Başıma gelen derdin, tasanın acısını oldum olası midemden çıkarırım. Açarım buzdolabının kapağını, içinde ne var ne yok hepsini atıveririm ağzıma. Mesela beklemekten canı çıkmış meyveler. Onlara karşı ayrı bir zaafım var. Ne zaman buruşuk yüzeylerine dokunsam kendimden bir parça dolanır parmak uçlarımda. Unutulmuş, bir köşede kalmış, dalından koparıldığındaki tazeliği artık yok. Suyun altında birkaç saniye yuvarladıktan sonra hiç beklemeden mideme indiririm hepsini. Ardından buzdolabı yumurtalığında sıralanan kurumuş limonlardan başlayıp aşağı doğru tüm rafları dikkatlice kolaçan ederim. Gözüme çarpan ayran şişesini avuçlarım hemen, birkaç saniye çalkaladıktan sonra hiç beklemeden lıkır lıkır içerim son damlasına kadar.
Midem bulanıyor. Bugün de canımın acısını ona yüklüyorum. Buzdolabının yolunu tutmadım bu kez, başka bir bulantı kol geziyor etrafımda. Çırılçıplak uzandığım yatağın solunu yokluyorum. Kimse yok. Biraz önce tüm duygusuzluğuyla bedenimde gezinen adam soluğu banyoda alıyor. Ellerim, üzerinde yaşanan hengâmeden dağılmış çarşafta dolanıyor. Anlamsız motiflerin arasında kaybolmuş çiçek desenleri tanıdık. Bu eve daha önceki gelişimde yan odadaki tek kişilik yatakta, bir başıma, aynı nevresim takımı üzerinde debelenip durmuştum. Anamdan emdiğimi burnumdan getirecek kadar soğuk bir geceydi, üzerime serdiğim yorgan işlevsizdi. Dalından kopmaya yüz tutmuş bir yaprak gibi titrediğimi hatırlıyorum. Bir ara kalkıp battaniye istemeye yeltendim. Parmak ucumda ilerleyip, şu an sere serpe uzandığım bu odanın eşiğine kadar gelmiştim. İçeriden gelen sesler kulağımda yankılanıp duruyordu. Omuzlarına yük ettiği cinsel birlikteliğin bir an önce son bulmasını dileyen, isteksiz kadın yakarışlarıydı bunlar. O an yuvasını bulmak için koşar adım ilerleyen bir fareden farkım yoktu. Yalnız başıma kaldığım soğuk yatağın içinde, arada bir kulağıma çarpan sevişme seslerinin arasında uykuya dalmıştım. Şimdiyse altımdan kayıp giden çarşafın dışında her şey değişti. Üşümüyorum mesela. İki bedenin bir bütün olmasıyla açığa çıkan enerji miydi bunun sebebi? Sanmam. Ruhumun içinde gezinip duran duygu karmaşasının yarattığı sıcaklık bu. Kalbimde büyüttüğüm kinin, içimden akıp gittiği yarım kalmışlık.
Kusmak istiyorum. Bunun için banyonun boşalmasını bekleyecek halim yok. İçeriden akan su sesleri bir türlü kesilmek bilmiyor. Yatağın etrafına saçılan kıyafetlerimi bir bir üzerime geçiriyorum. Daha önce durdukları gibi durmuyorlar üzerimde sanki. İçimde büyüttüğüm öfkeyle yaşadığım bu birliktelikten hiç memnun olmamışa benziyorlar. Ekru, kolsuz bluzum çekiştirilmekten iyice sünmüş. Eskisi kadar sarmıyor bedenimi. Bir an önce çekip gitmek istiyorum bu evden. Oda küçülmeye başlıyor, biraz daha burada kalırsam beni yutacak. Yatağın sağında ayıplayan gözlerini üzerime dikmiş, bana bakıyor lekeli ayna. Gözlerinde kendimi görüyorum, yüzüme sürdüğüm makyaj kalıntısı hiç olmadığım kadar çirkin gösteriyor beni. Siyah boyalarım yanaklarımdan aşağı doğru bir mum gibi akmış. Dudaklarımdaki kan kırmızısı rujsa öpülmekten yok olmuş. Gülüşüm renksiz. Aynanın önünde art arda dizilmiş fotoğraf karelerine kayıyor gözüm. Eskitme, ahşap çerçevede en yakın arkadaşımı görüyorum. Hemen arkasında sevgilisi. Gece boyunca seviştiğim adam. İkisinin kolları birbirine kenetlenmiş, sarmaş dolaş. Mide bulantım serçe parmağıma kadar sarıyor beni. Durduğum yerden hızlıca öne atılıp çerçeveyi alaşağı ediyorum. Yere düşen çerçeveden çıkan gürültü duştan gelen sesle karışıp yok oluyor. İçime dolan nefes ciğerlerime nüfuz etmiyor. Bir anda annem geliyor aklıma, kontrol edemediğim soluğum yavaş yavaş düzelmeye başlıyor. Bunu onun için yaptım. Bilmiyor. En yakın arkadaşımla aldatıldığını ona söyleyecek cesareti bulamayıp başka bir çıkış yolu aradığımdan habersiz. Artık bazı şeyleri enlerle çoğaltmayı, bir sıfata sığdırmayı bıraktım ve intikamımı aldım. Bir an önce buradan kurtulmak için yatak odasından giriş kapısına doğru giden hole atıyorum kendimi. Kapının kolunu indirdiğim anda duştan gelen su sesi kesiliyor. Hiç vakit kaybetmeden tüm gücümle kapıyı kapatıyorum. Aceleyle çıkardığım ayakkabılarım üst üste binmiş. Beklemekten sıkılmışa benziyorlar. Omuzlarıma binen sırrın dayanılmaz ağırlığı beni dibe çekerken ayakkabıları gelişigüzel ayağıma geçiriveriyorum. Yılan gibi birbirine dolanan merdiven basamaklarını ikişerli inip yuvarlanmadan zemine ulaşıyorum. Apartman kapısının eşiğinden kendimi dışarı attığım anda sert bir rüzgâr yüzüme vuruyor, gözyaşlarımın aktığı yerler yanıyor. Eve girdiğimde hiçbir şey olmamış gibi yüzüme bir maske kondurmam gerektiği geliyor aklıma. Kanatlarıma denk gelen minik boynuna sarılıp bir makas almam gerek annemden. ‘’Nasılsın baba?’’ diye sormam gerek. Hiçbir şeyin sorumlusu o değilmiş gibi. Bana ‘’kızım’’ derken dişlerimle ağzımın içini kemirmem gerek susmak için. Gereklilikler zor, insanı yaşamak istediği duygularından koparıyor. Tüm bu yapılması mecbur olan görevlerden sonra buzdolabının başına dikileceğim yine. Bir köşede beklemekten canı çıkmış meyvelerin buruşuk yüzeyinde kendimden bir parça bulacağım. Sonra suyun altında birkaç saniye yuvarlayıp hiç beklemeden mideye indireceğim hepsini. Tam ayranı kafaya dikecekken içeriden bir ses yükselecek, ‘’Karnını doyurma kızım, senin için fırında tavuk yaptım. En sevdiğinden.’’ Ayran boğazımda düğümlenecek. Artık bazı şeyleri enlerle çoğaltmayı bıraktığımı bilmeyecek annem. ‘’Ellerine sağlık.’’ demekle yetineceğim.
Meltem Terzioğlu
Comments