top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Nilay Erik- Bu Da Geçecek

Biiiiiiipppbipbipbipbiiipp!

Ekrana bakmaya gerek yoktu, tansiyonum hemşirenin yüzündeki telaştan okunuyordu: 19 /8. Gözlerini kaçırarak, “Epey yüksek,” dedi, “yerdeki sarı okları takip edin,” Kalp atışlarım daha da hızlandı. Bulanık görüyordum, başım da dönüyordu.

Sezai’yle okları takip ederek iç alana geçtik. Girişte bilgisayarın karşısında oturan genç, önündeki ekrana baktı. “Tansiyonunuz yüksek, anlatın Defne Hanım bugün farklı olarak ne oldu, ne yediniz, bir şeye mi üzüldünüz?” dedi. Sezai, “Hayır, farklı bir durum olmadı, bir lokantaya oturduk, balık…” Doktor Sezai’nin sözünü kesti. Alaycı bir gülüşle bana bakarak “Rakıları, şalgamları içtiniz tabii,” dedi. Yok, yemek bile yemedik,” dedi Sezai. Doktor “Birkaç test yapmamız gerekiyor, bugün çok yoğunuz, siz beklerken biraz uzanın rahatlayın.” dedi. Sezai sigara içmek için dışarı çıktı. Ben de yattığım yerde doktorun sorularına cevap aradım. Bugünü zihnimden geçirdim.

Öğlene kadar evdeydik günlük koşuşturmalar ev, işleri, birkaç iş görüşmesi… Sabah aç karnına Türk kahvesi içtim. Normalde filtre kahve içerim. Acaba ondan mıdır? Öğleden sonra hep birlikte kitap fuarına gittik. Hafta sonu olmasına rağmen koca salon bomboştu. Bu sene yazarların imza günleri yokmuş. Birkaç kitap aldım, bir saat ya durduk ya durmadık otoparkta Sezai’yle buluştuk.

Hava kararmıştı fakat öyle güzeldi ki… Bu havaları severim sonbaharın son günleri… Hem ağlamaklı hem içten içe sevinçliydim. Arabaya binerken “Hadi, Kuşadası’na gidelim, belki büyük gemiler gelmiştir.” dedim. Sezai, “Bu saatte mi, geç oldu,” dedi. Ona göre her şey bir nizam içinde yaşanmalı. Tabii ki Kuşadası’na gitmedik. Evin hemen yanındaki balık lokantasına oturduk. Annem Ankara’dan gelmişti. Onu özlemiştim. Kızlar anneanneleriyle vakit geçirebildikleri için mutluydu. Herkes ne yiyeceğine karar veriyordu. Fakat oturduğumuzdan beri bende farklı bir hal vardı. Nedenini biliyorum. Regl dönemim. O yüzden fazla önemsemedim. Bu dönemlerde çok tuhaf olurum. Hayat tahammül edilemez biçimde can sıkıcı gelir. Rutin olarak yaptığım bütün o işleri aptalca bulurum. Alışılagelmiş bütün görevlerimden, rollerimden kaçıp kurtulmak düşüncesi içimi kemirir durur. O yüzden fazla önemsemedim. Aşırı sinirlilik, hassaslık, sevgi ihtiyacı, yalnızlık, bir tahammülsüzlük, çaresizlik hissi… Kafam iyice karışıktı. Bütün bunlarla baş edeyim derken ipin ucu kaçmış olmalı.  Oturduğumuz andan itibaren balık kokusu midemi bulandırdı. Sezai balığa da kokusuna da bayılır. Göğüslerim sızlıyor, karnım ağrıyordu. Sezai sert bir şekilde omzuma dokundu, söylendim. El şakalarını sevmem. Hoş, bir şey yapmasa yanlışlıkla koluma çarpsa da oturup ağlardım. Gözüm yaşardı, tedirgin halimi, ağrımı, kaygımı hüznümü belli etmek istemedim. Genelde istemem. İçi kitap dolu poşetleri sandalyeye astım. Sezai onları da neden aldın yanına, kalsaydı arabada, diye söylendi. Bu durum da ona göre kural dışı bir hareketti. Yemekten önce tatlı yenmez, plansız bir yere gidilmez, edebiyat sanat boş işlerdir, çocuklar özendirilmez. Yine de bir özgürlük savaşçısı gibi yapabileceğim en tehlikeli hareketi yaptım kitaplardan birini poşetten çıkarıp arka kapağını okudum. Sezai, “Mezeleri seçelim, Defne hadi kalk,” dedi. Ayağa kalkmaya yeltendim. Sandalye, astığım poşetler yüzünden geriye düştü. Düşerken de öyle bir ses çıkardı ki göğsümde duyduğum güm gümleri peşine taktı, beni kontrol edemediğim bir paniğe sürükledi. Sonrasını hatırlamıyorum bayılmışım. İyi ki son on beş yılımı sormamış doktor.

