top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Nalan Arman- Tereddüt

Ev halkının neredeyse kapıdan dışarı adımını atmayan Vefika teyzeden kuşkulanmasının haklı sebepleri vardı. Bir kere gök gözlüydü. Gök gök bakardı yüzümüze. “Maazallah böyle uğursuz bakışlar her fenalığı yapar, iki gözümüzü önümüze bile akıtır.” derdi babaannem, “O Theos na filai.” Ürperirdik. Kadınlar fabrika işçisi değilse, erkeklerden kalan sabah perişanlığını hale yola koyup huzura erdikten sonra soluğu komşu evlerde alırdı; o ise ortalıkta görünmezdi. O vakit, “Kim bilir ne habis işlerle uğraşıyor?” derdi yengem. Zihnimde her şeyin suyunu emen bir çift gök göz canlanırdı. Endişeyle halama bakardım. O işin dalgasındaydı; babaannemle yengemin lakırdılarına, benim korkulu gözlerime kahkahayla karşılık verirdi.

Vefika teyze, ancak kümesteki tavuklarla tavşanları yoklamak için evden çıktığında, bahçe duvarının ardından görünürdü. Küle karışmış sarı saçı ensesinde küçük bir topuzdu her zaman. Diğer kadınlar gibi tülbent takmazdı. Belki de saçının her teli o daha dünyaya gelirken hiç ayrılmayacak şekilde birleşmişti. O sırada üzerinde robadan kesilmiş elbisesi olduğundan hepimiz emindik. Bu elbiselerin bir rengi olur muydu, hatırlamıyorum. Koyudan açığa giden griler, soluk siyahlar …

Mühim sebepler olduğunda, babaannemin çalışma mevsimi de bitmişse bize gelirdi Vefika teyze. Avludaysak onun hem kendine güvenli hem ihtiyatlı adımlarını izlerdik. İçeri girince bütün ağırbaşlılığıyla bir köşeye geçer; babaannem hiç durmadan konuşurken o dudaklarını büzer otururdu.  Arada bir hiç duymadığımız şeyler söylerdi. Sanki her derde çare olacak dünyanın bilgisi Vefika teyzedeydi. Bize gıdım gıdım verdiği bu bilginin parçalarıydı. Niye bilmiyorum, ağzından çıkan şifa sözleriyle bambaşka bir çehreye bürünürdü gözümde. Çöplerinden ayrılmış sinamekiyi sakızla dövüp bal ve anasonla macun yapmaktan, karanfili enfiyeye katıp çekmekten söz edişini ilgiyle dinlerdik. Bazen de müstehzi gözlerle birbirimize bakardık. Belki de merak, nefret, hayranlık gibi karışık duygular içinde olduğumuzdan. En çok da annemin onun “lütfen” deyişini taklit etmesi aklıma geldiği için gülerdim ben. Tam o anda annemi özlerdim. Babaannem kimi zaman iğneleyici bir merakla sorular sorardı. Vefika teyzenin vücudunun hiçbir noktasına saplanmazdı bu iğneler, duvarlara çarpıp çarpıp yere düşerdi.

Kiraz mevsimi henüz gelmemişti. Halamın oğlu İrşad, ensesindeki şişlik sebebiyle o günlerde ameliyat oldu. Halam, ameliyatla ilgili önceleri tereddütlüydü. Eşref abinin bu konuda bir fikri olmadığı gibi ona soran da yoktu zaten.  Doktorlar ameliyatın kolay, İrşad’ın da turp gibi olacağını söyleyince olan oldu. Vefika teyze de geçmiş olsuna geldi. Babaannem onu avlu duvarında asılı mavi boncuklu kocaman nalın altına denk gelecek şekilde oturttu. Vefika teyzeyi evine gidene kadar yerinden kaldırmamayı kafasına koymuştu, İrşad’ın odasını kem gözlerden saklayacaktı. Onu oyalamak için bin dereden su getirdi; anlattıkça anlattı, anlattıkça hikayeleri muğlaklaştı, ne dediği anlaşılmaz hale geldi. Babaannemin açılıp kapanan ağzına bakıp rutubetli sözlerini duydukça herkese ufunet basmaya başladı. Neyse ki bir süre sonra şöyle bir silkelendi; mevzuyu misafire getirdi. Bilmem kaçıncı şifa sorusuna sıra geldiğinde yengelerimin birbirini dürtmesiyle fısıldaşması arasından sızan, “Ya sabır, sabır, ipomoni,” sözleri kulağıma kadar geldi.

“Komşu, kelin ilacı olsa başına sürer ama,” dedi babaannem -onun haylaz oğullarını kastetmişti elbette- “Benim büyük oğlan sinirlendi mi gözü dünyayı görmez, kırar geçirir ortalığı. Şu oğlancağız, kaymeni, tez günde iyileşip yataktan kalkmazsa, kapımızdan uçan kem gözlü kuşu bile doğduğuna pişman eder.  Mıstık’a da İrşad’a da iyi gelecek bir şurup, macun yok mudur?”

“Vardır tabii Fazilet Hanım, vardır,” dedi Vefika teyze. “Kırk türlü baharat lazım her şeyden önce. Hepsi de teskin edicidir. Onları yazar veririm. Haşhaş sütü ve akasya balı da ekleyeceksiniz. Bunları iyice karıştırırsınız, macun olana kadar. Serin yerde bir müddet saklamak da lüzumludur. Üç gün ya da yedi gün. Senin oğlan bir çorba kaşığını midesine indirdi mi patlayan öfkesi aynı hızla uçar gider, çocuk da tez günde dirilir. Birine sıkıntı basarsa ona da verin, ferahlar.”

