top of page

Öykü- Merve Can- Fotoğraftaki

Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyatİshakEdebiyat

Tık tık. Kendine güveni olmayan parmakları zorla kapıyı çaldı. Arkasını döndü. Uzun yol yapıp tık nefes olmuş pikabına baktı. Kapıya baktı. Etrafı incelemeyi aklından bile geçirmemişti. Keşke önce evin etrafında dolansaydım dedi. Önce evi inceleseydim, tam olarak yapmak istediğim şey ne, kafamı toplasaydım, evden gelen sesleri dinleseydim kokuları içime çekseydim. Ne diye direk zile basıverdiğini anlayamadı. Ufuktaki keskin turuncuya baktı. Sonra evin girişine ve ahır kapısına sertçe vuran bu renge.  Gökteki açık maviye.

Hızla pikaba yöneldiğinde içeriden bir kadın sesi geldi. Birine sesleniyordu. Bir erkek homurdandı. Biri elindeki şeyi yere bıraktı. Homurtular devam ediyordu. Laminantlar gıcırdadı. Gıccc. Gıccc. Gıccıırr. Gıccıır. Durdu. Kimo! Cevabı bile beklemeden hart diye kapıyı açtı. Belki ihtiyar adam sorunun cevabını beklese o da bu sırada cesaret kazanabilirdi. Veya en azından pikaba atlayıp gazlayabilirdi. Kapıyı bir soytarı çalmış olurdu. Bir kendini bilmez. Yanlış adrese geldiğinin farkına varan postacı. Derdi neydi de hızlıca açıldı kapı. Artık arada hiçbir şey kalmamıştı. İşte! Karşısındaydı. Bazen hatırladıkça gözlerini dolduran babası. İşte gözlerini babasından daha fazla dolduran annesinin gölgesi de arkada göründü.

Kapıda bu şekilde günlerce bakıştılar.

Günlerce gözlerini kırpmadılar.

Gözlerini birbirleriyle doldurup yıllarca biriken açığı kapatmak istediler.

Ay ve güneş nöbetleşe yer değiştiler. Kamyonların tırların traktörlerin motor sesleri yaklaşıp uzaklaştı. Köpekler kediler etraflarından geçti gitti. Kargalar evin etrafında uçup daireler kurdular. Sonsuz daireler. Sincaplar ağaçlardan uzanıp uzanıp baktı, geri çekildi. Alacalı inek doğurdu. Yavrusu titrek adımlarla bahçeyi gezmeye başladı. İki büklüm ve topallayarak yürüyen adamla kadın sonunda oğullarının yüzlerine dokundular. Biraz soğanla biber biraz makine yağı kokulu elleriyle ve tenlerine sinmiş ahır kokusuyla sımsıkı sardılar onu. Akmaktan kökünün kuruduğunu düşündükleri yaşları gözlerinden süzüldü durdu. Gözyaşının bu kadar ılık aktığını ve gözleri yaktığını unutmuşlar. Evin baş sedirine oturttular oğullarını. Elleri genç adamın baldırlarında sırtında omuzlarında avuçlarında yüzünde saçlarında gezindi.

Sormayı planladıkları her şey şu yırtık perdeyle örtülmüş pencerenin aralığından uçtu gitti. Neden gittin diye soracaklardı. Hiç mi düşünmedin hiç mi ölçüp tartmadın diyeceklerdi. Bana acımadın anana da mı acımadın bana acımadın babana da mı acımadın diyeceklerdi. Hadi gittin tamam, bir kez aramamak niye gelmemek ziyaret etmemek niye. Hiç mi kafan çalışmıyor. Hiç benim bir anam babam var demedin mi. Gebersek haberin olmaz. El alem kaldıracak cenazeyi. El alem gömecek. El alem mezar başımızda okuyacak. Bu ne kanı kuruluk diyeceklerdi. Hatta bazı düşüncelerinde bir iki de tokat yapıştıracaklardı suratına. O da üzgün pişman mahcup. Kırmızı suratında yaşlar. Sonra affedeceklerdi. Yapamadın değil mi diyeceklerdi. Yapamayacağını zaten biliyorduk. Kolay şey mi oğlum herkes beceremez. İyi oldu geldiğin.

Ama yapmadılar. Demediler. Ellerini ve gözlerini delikanlının tüm vücudunda gezdirdiler. Süzdüler. Artık eskisi kadar özlemediklerini düşünmenin ne kadar komik bir yanılgı olduğunu fark ettiler. Sürekli aynı şeyin özlemini duymaktan uyuşmuşlar sadece.