Hemşirenin Defne Hanım seslenişiyle uzandığım yerden doğruldum. Beni bir cihaza bağladılar. EKG sonucumda bir anormallik yokmuş. Hemşire damar yolu açtı, kan aldı.  Sonuçların çıkması en az iki saat sürermiş. Odaya benim yaşlarımda bir hasta geldi, Onun da tansiyonu yükselmiş. Hemen dilaltı hapı verdiler. Acile gelen hastaları gördükçe kalp çarpıntım daha da arttı. Burada bir saat daha beklersem tansiyonum iyice yükselecekti. Doktordan izin aldık. Acilin girişindeki kafeteryada bekledik. Beklerken çarpıntım devam etti. Sonuçlar çıkınca doktorun odasına girdik. Yeni doğan bir bebeğin kanı nasılsa kan değerleriniz öyle, dedi genç doktor. Tansiyonum yeniden ölçüldü, 13/7 çıktı. Doktor yüzünde anlamlandırmadığım bir gülümsemeyle, “Kardiyoloji kliniğimize başvurun, oradan bir şey çıkmazsa doğru psikiyatriye,” dedi. Arkasından bu tip durumlar genellikle panik atak çıkıyor, diye de ekledi. Sezai doktorun gülüşüne katıldı, hatta içten bir kahkaha attı. Her şeye kahkaha atabilen insanlardandı. Haklı çıkmanın gururu muydu yoksa kan sonucuna mı sevinmişti tam anlamadım. Eve dönünce de ben sana ne demiştim, deyip durdu.  O gece çarpıntım devam etti.

Hemen üniversite hastanesinin kardiyoloji bölümünden bir randevu aldım. On gün sonra kliniğe gittim, doktora geçen gün yaşadığım durumu anlattım. Anlık tansiyon takibi için kolunuza bir cihaz takacağız diyerek beni ilgili birime yönlendirdi. Holter cihazı yirmi saat süresince on beş dakikada bir tansiyonu ölçerek hafızasına kaydeden bir aletmiş. Sol kolumu uzattım. Kolumu sıkıca kavradı. Eski tansiyon aletlerinden, cırt cırtlı… Ucundan çıkan bir kablo bele takılı olan bir küçük elektronik ekrana bağlı. On beş dakikada bir kendiliğinden devreye giriyor, elektronik ölçüm olduğu için normalden daha kısa sürüyor. Yirmi dört saat sonra ölçüm sonuçlarımı alıp doktoruma gösterecekmişim.

Bütün gün kolumda tansiyon aletiyle işe gitmek olmazdı. İzin aldım. İlk tansiyon ölçümü arabada oldu. Doktorun dediği gibi uyarı mahiyetinde bir bip sesi duydum. Hemen rahat bir pozisyon almak istedim ama araba kullanıyordum. Kolumu hareket ettirmemeye çalıştım. Holter takıldı diye yaşamınızı değiştirmeyin, demişti doktor. Sonuçta her gün bir saatten fazla trafikteydim. Kolum şişti şişti şişti…

Biiiiiiipppp!

