top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Melike Pehlivan İşler- Akşam Üzeri

Balkondan tek gördüğü sarı kırmızı yaprakların döküldüğü, kışa çalan o akşam üzeri kızıllığıydı. Güneş kapıda oyalanan, lafa tutulmuş misafir misali ayrılamıyor sanki birini bekliyordu. Zaman geçmek bilmiyordu. 

 İki kere yutkundu, bir kere parmağı istemsizce oynadı.

Kadın balkonda oturmuş, sorularına cevap arar gibi güneşe dikmişti gözünü. Elindeki su bardağını sıklıkla ağzına götürüyor, kuş gibi minik yudumlar alıyordu. Uzun süre orada duracaktı da sanki temkinli içiyordu suyunu. Bardaktaki lekeleri tırnağıyla çıkarmaya uğraşıyordu bir yandan da. Kaç senelik bu bardak? Hatırlayamıyorum, epey oldu, evlendiğimde almıştım. Çiziliyor bunlar bulaşık makinesinde, nasıl da yol yol olmuş.

Evine yeni gelmişti. Yorgundu. Ertesi gün Londra’ya seyahate çıkacağından bavul hazırlaması gerekiyordu. Biraz dinlenip işe girişecekti. Ayakkabısını dolaba yerleştirirken telefon sesi geldi salondan. Kanepenin üzerindeydi eşinin telefonu. Ali bey arıyordu. Eşinin burada olmadığını söylemek için açtığında bir kadın ona “aşkım!” dedi. Bet, çirkin, laubali, pis bir ses tonu vardı. Çok kısa bir an duraladı ve alo diye cevap verdi. Kadının sesini duyunca alelacele kapattı. Sonrasında ne kadar arasa da Ali Bey’in telefonu kapalıydı artık. Dünyası yıkıldı. Yaşamla olan bağlantısı ilk o an balkonda koptu. Ne sağa ne sola dönebiliyordu. Donmuş kalmış, güneşe bakıyordu. Duyduğu sesler yabancıydı o andan itibaren. Seçemiyordu, kimin ya da neyin sesi olduğunu. Başı döner gibi oldu. Bir yudum su daha aldı.  Akşam olmak üzereydi ama zamanda bir gariplik vardı. Uzamıştı dakikalar, yarım saat değil de sanki yüz yıl sonra gelecekti eşi. Kimdi bu kadın? Ne kadar çirkin bir sesi vardı öyle, mıy mıy. Benden genç, kesin. Kafasını eğip bacaklarına baktı. İnsan neden böyle duyguları başı eğik yaşar ki? 

İki kere yutkundu, bir kere parmağı istemsizce...

Tekrar güneşe kaldırdı bakışlarını. Derdini ona anlatacak gibiydi. Yaz güneşi gibi değilsin be kuzum. Öyle yakıp kavurmuyorsun, sonbaharda senin de bir espirin yok. Birbirimize benziyoruz seninle bugün; benim de evliliğimde bir ehemmiyetim yokmuş, baksana başıma gelene. Boşa uğraşıyorsun, benimki de boşaymış; bilseydim. Aslında bir şeyler anlıyor insan da konduramıyor ki… Bilsem ne yapacaktım? Bilmem, belki de daha az seyahate çıkardım, iş yemeklerine gitmezdim öyle iki dirhem bir çekirdek. Fransa, Londra derken… Ya da belli mi olur Fransa’da peşimden ayrılmayan o, Ceo muydu neydi, Burak Bey, ben de onu değerlendirirdim belki. Aman neler diyorum!

Gözlerini karşı apartmanda camları silen kadına kilitlemişti. Kendisi en üst katta, temizlikçi sekizinci katta olduğundan seçiliyordu kadının tüm hareketleri. Onun o cama iniş çıkışlarındaki profesyonel ritim müzik dinlemek gibi rahatlattı kadının ruhunu. Onu kendisinden alıp götüren bir seramoni seyrediyordu sanki. İçeri girmişti temizlikçi, kovadaki suyu tazeleyip döndü. Kadın da bardağını doldurmaya mutfağa gitti. Geldiğinde temizlikçi kadın camın dışındaydı. O yükseklikte olmak onun için ne denli normaldi. Ekmek parası. Ne zor bir iş, hiçbirisi kolay değil ama. Bu da çok zor. Evli mi ki? Onu da eşi aldattı mı ki hiç? Aldatmıştır tabii, beni aldatan onu hayli hayli… Neler diyorum ben? Hiç yakışıyor mu? Sadakat sözü veren insanlar böyle davranmamalı. O kız da evlidir varsan baksan. Saçmalık! Hem öyle olsa da olmasa da eşimin evli olduğunu bilmiyor mu? Bilmiyor olabilir mi? Neyi değiştirir ki bu?