Bu odaya gel. Bu odada yatacaksın.

Niye gittin diye sormadılar. Kafa ütüleyecek onlarca sorgu sual işine girmediler. O oda burasıymış. Bu dolap. Bu konsol. Yatak. Demir yatak başlığı. Evet. Aynı gıcırdama. Aynı perde. Gri. Pencereden daha küçük. Kendi renginden dikişle hayvan figürlü. Veya çiçek. At da olabilir. Kurt da. Aynı koku. Yıllar önce olan o koku hâlâ var. Evin kendi kokusu. Evin kendine has kokusu havası enerjisi olur-muş. Kalite müdürü abi öyle diyordu. Her evin kokusu falan farklı olurmuş. Evlerin de ruhu olurmuş. Her bir şeyi hissedelermiş. Aynı yemek de pişirilse aynı oda kokusu da kullanılsa her ev farklı kokarmış. İçinde yaşananlar eve sinermiş. Sahiden. Burası da eski halinin tıpkısı gibi görünse de değişmiş. Mahcup bir havaya bürünmüş. Mahcup, yalnız, özlem dolu, biraz da öfke.

Bayat ekmek mi. Paketi açık kalıp gevşemiş bisküvi mi. Havasız mı kalmış. Rutubetli mi. Evin her köşesine beklemenin kokusu sinmiş. Evet. Kokan bu.

Ev beklemişlik kokuyor resmen. Beklemişlik. Gitgide biten umutlarıyla beklemişler. Beni. Kırılarak beklemişler. Parçalanarak. Beklerken bayatlamışlar. Beklemek eskisi kadar sıkı bir kıskaç değilmiş. O bile gevşemiş. Ve. Anlamsız görmeye başlamışlar. Belki de daha yeni olmuştur. Tam vazgeçip alıştıkları anda ben çıkıp gelmişimdir. Sancılarla, acı çekerek kurulmuş ve henüz alışılmış bu düzeni bir tık tıkla yıkmışım. Ne yapmak için? Ne demek için? Öylesine mi. Ellerini öpüp gitmek için mi. O kadar kolay mı? Daha şimdiden yıllar sonrası için plan yapmadılar mı? Beni hep şu komşu kızıyla düşünmüyor muymuş annem. Bahçeye hemen bu evin karşısına bir ev dikiverirmişiz. Evlenince orada otururmuşum. Hayırlı evlatmışım. Ben ne dedim? Ben hiç sesimi çıkartmadım. Neden? Neden öyle kalıcı gelmediğimi söylemedim. Onların gözlerine bakarken söyleyemezdim. Onların bu çökmüşlüğünün yıpranmışlığının karşısında… Şimdi onların istediği her şeyi yapacak mıyım yani. İstedikleri kızla evleneceğim. Hayvan bakıp süt sağacağım. Ahır kokacağım. Karım da ahır kokacak. Çocuk da isteyeceğim mecbur. Çocuksuz evlilik olmaz diyecekler. Torun isteriz. Köyde bir çocuk yetiştireceğiz. Kitap okuma diyecekler. Ne halta yarıyor. Kendimi affettirmek için bunlara karışmalarına izin vereceğim. İyi de. Bunlar, benim.

Anne babamla olmak için hayatımdan vazgeçmek zorundayım. Kendimden vazgeçmek.

Anne bu fotoğraftaki kim? Elimde bir çerçeve. Çerçevenin içinden biri bana bakıyor.

O. O. Ne? Ben bir kümese bakayım. Annem kamburunu iyice kabartarak babama bakıyor. Babam içimi ürperten bakışla annemin bakışına karşılık veriyor. Evde bir anlığına her şey susuyor. Her şey duruyor. Rüzgâr bile perdeleri kımıldatmıyor. Sinekler oldukları yerde donakalıyor. Ben sofada kalıyorum. Bir başıma. Elimde çerçeve. Biri bakıyor. Kim bu? Gözleri yabancı değil.