Heyecanla belimde takılı cihaza çevirdim başımı, bu kez tansiyonum 8/5 çıktı. Benim normalimin 11/7 olduğunu biliyorum. Hamileliklerimde devamlı ölçülürdü. Yola odaklandım. Eve gidene kadar dikkatim dağılsın diye radyoyu açtım. Müzik zevkime uymayan saçma bir şarkıyı kırmızı ışıkta beklerken dinledim. Fakat kırmızı ışıkta geçmem için arkamdaki araba sürekli kornaya basıyordu. Yeşil yandığında yan tarafıma gelerek camını açtı, küfür etti. Böyle kaba davranışlar karşısında sinirlerim ama verecek bir cevap bulamam. Moralim bozuldu. Hiç tanımadığım biri olsa dahi böyle bir cümleye maruz kalmak sinirimi bozdu. Arabayı park ettim, apartmana girdim. Asansöre bindim. Holter harekete geçti. Kolum şişti, şişti, şişti damarlarımda acayip bir basınç oluştu.

Biiiippppp!

Heyecanla ekrana baktım: 10/7. Bir oh, dedim. Her şey normal! Harika eve gidip kendime güzel bir kahvaltı hazırlayabilirim. Hem kadın ne dedi? “Ölçüm anlarında ne yapıyorsanız durun, kolunuzu da kırmadan uzatın, konuşmayın.” Eve girer girmez kendimi yatağa attım, kahvaltı fikrinden daha cazip geldi. İki saat daha uyumak niyetindeydim. Hastalık yüzünden bile olsa hafta içi evde olmanın mutluluğu sardı içimi.

Bu arada iş yerindeki arkadaşlarım geçmiş olsun mesajları göndermiş. Her mesajda hastalığımın psikolojik olduğuna biraz daha inandım:

 “Canım her şey hallolur bozma moralini.”

 “Şirketi sen kurtaracak değilsin.”

 “İki ergenle uğraşmak zordur, bilirim.”

“Sen çok dost canlısı bir insansın, biliyorum ama hayat kimseye bu kadar dostane davranmaz.”

En çok da onun mesajını sevdim. Şirketin çaycısı Zeliha Hanım’ın. Bir şifacı. Babaannesi de öyleymiş. Ne zaman bir yerimiz ağrısa ona gideriz. Mutlaka kendince bir ilacı vardır. Hafta sonları evimize temizliğe gelir. “Sirkeli sularla temizledim evinizi, enerjisi yükseldi,” der. Uzun bir mesaj göndermiş, merakla okudum acaba ne yazmış?

“Defne Hanım, babaannemden öğrendiğim çok kadim bir öykü var. Belki siz de bilirsiniz. Bir ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, ona bakınca üzgünken bile içinde bir umut filizlensin, mutluluk anında dakibre kapılmasın! Kimse bunu başaramaz. Derviş dışında. Sultan Derviş’in yaptığı yüzüğe bayılır. Yaptığı yüzüğün üzerinde, “Bu da geçer,” yazar. Bu da geçer Defne Hanım. Bütün işler sizin üzerinizde vücudunuz size mesaj veriyor, lütfen onu dinleyin.” Demiş. Vallahi filozof bu kadın! Çok hoşuma gitti. Keyiflendim.

Televizyonu açtım. Bir haber programı aradım. Sonunda pes ettim. Magazine benzeyen ne olduğunu tam anlayamadığım bir sabah programında kaldım. Kaybolduğu günden itibaren tüm ülkeyi üzüntüye boğan yedi yaşındaki Bahar, sonunda köylerindeki dere yatağında bulunmuş. Başka bir kanalı açtım, iki genç kızın hayatı karartılmış, ışığı söndürülmüş. Annesi beni uyutun dayanamıyorum, diyormuş. Sonra on beş altı yaşlarındaki gençlerin giyim tarzları takıları konuşuluyor. Sanki ölümü hak ettiklerine inanmak vicdanlarını bir nebze olsun rahatlatmak ister gibi insanlar... Etrafımız katil, düzenbaz, yalancı şeref yoksunu tacizcilerle sarılı. Derken:

Biiiipppp!

