top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Meltem Terzioğlu- Selam Söyle

“Öp beni.”

Aramızda yaşanacak birlikteliğin bir an önce başlayıp bitmesini istiyordu. Derin bir nefes aldı. Laf anlatamadığı çocuğunu azarlayan ebeveyn edasına bürünerek cümlesini yineledi. “Sana öp beni diyorum. Sağır mısın?” Suratıma savurduğu emirler karşısında yaşadığım tepkisizlik onu çileden çıkarmaya yetmişti. “Eeeeh! Sıktın ama. Madem benimle yatmayacaktın, ne diye bayıldın o kadar parayı?” Gerçekten ona dokunmamı bu kadar çok istiyor muydu? Bu muydu onu bu kadar öfkelendiren? Hayır, asıl sebebi bu olamazdı. İhtiyarın tekiydim. Bunca yıldır omuzlarıma binen yükün ağırlığı yüzümdeki çukurlarda yer etmişti. Odanın içinde yaşanan kısa sessizlikleri ciğerimden gelen uzun soluklu hırıltılar bozuyordu. Akordu bozuk bir keman gibi gıy gıy edip duruyordum. Hiçbir kadın ihtiyar bir herifin titrek elleriyle ona dokunmasını istemezdi. Bir süre kimse konuşmadı. Otelin bulunduğu sokakta yaşanan arbede sesleri odanın içini dolduruyordu. Yazılı olmayan kurallarla ördüğümüz çemberin dışında kalan farklı bir dünyaydı burası. Belki de iç dünyamızın gerçek yansımasıydı. Her köşe başında muhakkak bir kavga peydah olurdu. Ya da ucuz yollarla buldukları kimyasalları içip tünedikleri merdiven başlarında kendi uzuvlarını doğrayan, pelteleşmiş vücutlar görmek mümkündü. Yoksulluğun çukuruna terk edilmiş bu yer, insanların kesilip yüzüldüğü bir mezbahaya dönüşmüştü. İçim ürperdi. Duvarları kabarmış köhne otel odasını paylaştığım zavallı kızcağız dışarıda yaşanan olaylardan hiç etkilenmiyordu. Kötü olan ne varsa alışmış, alıştırılmıştı. Yüreğimde hissettiğim acı ciğerlerimin üzerinde hâkimiyetini kurdu. Öksürmeye başladım. Yaşadığım bu öksürük nöbeti biteceğe benzemiyordu, ciğerlerimi içimden söküp almadan peşimi bırakmayacak gibiydi. Dışarı saçılan tükürüklere engel olabilmek için ağzıma dayadığım ellerimin ortasına ciğerlerimi kusacağım sandım. İçim kanıyordu. Kulaklarım, gözlerim, parmaklarım, diz kapaklarım… Kanın metal tadını vücudumun her noktasında hissediyordum. Öksürüğün şiddeti biraz azaldığında karşıdaki tekli koltuğa sığınan genç kızın korku dolu gözlerine odaklanabildim. Yorgun bedeni bir an için endişe duygusuna kapılmıştı. Ancak bu çok uzun sürmedi. “Yetti artık kart zampara. Benden bu kadar. Ölüp kalacaksın başıma. Ben gidiyorum, sen de ne halin varsa gör.’’ Bir çırpıda ayaklandı. Namludan fırlayan bir mermi kadar hızlı ve sıcaktı. İçinde biriken kızgınlık şişkin göğüslerinin ucundan akıp gidecekti sanki. Yan yana geldiğimizden beri onu inceleme fırsatı bulamamıştım. Fakat şimdi tüm çıplaklığıyla karşımdaydı. İçini görebiliyordum. Kalbinde esen sert rüzgârla sadece kendisi zayiat veriyordu. Dibine kadar sıyırdığı tırnaklarından bunu anlamak güç değildi. Epey çelimsizdi. Üstünde bayrak gibi sallanan saten elbisesi kendi kalıbından çok beden büyük görünüyordu. Bacakları en ufak darbede kırılacak kadar inceydi. Vücudunda varlığını gösteren tek yer, şişkin göğüsleriydi. Sığamadıkları degajenin kenarından her an dışarı fırlayacakmış gibi duruyorlardı. Vücudu öfkeyle titredikçe onlar da oldukları yerde huzursuzca kıpırdanıyordu. “Gitme,’’ diyebildim sonunda. Korktu. Üzerimden yayılan yaşlılığın kokusu teninin her köşesine bulaşacak diye ödü kopuyordu. Korkunun yarattığı mide ağrısı tüm bedeninde gezinmeye başladı. Ayakları yüksek platform ayakkabının içinde kıvranırken solucanı andırıyordu. Uzun suratının orta yerine soğuk bir karanlık çöktü. Hiçbir şey söylemedi. Başına geleceklere hazırlıklıydı. Yutkundu. Derin bir nefes aldı. Temkinli ve titrek adımlarla bana doğru yürümeye başladı. Yatağın en ucundaydım. Yarısı dışarıda kalan kaba etim orta yerinden ağrıyordu. Arkamdaki boşluktan kendini yatağa fırlattı. Bir çöp gibi. Dengesizce savruldu. Ayağa kalktım. Boylu boyunca uzanıyordu. Gözlerini sımsıkı kapattı. Karanlıkta uyuyamayan bir çocuğun yaşadığı kaygıyı duyumsuyordu. Yatakla zemin arasında kalan boşluktan çıkıp onu bacaklarından aşağı çekecek olan yaratık bendim. Üzerine sıkıca çekip kendini koruyabileceği bir yorganı da yoktu artık. Büyümek istememiş, zorla büyütülmüştü. “Gel,’’ dedi. Sesi titriyordu. Dişleri kenetlendi. Aldığı soluk sık ve tutarsızdı. Yatak başlığının arka duvarındaki aralıklı pencereden ılık bir esinti sızdı içeri. Üzerine boca ettiği kış kokusunun ağır esansı nefesimi kesti. Çıkardığım hırıltılı ses onu ürküttü. Göz kapakları titredi. Bir an için ölmek üzere olduğumu düşündü belki de. Ya da bunu diliyordu. Ancak gözlerini açmaya cesaret edemedi. “Gel,’’ dedi yeniden. Bu kez sesi daha güçlü çıkıyordu. Yanaşmadım. Ona dokunmayacaktım. Niyetim bu değildi. Parasını ödeyerek satın aldıkları diri bedenler, yitik hayaller, yorgun gözyaşları ve un ufak edilmiş kalp kırıntılarıyla erkekliğini okşayan kokuşmuş heriflerden olmayacaktım. “Kalk,’’ dedim. İrkildi. Vücudu yüksek voltaj elektriğe kapılmış gibi titriyordu. Tekli koltuğun üstüne fırlattığı gri pullu ceketi almak için geriye uzandım. Bakışlarımdan rahatsız olmasını istemiyordum. Ceketi üzerine geçireceği sırada arkamı döndüm. Manzaramda tek vuruşla yere serilecek kadar korunaksız duran ahşap kapı vardı. O tarafa doğru birkaç adım ilerledim. Kapı kolunu aşağı indirdim. Kapı yavaşça ve büyük bir gürültüyle aralandı. Eşikten yükselen gıcırtı karanlık binanın merdiven boşluğunda yankılanıyordu. “Ceketini giydin mi?’’ dedim. Cılız bir ses yükseldi arkamdan, “Evet.’’