Onlara hayır diyemediğim için ömür boyu burada mı kalacağım şimdi? Cidden bunu düşünebiliyorlar mı? Ben gideli kaç yıl oldu. Buraları özledim, hasretimden yandım kavruldum da ondan mı geldim. Oralarda hiçbir şey bulamadım düzen kuramadım tutunacak bir dal, dalı geç çalı çırpı bile bulamadım da geri mi döndüm. Dönüp köyüme kavuşma kararı aldım. Köyüme. İnternetin ve telefonun çekmediği, her günün bir öncekinin ve bir sonrakinin aynısının tıpa tıp olduğu, yoldan bir araba geçse, birileri şans eseri köye uğrasa veya gökyüzünde veya uzaktaki dağlarda bir değişiklik olsa diye insanı sıkıntıdan kıvrandıran, güneşin kavurduğu günlerde bile geceleri buz gibi üşüten, kışları insan boyu karın her yanı doldurduğu, kışları evinden çıkmaya izin vermeyen karların suskunluğu, baskınlığı, bir elin parmaklarını dahi geçmeyecek hane halkının yaşadığı bu köyü, tanrının bile unuttuğu, unutmasa bile çoktan gözden çıkarttığı bu köyü özleyip geldim. Öyle mi. Bir daha şehre gitmeyeceğim. Öyle mi.

Yatağımda dönüp duruyorum. İçimde rahatsız olan kocaman bir parça var. Hiçbir yere sığmıyor. Hiçbir yere uymuyor. Sürekli batıyor.

Buranın domatesini, fasulyesini, hıyarını, bamyasını, patlıcanını, biberini özlemişim. Annemin hemen bitmesin diye kahvesini az attığı bu cıvık şeyi de. Tavuk sesleri ve inek böğürmelerini de. Küçücük minicik şeylerin dahi beni çok huzurlu kıldığını fark ediyorum. Onuncu günüm. Tahminim iki en fazla üç gün durup gitmekti. Ayrılamıyorum. Bu sıcaklık. Samimiyet. Karşılıksız sevgi ve fedakârlık.

Birikmiş ve tortulanmış özlem. Bırakamıyorum. Bırakamayacağım. Arıyorlar açmıyorum. Açmak istemiyorum. Düzenime kendi evime dönmek. Ara sıra yine ziyaret ederim diyorum. N’olacak. Olmuyor. İsteyemiyorum. Daracık bina girişimi daracık kapımı daracık evimi daracık mobilyalarımı yatağımı daracık yeşillikli parkta alabildiğim iki üç nefesi daracık sokak aralarını daracık kısıtlı vakitleri daracık mahalle aralarına serili tezgahlardan alıp eve zar zor taşıdığım poşetlerden çıkarttığım kafam kadar tatsız tuzsuz lezzetsiz kokusuz domatesleri özleyemiyorum. Bir yığın şeyden bu kadar bıktığımı buraya gelince fark ediyorum. Belki burayı özlediğimi bile yeni yeni fark ederim.

Nereye ait olduğumu ne zaman fark ederim?

Annemin yıkayıp kurt var mı yok mu testinden geçen incirleri yerken konsol bozması şeyin üstündeki eski tabaklar güğümler çaydanlıklar ilgimi çekiyor. Bir avucumda incirlerle diğer kuruladığım elimle konsoldaki eşyaları incelemeye başladım.

Anne, baba bu kim?

Birden güneş battı.

İncirler kurtlandı. Çürüdü. Ekşi ekşi koktu ev.

Annem kamburunun üstünden babama baktı. Gece üstüme delmemi giyip kapı önüne attığım sandalyemde oturdum. Odalarından konuşma sesleri geldi. Pencerelerini açık unutmuşlardı. Hatırlamıyor değil mi. Evet. Kalacak. Hatırlamak ve dönmek için, kök salmak için kalacak. Nasıl hatırlamaz. Bilmiyorum. Nasıl hiç hatırlamaz anlamı… sustular. Sigaramın dumanı havada şekiller çizdi. Pencereleri usulca kapandı. Ağacın dibinden bana bakan babamın siyah köpeği çenesini yere koydu. Benim neyi hatırlamadığımı bilerek bana baktı.

Neyi hatırlamıyorum. Bunca yıl sonra bir şeyleri hatırlayabilir miyim? Hatırlamak için çaba sarf etmemeli miyim? Köklerim bir yere tutunmak için fazla gecikmedi mi. Evet. Çoktan. Köklerim havada sallanıyor. Çoktan ölmeye yüz tutmuş. Neyi hatırlamıyorum.

Annemle babamın ortasındaki üçüncü kişi kim.

Önceden tanıyordum biliyordum da sonradan mı unuttum.

Yabancı mı kaldım?

Daha önce hiç mi görmedim?