Temizlikçi kadın camda bir yeri durmadan siliyor, yetmiyor tırnağıyla kazıyordu. İnip bezini sıkıyor, sonra tekrar çıkıyordu cama. Havada yürüyor gibiydi. Kadın gözlerini kendi balkon camlarında gezdirdi. Temizlikçi kadının üzerindeki bluzun yakasını çekiştirdiğini gördü. Sıcak basmıştı kadına. Beni ısıtmayan güneş onu yakmıştı. Geçen ay geçirdiği ürtiker atağındaki hali geldi gözünün önüne. Serum ve iğne ile ancak dirilebilmişti. O ne kaşıntıydı. Eli istemsizce boynunu kaşıdı. Bardağındaki lekeyi tekrar çıkarmaya çalıştı. Bir yudum daha su aldı. 

İki kere yutkundu, bir kere...

Temizlikçi kadının onca yükseklikte, daracık pervazda bir ileri bir geri hareket eden ayaklarına bakıyordu. Çorap yoktu ayağında. Parmaklarını bükerek tutunuyordu havada. Kendi ayaklarına baktı. Dore renkli balkon terlikleri ayağındaydı. Tırnakları ojeli ve pedikürlüydü.  Ellerini de bacaklarının arasına sokmuştu. Beğenmedi ellerini koyduğu yeri. O sırada temizlikçi kadın aniden camdan inip hızlıca evin içine girdi, bir şey unutmuş gibi bir hali vardı. Telaşlandı kadın. Yalnız kalmış hissetti kendini. İki kere yutkundu, bardağındaki tüm suyu kafasına dikti. Nerede kalmıştı eşi? Yalnız kalınca aklına eşinin gelmesi onu aşırı sinirlendirdi. Gelmesi gerekmiyor muydu osaate? Belki de haber almıştı. Olabilir miydi? Avuçları terliyordu. El parmaklarını açıp kapadı birkaç kez. Bir yudum su daha içti. Bardaktaki çıkmayan lekeyi parmağını ıslatarak bir kez daha çıkarmaya çalıştı. Nihayet geldi temizlikçi kadın, elinde şu püskürtülen deterjanlardan vardı. O kafayı taktığı yere bir iki sıktı. Yine bezini eline alarak cama, çıktı yerine. Rahatlamıştı kadın. Bir müzik dinliyor mudur acaba temizlik yaparken? İçli bir şarkı açtı. Beğenmedi, daha ritmik, kadının camdaki hareketlerine paralel bir müzik arıyordu. Açtığı şarkıyı on saniye dinlemeden hemen değiştiriyordu. En sonunda müzik dinlemek rahatsız ettiği için kapattı tümden telefondaki uygulamayı. 

Akşamın o sessizliğini bir yığın sığırcığın beraber uçuşu bozdu. Kızıl gökte simsiyah bir gölge bir ileri bir geri çığlık çığlığa hareket ediyordu. Güneş sönmekte olan mumun son şavkları misali soluk kara kızıl bir renkle uğurluyordu günü. Adeta çöreklenmişti dünyanın üzerine gökyüzü. Kadın kuşları daha geniş açıdan görebilmek için tırabzana yanaştı. Güneş yüzüne kadar alçalmıştı. Yarı beline kadar sarktı. Hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. Bardağı bir sağa bir sola döndürüyordu durmadan. Döndü temizlikçi kadına baktı. Yoktu. Bir feryat dünyayı o kızıl saatlerde lime lime etti de oracıkta kıyamet koptu. 


Melike Pehlivan İşler


0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

留言


bottom of page