Ölçüm sonucu ekranda göründü. 18/7. Eyvah! Televizyonu açarsam olacağı buydu. Doktor ne demişti, “Lütfen günlük rutininizde kalın, daha doğru ölçümler olur. Ben ne yaptım, normalde hiç izlemediğim programları izledim. Hemen televizyonu kapattım. Elime telefonumu alır almaz bankamdan bir bildirim geldi. Maaşım yatmış. Kredi kartımı ödeyince geriye bir şey kalmıyor. Üstelik kart ekstremde market alışverişleri dışında bir şey yok. Kira, faturalar ve çocukların okul taksitleri Sezai’nin üzerinde. Kredi kartı borcunu ödeyip telefonumu attım bir kenara. En iyisi biraz kitap okuyayım, dedim. Fuardan aldıklarım arasından bir öykü kitabı seçtim, yatağıma uzandım. İlk iki öyküyü merakla okudum. Yazarın hoş bir dili var. Seviyorum böyle kendisi olan, birilerine benzemeyen kitapları.  Göçmen öyküleri yazmış yazar. Baya ilgimi çekti. Güvercin’i okurken ister istemez kuşlarım aklıma geldi. Öyküdeki karakter kaybettiği güvercinine ağlıyordu. Bir başka öyküde yurt dışında yaşayan kahramanın annesi ve babası oğullarının yanına geliyordu. Öykünün sonunda kahramanın annesiyle babasını yolcu ederken küçük oğlunun saçlarına pıtır pıtır düşen gözyaşları içimi burktu. Parmağımın ucuyla o damlalara dokundum Üzülme dedim, üzülme yine gelirler… Hem bir daha görebilmek ihtimalin var. Geçen sene son yolculuğuna uğurladığım babamı özledim. İyi ki ağlamak diye bir şey var. Ağladım, rahatladım.

Biiiiipppp!

Merakla ekrana baktım. Bu defa da 8/5. Bu ne saçmalık?  Yarım saat önce 18 olan tansiyon nasıl 8’e inebilir ki… Ağladığım için tansiyonum düşmüştür olabilir. Kitabı bıraktım, kendime bir Türk kahvesi yaptım. Sonuçta her gün kahvaltıdan sonra bir fincan kahve içiyorum. Kahvemi içtikten sonra telefonum çaldı. Annemdi. “Yavrum nasılsın, aklım sende. Biraz daha kalsaydım keşke. Ağladın mı sen?” dedi. İçimden daha çok ağlamak geldi ama “Yok ne ağlaması, nerden çıktı?” dedim. Ağladığımı belli etmek istemedim. “Şimdi kapatıyorum arabadayım, ben seni birazdan ararım,” dedim. Kalbim yine güm güm atmaya başladı. Derken:

Biiiipppp!

 6/4. Neeee! Bir daha bakmayacağım.