Babaannemin büyük oğlu Mıstık, babamdı, mahallede bilinen adıyla “kıvırcık”. Halam zor günler için saklanan iki bilezik kolunda, teyze oğlu Eşref abiyle kaçtığı vakit ortalığı ayağa kaldıran, on beş gün sonra iki aşık aç revan eve dönünce ikisini birden bir güzel benzeten babam, aile oyununda başroldeydi yine. Zavallı Eşref abi de henüz kendi kudretinin farkında olmayan halamın gönül tahtından kısa sürede aşağı yuvarlanıvermişti.

Eşref abinin eğri burnunun üzerinden dışarı uğramış gözleri ve açılmış ağzıyla bizi dinlediğini fark ettiğimizde Vefika teyze yeni tarifler veriyordu. Eşref abiye dikkatle baktım; kaşı gözü oynuyor, umacı görmüş gibi Vefika teyzeyi izliyordu.

“Vallahi de pişman eder, billahi de pişman eder Vefika teyze!” diye bağırdı birden. Vefika teyzenin vücudu o anda dikleşti, kulakları sese doğru uzadı. “Değil mi Gülhan?” diye devam etti Eşref abi. Halam pençe pençe kızaran yüzünü saklamak için başını eğdi, sonra saçını düzeltir gibi elini yüzüne götürdü.  Eşref abi yeniden “Gülhan!” deyince gözlerini belerterek ona baktı, “Sus artık!” demiş oluyordu böylece, “Sus, yoksa elimden çekeceğin var.” Halamla göz göze geldik sonra, “Eyvah!” dedim içimden, “Eşref abi paparayı yiyecek.”

Kahve yapayım, diyerek ayaklandı halam, yeni diktiği filiz yeşili elbisesini savura savura yürüdü, Eşref abinin yanından geçerken kolunu çimdikleyiverdi. Eşref abi halamın yüzüne baktı, ardından süklüm püklüm onu takip etti, kürek kemikleri gömleğinin dışına fırlayacakmış gibiydi.

Halam kahve yaptığı sırada avluda ses seda kesilmişti. Halamın azarlamaları duyuluyordu bölük pörçük, “Çenen kopsun!” diye bağırdığını işittik. Eşref abinin ne diyeceğini şaşırmış bir halde kalakaldığını tahmin ediyordum. "Kahve içmeyeyim," dedi Vefika teyze. Kalktı. Avlunun kazınarak süpürülmüş beton zemininden onu çevreleyen kireç boyalı, taştan alçak duvarlara; yeni uç vermiş şeker pembesi, yavru ağzı sardunyalı çiçek tarhından yaprakları titreşen ağaca; çamaşır için hazırlanmış içi küllü su dolu büyük tenekelerden kazanların kaynatıldığı ocağa; avlunun bir bölümünü çevreleyen sıra evciklerin ufak camlarından çatılarına kadar



her eşyaya tek tek baktı. 

“Kilitler var kapıları kapatır,” dedi sonra.  Hiçbir şey söyleyemeden Fevika teyzeye bakıyorduk.

Geçmiş olsun, dedi ardından. “Ağrıları olursa öd ağacı yaprağı karıştırılmış zeytinyağı içsin İrşad, papatya da şifa olur. Eşref’e de söyleyin, küçük baharlı Hindistan cevizi çiğnesin. Daha iyisi balla macun yapsın. Ağzının ufunetini alır.”

O ameliyattan ve o günden sonra bahtsız İrşad’ın vücut hakimiyeti yavaş yavaş yok oldu. Kolu, bacağı, ağzı, yüzü ritmini kaybetti; her adımda azap çekiyor gibiydi. Yürüyüşü çarpıklaştı, kelimeleri dağıldı. Onun adımını halam atmaya başladı, cümlesinin devamını o getirdi. Yedirdi, içirdi, yatırdı, kaldırdı, yıkadı, gezdirdi. Halamın içini çeke çeke ağladığını kimse görmedi.

Evin her köşesinde baltadan nazarlıklar, elden muskalar, mavi boncuklar vardı artık. Bahçe kapısının girişinde, ağaç altındaki çürümüş yaprakların üstünde, çiçek tarhında yumurta kabukları… Babaannem kim bilir kaç kez kurşun döktü, bakır kaselerde üzerlik tohumu yaktı. Yengem, Vefika teyzenin bahçe ocağından gizlice kül bile çaldı.  Külü suyla karıştırıp İrşad’ın yüzüne gözüne sürdük, kâr etmedi. Bütün bunlar ameliyattan mıydı, kötülük diyarının kasvetli karanlıklarından mı çıkıp gelmişti yoksa sefil fikirlerin yıkıcılığından mıydı çözemedik. Hepsi muamma olarak kaldı.      


Nalan Arman                                                          

2 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

2 Comments


birsenuysal65
bir gün önce

Nalan Arman'ın dilini seviyorum

Şahane bir öykü bu da!! "Vesika Teyzeli mahalle anlatısı" sürsün istiyor insan.

Like
Abdullah Tan
Abdullah Tan
bir gün önce
Replying to

Burada da "Vesika" olmuş. Haydi hayırlısı.

Like
bottom of page