanırdın köye. Dakikalar dakikaları ararken, gözler, nazlı nazlı ilerleyen saatlere mutlaka kayardı. Akrebi de yelkovanı da tekinsiz bir korku kovalardı sanki. Deli Haci türkü söyledi mi, köyden bir cenaze çıkardı mutlaka. Köylü evvelce de ondan biraz çekinirdi. Deli Haci'nin ağzının hareketleri ile dilinden dökülenlerin bir olmadığını söyleyenler hep vardı. Onun konuşmalarını, hareketlerini, söylediği türküler hariç eylediği her bir şeyi, kimseler anlamazdı zaten. Köylü anlayamadığı ile uğraşmaz, köylü anlamadığından korkar da bulaşmaz... Yalnız, saygıyı sırtında pelerin gibi tüttüren bir korku değildi ona duyulan. En son üç ay evvel gecenin perdeli bir vaktinde, tüm köyü uykusunda dürtükleyen; muğlak, hani rüya kadar muğlak, acı ama alev kadar da hafif ve sıcak bir türkü duyulmuştu da kimse adam akıllı kulak kesilip uyanmamıştı. Hani köyün kuyusu, ineği, eşeği, kuzusu, papatyası dahi duymuştu, duyup da uyanmıştı ama köylü uykusuna düşkün, köylü rüyaya düşkün... Ertesi günün ikindi vakti taze gelin Hamiyet, boş ahırda asılı bulunduğunda, kıydığı canın da yeni bir cana gebe olduğu duyulduğunda; “Alehey, pis şeytan!”, “Cinli!”, “Muskalı!”, “Perili!” diyerek taşlamışlardı Deli Haci'yi. Gelinin abisi ise evire çevire dövmüştü onu kahveler meydanında. Dövmüştü de, çocuklar kahkahalarla gülmüş, bir Allah'ın kulu da dur etmemişti. Dudağında kan, kolunda ezik, dilinde türküsü, yüreğinde korkusuyla kayıplara karışmıştı Deli Haci de. On dakika geçti, derken yarım saat oldu. Ne yoruldu ne de duruldu. Hani köylü bu uzun deyişi duyacak olsa sanırlardı ki koca bir felaket inecek, zelzele vuracak, taşkınlar çıkacak. Vay haline... Arada gözünü kapıyor, sonra açıyor, çocukları yokluyordu. Yok, çocuklarda tık yok. Elleri de bomboş; taş, sopa, değnek neyin yoktu. “Bu iyi, iyi ya, iyi.” diye düşündü. Parktaki tek esinti kendi sesiydi artık.
“Köy üzerime bulut olunca a çocuğum,
Baharın seyri bilinmezin seyrine karıştı,
Hemi dağda kurt oldum, hemi dalında meyve, hemi karınca,
Ah o ne tanıdık bir kara kıştı, köy üzerime yağınca,"
Çocukların gözleri şimdi dol dol. Hani kırpılsa o gözler, nasıl da yağacak; biri göz kırpsa, hepsi kırpacak.
“Ya işte çocuğum ıngalarım hep boşa imiş,
Meğer köy yüreğimde depinen akis bir tekeymiş,”
O gün eve geç girdi diye anasından terlik yiyen, kulağı çekilen, haşlanan her çocuk, bitmek bilmez sorguya ve onca bedduaya of bile çekmeyip, önceden anlaşmışçasına, hep aynı şeyi tekrar etti. Ertesi gün yarısının dilinde pay, yarısının gözünde itdirseği bitti.
“Ana vallahi yalan değil. Dur hele dur, dur hele vurma! Oynuyorduk parkta, iki gözüm önüme aksın istop oynuyorduk. Bir baktık ki Deli Haci salıncakta sallanıyor. Ama şu kırık var ya hani. Nasıl yaptıysa tamir etmiş. Ne ara gelmiş, ne ara binmiş görmedik. Arkasından biri ittirir gibi de sallanıyor; bir sallanıyor, bir söyleniyor. Hepimiz sus olduk, vardık yanına. Kıyafetleri pırıl pırıl, tertemiz bulut gibi aynı. Salıncak bir uçtukça gül kokuyor, bir uçtukça papatya. Deli Haci hiç durmadı, söylendi, söylendi, söylendi. Sonra havaya şeker atmaya başladı birden. Şekerleri neresinden çıkardı, nasıl sakladı, nereden çaldı bilemedik. Biz de onu taşlamaya başladık. İt, dedik taşladık. Pis cin, dedik taşladık. Bir de baktık ki Deli Haci yok oldu. Bulut gibi kaydı önümüzden. Taşla dolu salıncak bir sallandı, iki sallandı, durdu. Şekerleri kaptık, yiye yiye kaçtık parktan. İnanmazsan aha bak bu da şekerin çöpü."
Mehmet Cebe
Comments