Öykü- Nimet Şencan Şengül- Parmağımdaki İz
- İshakEdebiyat
- 4 gün önce
- 4 dakikada okunur
Sonun başlangıcına attığım adımın ilk günüydü.
Kapının önüne gelince derin bir nefes almama rağmen içimdeki havayı boşaltamadım. Sanki kalbim terleyen avuçlarımda atıyordu. Ellerimi pantolonuma hırsla silerek kurutmaya çalıştım ama nafile. Ter, oradan kurtulunca dışarı çıkmak için saç diplerime hücum etti. Bütün vücudum suya kesmişti. Keşke bu sular beni önüne katıp başlangıcıma götürseydi, bu kapıya getiren olayların henüz başlamadığı o ilk zamanlara...
Gözüm sürekli hepsi birbirinin aynı olan diğer kapılarda… Şehrin kodamanlarının oturduğu bir semtin gösterişli kapılarının arkasına saklanmış, yüksek tavanlı apartmanlarından biri… Kapıdaki eski tek şey gözetleme deliği ki o bile bana ortasındaki küçük, tek gözüyle, burada ne işin var, der gibi bakıyor. Allah’ım, biri görmeden cesaretimi toplayıp şu zile bir basabilsem… Merdivenlerden gelen ayak sesleriyle paniğim daha da arttı. Telaşla etrafıma bakınınca asansörü fark ettim. Beş katı yürüyerek çıkmışım. Neden kendime bunu yapıyordum? Kıyısında bekleyen gözyaşlarımın bana eşlik etmemesi için gözlerimi kırpıştırırken merdivenin başında sarışın bir kadın kafası belirdi. Yanımdan geçerken yüzünde müstehzi bir gülüş var gibime geldi. Var mıydı? Bütün dünya benim buraya gelmemi kınıyor sanki. İyi de nereden biliyorlar?
Aklıma balayım geldi. O meşhur ilk gecenin ertesinde Bodrum sokaklarını keşfe çıktığımız zaman sanki bir gece önce ne yaptığımı herkes anlamış gibi gelmişti. Elimi kocamın eline sıkı sıkı kenetlemiş, bedenimi mahcubiyetle arkasına saklayarak yürümüştüm. Ne çok gülmüştü o hallerime. Şimdiyse tanımadığım bir kapının önünde o mahcup ellerin arsız bir korkuyla terleyişini seyrediyorum. Üstelik üzerinden çok da uzun bir zaman geçmemişti. İş yerindekilerin, konuşurken bana “Ooo sen dur bakalım, daha yeni evlisin,” diye fikirlerimi sallamadığı bir zaman dilimindeyim. Peki öyleyse neden buradayım? İzafiyet teorisi mi beni buraya getirmişti? Zamanın göreceliği... İhanetimin sebebini bilime dayandırmak da tam benlik bir kaçış olurdu zaten. Her hareketine bir mana yüklemenin zavallılığı...
Asansörün sesiyle düşüncelerimden sıyrılıp ana döndüm. Suçluluk duygum da aynı hızla beni ele geçirdi. Buraya gelmeme sebep olan merak duygusu, daha merdivenleri çıkarken yerini suçluluğa bırakmıştı. Yine de bu duyguyu tatmak istiyordum. Bu hazzı yaşamak, sonrasında hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam etmek? İnsanlar bunu hep yapıyor ve evliliklerini canlı tuttuğunu söylüyorlardı. Ben de evliliğimi canlandırmak istedim. Ne var bunda! Kocam aynı şeyi yapsa diye düşündüğüm de nefes alamadım. Onun gitar tutan zarif ellerini bir başka kadının vücudunda düşünmek... Aman Allah’ım... Kendi kaba ellerime baktım. Bir keresinde parmaklarımı tutarak yüzünde gezdirmiş, uzun uzun öpmüştü. Sonrasında başını kaldırıp, “Senin ellerin niye bu kadar büyük?” dediğinde, “Seni daha iyi tutabilmek için,” demiştim de ne çok gülmüştük. Gülünce burnunun iki yanında sevimli kırışıklar olur.