Çantamı aldığım gibi dışarı çıktım. En iyisi biraz yürümek, dedim. Ben şirkette de öğle aralarında yürüyorum. Kendime kahve almak için ta caddenin sonundaki o şirin kafeye gidiyorum. Kordon’a kadar yürüdüm. Sevgi Yolu’nu geçip eve giderken takıcıların stantlarının önünde bir kedi gördüm. Patilerini kapalı dükkânların kepenklerinden birine geçirmişti ya da olduğu yere sıkışmış gibiydi. Baş aşağı sarkmış. Tuhaf bir hali vardı.  Kedileri çok severim ama aynı zamanda onlardan korkarım. Yanda gümüş takılar satan gence “Affedersiniz kediye bakabilir misiniz?” dedim. “Nesi var hasta mı acaba?” Kedinin olduğu yöne baktı. Ben nerden bilebilirim evde dokuz yaşında bir oğlum var, bugün daha siftah yapmadım. Tek derdim de sanki bu kediydi,” diyerek beni azarladı. Cevap vermedim. Tüm dikkatim kedideydi. Kedinin de psikolojisi iyi değildi. Neden baş aşağı sarkmış böyle? O sırada yanıma kirli, bakımsız kıyafetleriyle sokakta yaşadığını düşündüğüm bir adam geldi. Ben bakıyorum bu kediye, dedi. Hasta uzun zamandır. Kediyi bulunduğumuz yerin hemen yan tarafında, sokak hayvanları için konulmuş eski bir dolabın içindeki minderin üzerine öyle bir fırlattı ki benim canım yandı. Kedi sinirlendi, adamı tırmaladı. Adam madde bağımlısı gibiydi. Korktum. Uzaklaştım. Yürürken adamın kediye de bir şeyler vermiş olabileceği düşüncesi beynimi kemirdi durdu. Tansiyon aletim uyardı:

Biiiipppppp!

19/7. Yürümek de yaramadı bana. Biraz deniz havası aldım. Doğru evin yolunu tuttum. Akşam için Sezai’ye ve kızlara fırında tavuk yaptım. Ev mis gibi koktu. Tavuklar nar gibi kızardı. Yanında pilav ve salata. Yemeği çok sevdiler. Sofrayı toplarken Sezai’den yardım istedim. Kolumda aletle zorlanıyorum, dedim. Olmaz, rutini bozmak doğru değil, dedi. Bunu söylerken de espri olarak gördüğü sözlerine sadece kendisi güldü. Onunla uğraşacak halim yoktu. Mutfağı topladım, biraz uzanıp ne zamandır izlemek istediğim filmi açtım. Ölçümlerde ekrana bakmadım. Hadi gündüz iyi de bütün gece ölçüm yapacak, ben nasıl uyuyacağım? Koluma da öyle sıkı takmışlar ki hem acıyor hem kaşınıyor. Hijyen konusuna hiç girmeyeceğim. Kimlerin koluna takıldı daha önce kim bilir? Temizliği yapılıyor mudur? İğrenç bir tıraş losyonu kokuyor. Midem bulandı bir an öğürdüm ama kusmadım. Boğazım bu hareket yüzünden acıdı. Dörde kadar kaç kez uyandım bilmiyorum. Bir süre sonra dalmışım. Uyandığımda saat sekizdi. Koluma bir baktım aletinin hortumu çıkmış. Koluma baskı uygulamayınca uyanmamışım tabii. Dört saat boyunca da ölçüm olmamış. Her neyse yapacak bir şey yoktu. Hazırlandım. Hastanenin yolunu tuttum. Görevli kadın kolumdan holteri çıkardı, içindeki kartı bilgisayara taktı. Dört sayfalık bir çıktı aldı. Üzgünüm dedi, bu holter cihazı arızalı. Gece doğru dürüst ölçüm yapmamış. Ölçümler yanlış. Sonuç geçersiz. Yenisini takmamız gerekiyor. Son yirmi dört saat gözümün önünden geçti.  Yenisi iki saat sonra teslim edilecekmiş. Bir hastada takılıymış şu an. “Siz isterseniz kafeteryada bekleyin biraz,” dedi hemşire. Başımla onayladım. Onayladım ama o an kaçıp gitmek istedim. O iğrenç tıraş losyonu kokusundan, hastaneden…

Bippppppppp!

 Tama kolumu uzatıyordum ki yok artık dedim.

Odadan çıkarken oraya geri dönmeyeceğimi biliyordum. Bugün de izinliydim. Hava güzeldi. Kuşadası’na mı gitsem dedim. Belki büyük gemiler de gelmiştir.


Nilay Erik

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


bottom of page