İşyerinden arıyorlar. Ev sahibim arıyor. Ev arkadaşım arıyor. Annemlerin bir yabancıyla kalıyorsun diyerek çok içerledikleri yabancı. Benim can kardeşim. Benim öz kardeşim olsa ancak bu kadar sevebileceğim, yabancı. İki kere de o aradı. Sipariş verdiği saten elbisesi gelmiş. Fotoğraf attı. Görüldü. Önceden yer ayırttığımız tiyatro günü mesaj attı. Evime gelmiş yabancıya benim nerede olduğumu benim için endişelendiğini anlatmış. Yabancı onu kapıdan mı çevirmiştir içeri almış mıdır? Yabancı ve o evde ikisi yalnız kalmışlar mıdır? Herkes beni bekliyor. Aynı yıllardır annemle babamın beklemesi gibi. Sakallarımı kısaltıyorum. İçeriden babamın radyodan dinlediği ajansın sesi geliyor. Uçak düşmüş. Ölü sayısını kesinleştirmeye çalışıyorlar. Arama kurtarma ekipleri intikal etmiş. Balayına giden bir çift varmış uçakta. Annem en çok onlara üzüldü. Diğerlerinin hayatlarıyla ilgili birkaç ayrıntı duysa onlara da bu kadar üzülür. Sakallarımın iyice düzgün olup olmayışına bakmak için aynaya yaklaşıyorum.

A Anne! BABA! Bu kim!

Banyoya koşup geliyorlar. Bakışıyoruz.

Mısır unlu kekle patates salatası yediğimiz öğlen çay saatimizde üstüme bir his geldi. Doymuşluk yetmişlik hissi. Özlemim tatmin edildi. Sadece ara sıra gördüğüm kim. Onu bana neden söylemiyorlar anlayamıyorum. İşten muhtemelen atıldım. Sorun değil. Evime gittikten sonra her şeyi düzene sokarım yeni iş de bulurum. Kendi evimde. Dizilerime kaldığım yerden devam ederim. İnternetim hiç donma yapmaz. Telefonlar da kesilmez. Bazen bizimkilerle orada burada görüşür kafa dağıtırız. Bazen onunla. Bazen yalnız başıma. Bazen yabancıyla. Bazen de tek başıma kalabalığımla. İçimdeki seslerle. Düşüncelerle. Seslerimle. Özledim.

Niye hiçbir yere kök salamadım. Keşke daha mı erken çekip gitseydim. Hayır bir şey değişmezdi ki o zaman. Keşke köyde doğmasaydım. Veya anne babamı hiç tanımasaydım buraları da hiç görmemiş olsaydım. Kendimi ait hissedeceğim kadar ne köyde durdum ne de şehre ve oradakilere ayak uydurabildim. Tam olarak istediğim şeyin adını da koyamadım. Ben böyle böyle yaşlanacağım sanırım. Orada burada, yalnız başıma, karar veremeyerek, çok şey hissederek, yabancılaşarak, pişman olarak… Kendimde de fazla bulunmadım. Yeni anlıyorum.

Birine kendimi tanıtamamamın sebebi bu işte. Ben buyum ben şuyum ben şunu severim şunu sevmem bunu hep böyle yaparım her zaman şunu seçerim küçüklüğümden beri şuraya giderim…bunları hiçbir zaman demedim. Diyemedim. Diyemeyeceğim de. Hiçbir hareketim tercihim hep diyecek kadar genel değil. İstikrarlı değil. Yaşamımda hiçbir şeyin tarihi yok. Tarihsizim.

Gece iyi geceler dedik. Yenmeyen kekler çinko tasta kaldı.

Babam sesini ayarlayamayarak anneme sordu. Hatırlamak için artık çok geç. Değil mi? Annem hiç bakmadığı kadar sivri bir bakışla babamı susturdu Buyurur gibi cevap veriyor daha alçak bir sesle. Bekleyeceğiz. Tabi ki bir gün hatırlayacak.

Bir gün. O bir günü beklemeyeceğim. Gece odamda ışığı açmadan eşyalarımı topladım. Geçen gün pikabı uzaktaki yolun kenarına bırakmıştım. Uyandırmadan gazlayıp toz olabilirim. Burayı unutabilirim. Evime gideceğim. Sofada bir erkek çocuğunun içeriden gülümsediği çerçeveyi çantama atıyorum. Evden son kez bir nefes içime çekiyorum. Bu nefes tüm bedenime tüm hücrelerime damarlarıma etime kemiğime işliyor. Böyle düşünmek vicdanımı da rahat ettiriyor. Marşa basıp direksiyonu çeviriyorum. Aynamdan geride kalan eve bakıyorum.

Bir perde kıpırdıyor. Sanki. Ama ışık açılmıyor.

Belliydi diyorlar birbirlerine. Yatmaya devam ediyorlar.


Merve Can

Comments


bottom of page