Bir kedinin canhıraş çığlığıyla düşüncelerimden kopunca bir an nerede olduğumu anlayamadım. Hızla yanımdan geçti pis hayvan. Sanki aynı gülümseme onun da yüzünde vardı. Hor gören... “Hiçbir şey bilmiyorsun,” dedim arkasından. Peki ben ne biliyordum? Beni bu kapıya getiren, şu kediyle aynı meraka sahip olmamdan başka ne olabilirdi? Bu duygumu susturmazsam hayatım boyunca vücudumun sessiz çığlıklarını dinleyeceğimi hissediyordum. Biraz da onun için buradayım. Dokuz canlı bir hayvanı öldüren merak, kim bilir bana neler yapacaktı. İçimden, sana her şey müstahak diyen annemin sesini susturdum.
Öyle paldır küldür gelmedim buraya. Aylardır kendimle mücadele ediyorum. Uykusuz geceler, dibini bulan şişeler, “Senin neyin var?” sorusuna verilen kaçamak cevaplarım karşısında, kocamın tatmin olmayan gözlerinin altında gittikçe daha çok ezilmeler, ağlamalar, ağlamalar ve daha çok ağlamalar... Hiç kolay değildi.
Davetsiz misafirler her zaman habersiz gelmezler, çoğuna anahtarı biz veririz. Ama vallahi de billahi de ben bu adama anahtar falan vermemiştim, bir erkeğe nasıl anahtar verildiğini bile bilmiyordum. Kapını teklifsizce açıp giren insanların, onlara göre özgüven, bana göre yüzsüzlükleriyle henüz tanışmamıştım.
Bunları düşünmemişim gibi ertesi gün aynı kalp çarpıntısıyla işe gitmek, en çok kendime ihanet etmekti benim için. Görmediğim halde üzerimde hissettiğim bakışlarını, bütün ofisi ele geçirdiğini sandığım, bana kontrolümü kaybettiren o şehvetli elektrik... Bazen bunu kimse fark etmiyor mu diye insanların yüzünü incelerdim. Herkesin işinde gücünde olduğunu görmenin şaşkınlığıyla, asma kattaki odasının önünde elleri ceplerinde gülerek bana bakarken yakalardım onu ve nefret ederdim. Görmeden bile bakışlarının bedenimde gezinişini, değdiği yerlerin alev aldığını hissetmemdeki o heyecanlı kızgınlığım onu daha çok eğlendirirdi. Ben böyle bir durumla ilk kez karşılaşıyordum ve neden kocama değil de bu adama karşı bunları hissediyorum diye meraktan ölüyordum. Aynı kedi tarafından sinsice ele geçirilmiştim.
Bu aylardır böyle sürüp gidiyor ve buna daha fazla dayanamadığım için buradayım. Ne olacaksa olsun...
Parmağımın ağrısı beni kendime getirdi. Bütün bu zaman boyunca alyansımla oynadığımı fark etmemiştim. Kızartmışım parmağımı... Kıyıda beklettiğim bir damla acı gözyaşı damladı üzerine, tuzlu su daha da acıttı. Yüzük parmağımda iz, gözlerimde oyuna dalıp eve geç gelen bir çocuğun endişeli bakışları, kalbimdeyse nereye göç edeceğini bilmeyen, yolunu kaybetmiş bir serçe var gibiydi. Yüzüğümü çıkarıp avucuma aldım. Tanıklığını istemedim ama arkasında bıraktığı güneş görmemiş yeri, suçuma ortak olmak için orada kaldı. Biliyordum, bu kapıdan girersem hayatım asla aynı olmayacaktı, hiçbir şey olmamış gibi devam edenlerden olamayacaktım. Yok, yapamayacaktım.
Gitmek için asansöre yürürken alyansımı olması gereken yere takıp altındaki beyazlığı karanlığa mahkûm ettim. Karar verebilmenin rahatlığına daha varamadan sırtımı döndüğüm çekimin beni yine ele geçirdiğini hissettim. Bir süre öylece yüzüm asansöre dönük, utancın ağırlığıyla kalakaldım. Kendi gelgitlerime yenik düşünce, “Merhaba,” diyen sesine döndüm. Alyansımı gizlice çıkarıp çantamın karanlığına hapsettim. Yüzüğün ağırlığını önce kolumda, sonra bütün bedenimde hissettim. Düne ait seslerini bugünüm sessize almış, bir merhabayla karanlığa adım atmaya karar vermiştim. Her tarafı geceye kesmiş bir kadını karanlıkla korkutamazdınız. Tüm tereddütlerime rağmen yeni başlangıcıma, gözlerimi yerden kaldırmadan, “Merhaba,” dedim.
Biliyorum, tüm başlangıçların bir sonu var, ancak başlamadan da bilinmiyor ki.
Nimet Şencan Şengül
コメント