Yüzümü tekrar onun olduğu tarafa döndüm. Ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. Bir anlığına deli olduğumu sandı. “Sana dokunacak değilim. Geldiğin gibi gitmene müsaade edeceğim,’’ dedim aralanan kapıyı göstererek. Ciğerlerine doldurduğu nefesi özgür bıraktı, “Ohhh…’’ Kısılan gözlerindeki öfke yerini mahcubiyete teslim etti. Debelendiği yatağın üzerinden yavaşça aşağı indi. Küçücüktü. Attığı her adımda biraz daha küçüldüğünü görebiliyordum. Yanıma gelene kadar yok olacağından korktum. “Yaşın kaç senin?’’ dedim. “Ne yapacaksın yaşımı,” dedi alay edeceğimi düşünerek. Kendini korumaya çalışırken üzerine geçirdiği zırhını kuşandı yeniden. Ona baktıkça kızımı görüyordum. Karşımda yalvarır gözlerle bakan bu çocuğun boynuna sarılmak, hüngür hüngür ağlamak, “Kızım...’’ diye haykırmak istiyordum. Yapmadım. Buruşuk ellerimi yavaşça ceketimin iç cebine iliştirdim. Elim hareket ettiği an ona vuracağımı sanarak kollarını yüzüne siper etti. Kaç kere el kaldırmışlardı ona? Kaç kere güçsüz düşmüştü izbe sokakların köşelerinde? Daha kaç kere ruhu acıyacaktı bu çocuğun? Düşündükçe göğsümdeki ağırlık iyice bastırdı tepeden. Başım döndü. Kalbim güç bela atıyordu. Ayakta durabilmek için sağ omzumu kapı eşiğindeki duvara yasladım. “Korkma, sana zarar vermeyeceğim.” Kelimeler ağzımdan güçlükle çıkıyordu. İç cebimden çıkardığım fotoğrafı eline tutuşturdum. Bakışları yavaşça avucunun içine kaydı. Fotoğraf karesini görür görmez yüzünde bir şimşek çaktı. Gözlerini yumdu, derin bir nefes aldı. Artık yüzüme bakmıyordu. Yaşadığı şaşkınlığı gizli tutmak istedi. “Kızımı tanıyor musun,’’ derken boğazımın yandığını hissettim. Sessizlik. Sessiz kaldığımız her saniye üzerimde tonlarca ağırlık yarattı. Bir şeyler söylesin istiyordum. Konuşması için her şeyimi verebilirdim. “Lütfen…” diyebildim sonunda. Sesim kısıktı. Boğazımdaki ipler ben konuşmaya çalıştıkça birbirine dolandı, artık kördüğümdü. Ağlıyordum. “Sana yalvarıyorum. Onunla ilgili bir şeyler biliyorsan söyle. Ne istersen vereyim sana.” Konuşmadı ama canının yandığını hissedebiliyordum. Kızarmış burnunu içine çekti. “On altı yaşında,” dedim, “Kaybolduğunda on beşindeydi. Sen de aynı yaşlarda olmalısın. Adı Aylin. Şarkı söylemeye bayılırdı. Sesi de bir güzeldi...’’ Sustum, en sevdiği şarkıyı mırıldanmaya başladım. Artık hiç yüzüme bakmıyordu. Gözyaşlarım titreyen sesimle karıştı. “Ne istersem verecek misin?” Aniden gelen bu soru hıçkırıklarımı bastıracak kadar sert ve yüksek bir sesle kulaklarımda çınladı. Bunca zaman sonra kendimi ilk kez kızıma bu kadar yakın hissediyordum. “Ne istersen,” dedim. Durdu, uzunca bir süre solgun yüzüme baktı. Aklından geçen kelimeleri bir araya getirmeye çalışırken dudakları titriyordu, “Bana çocukluğumu verebilir misin?” Dünya üzerinde buna verilecek bir cevap yoktu. Yaptığım tek şey içim çıkana kadar ağlamaktı. Eğer mümkün olsaydı geçmişte yaşanan tüm çirkinlikleri silip atabilirdim gözyaşlarımla. Boğazını temizledi. “Bundan sonra tutamayacağın sözler verme babalık.” Gözlerini tavana dikti. Ağlamayacaktı, şimdi olmazdı. “Ha bu arada, Aylin diye biri yok buralarda. Bu ismi unut. Boşu boşuna arama, bulamazsın.” Gerçekleri söylemekten korktuğunu biliyordum. Geriye bir tek canı kalmıştı. Eğer ki bana doğruları konuşursa onu da elinden alacaklardı. Daha fazla ısrar etmedim. Araladığım kapıdan geriye bir adım attım. Odadan çıktı. Otelin koridoru ıssız ve soğuktu. Arkasına bakmadan karanlığa doğru ilerliyordu. “Kızıma selam söyle…” diye bağırdım arkasından. Çaresizliğim otelin tozlu duvarlarında yankılandı. Yüzünü hızlıca bana doğru çevirdi. Gözlerini kapattı. Usulca oynattığı başıyla söylediğimi onaylıyordu.


Meltem Terzioğlu

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page