Rüzgârın ıslıklar çalarak sokaklarda gezdiği, güneşin turuncu ışıklarını saçtığı bir eylül günüydü. Sahaf Salih Bey, telefonla yakın dostu Emekli Muhasebeci Macit Bey’i aradı. Saat 18.00’da Zincir Sahaf’ta mezat olacağını, oraya birlikte gidebileceklerini, yıllardır aradığı “Karga ile Ayı” kitabını belki bulabileceğini, kendisinin de 17.45’te sahafın hemen yanındaki çay ocağında bekleyeceğini, söyledi. Vakur bir şekilde karşılamıştı gelen haberi Macit Bey. Buna benzer kaç kez çağrı almıştı arkadaşlarından, kitabını bulabileceğine dair. Gitmeyi asla ihmal etmeyecekti. “Yarım saate çıkıyorum Salih,” diye karşılık verdi ve telefonu kapattı.
Hazırlanıp çıktı. Salih Bey’i de çay ocağından alıp birazdan başlayacak olan mezadın yapılacağı sahafa girdi. Birkaç tanıdıkla ayaküstü selamlaştılar. Sonra ön taraflardan gözlerine kestirdikleri sandalyelere hemen yerleştiler.
Macit Bey hayal kırıklığına uğramak istemediğinden heyecanlı tavrını kendine bile belli etmeden, bitişik dizlerinin üzerinde birleştirdiği elleriyle bekleyişini sürdürüyordu. Öte yandan Salih Bey, oturduğu yerde sabırsızca hareket ediyor, elleri terliyor, sol ayağını sürekli sallıyordu. Dışardan bakılsa bu iki arkadaşa, Macit Bey’in değil de Salih Bey’in yana yakıla kitabı aradığı düşünülürdü. Sonunda dayanamadı, yüzünü arkadaşına çevirdi.
“Macit merak ediyorum. Kitabı bulursan ne kadar verebilirsin? Daha önce de yüksek meblağlar verip kitap satın aldığın oldu. Ya kitabını gerçekten bulursak! Yıllardır arıyorsun. Elbet kafanda bir karşılığı vardır.”
Macit Bey ölçtü, biçti ve kendi sınırlarını zorladı. Elini kırlaşmış sakalına götürdü, boşluğa uzun uzun baktı ve birden atıldı;
“Beş yüz lira veririm,” dedi.
“Beş yüz mü? Senin için değeri bu mu?”
“Yani… Ne kadar olacaktı ki? Şimdiye kadar bir kitaba en fazla dört yüz lira vermiştim.”
“Haklısın tabi. Para her zaman önemli! Geçim kaynağı. Bilmez miyim? Ben de bu aralar zor durumdayım. Ama o kitabın içerdiği anlam daha değerli değil mi? Şöyle düşün; ola ki birisi çıktı. Senin kadar manevi değer yüklediğini düşünmüyorum tabi ki! Paha biçilmez, diyor sözüm ona. Yirmi bin liraya kadar çıkabilir. Belki daha fazla… Adam bu kitabın hastası! Her baskını tek elde toplamak istiyor. Yabancı dillerdeki baskılarını bile almış. Biliyorsun var böyle deliler. Şans ya, senin isminin yazılı olduğu kitaba kavuşacaksın. Fakat o adamda var mezatta. Onunla açık arttırmaya girebilir misin?”
Macit Bey gözünü karartmıştı;
“Kim oluyor o münasebetsiz adam benim çocukluğumu satın alıyor. Ne pahasına olursa olsun alırım kitabımı!”
“Ben de öyle düşünüyordum dostum. Çünkü böyle manevi değeri yüksek nesneler paha biçilemezdir.”
Salih Bey derin bir nefes verdi. Titremesi, elinin terlemesi ve ayağını sallaması geçmişti artık.
Mezatçı üzeri kitaplarla yığılı olan masanın yanına yaklaştı ve “Evet sevgili arkadaşlar! Birbirinden değerli kitapları açık arttırmayla size sunacağımız mezadımız başlıyor,” demesiyle sesi içerde dağıldı. İnsanlar sandalyelerinde toparlanıp dikkatlerini ona verdiler.
Kitapların isimleri birbiri ardına sıralandı. Eller bir indi bir kalktı. Kimisi aldığı kitaplardan memnun kaldı. Kimisi alamadığı kitaba vahlandı. Macit Bey’in ise pek umudu kalmamıştı bir saatin sonunda. Söylenen kitaplardan satın alabileceği bir kitap bile çıkmamıştı. Salih Bey’e, “Çok sıkıldım Salih. Yok herhalde burada benim kitap. Kalkasım var,” diye söylendi. Ötekiyse “Buraya kadar geldik Macit. Sabret! İçimde bir his var, kesinlikle burada kitap,” diye karşılık verdi gözlerini arkadaşına çevirmeden. Bekleyeceklerdi. İlerleyen dakikalarda, Macit Bey arada kafasını kaldırıp kitaplara kulak kabartıyordu ama… Nafileydi. Yüzünü ekşitti sonunda. Gözlerini yan taraftaki dizili kitaplara kaydırdı. Okumadığı kitaplar vardı aralarında. Ceketinin iç cebindeki küçük not defterini çıkardı, ilgisini çekenlerin isimlerini not almaya başladı. Mezat bittiğinde fiyatlarını soracaktı. Eli boş dönmek istemiyordu.
Olmaz denilenin olduğu zamanlar vardır ya hani. İnsanı şaşırtıp allak bullak eder. İşte şimdi de öyle bir andı. Mezatçının dudaklarından büyü etkisi yaratan sözcükler döküldü. “Karga ile Ayı kitabı. Gördüğünüz gibi iyi muhafaza edilmiş.” Duyar duymaz heyecanla döndü yüzünü o tarafa. Gözleri büyümüştü. Yerinde duramıyordu. Kolunu sıkmıştı Salih Bey’in. Devam ediyordu mezatçı, “İlk baskı olduğu için açılışı biraz yüksekten yapacağız. Haberiniz olsun değerli arkadaşlar. Evet, ilk sayfasını açıyorum kitabın. Herhangi bir sorun yaşanmasın diye sizlerin önünde sayfaları kontrol etmekte fayda var. Bir isim yazıyor…”
Kalbi sanki tüm sahafın içinde atıyordu Macit Bey’in. Çocukluğunda defalarca okuyup hüngür şakır ağladığı, yıllardır arayıp bulamadığı kitabı mıydı yoksa? Gözleri dolmuştu. Çocukluğuna dönüşün bileti olacaktı kitabı. Bileti verince ensiz ve boysuz zamanın kapıları mı açılacaktı şimdi? Annesinin başını okşadığı, babasıyla oyunlar oynadığı, ablasıyla ağaçların tepesine çıkıp dalından erikleri, kayısıları kopardığı… Bu kitabın içindeydi hepsi. Babasının, ablasının ve annesinin sesiydi. Dara düştüklerinde babası bütün kitapları satmıştı. Evet! Kızgındı. Üzgündü başlarda. Yalvarmıştı satmaması için. Boşuna. Babası hepsini bir çırpıda satıvermişti. Macit büyüyüp iş güç sahibi olduğunda yumuşamıştı kalbi. Yaşamın hay huyu devreye girince babasının yaptığını fedakârlık olarak görmeye başlamış, kitabı ve hatıralarını zihninin derinliklerinde güzellikleriyle yaşatmasını da bilmişti. Ta ki etrafındaki herkesi kaybettikten sonra, eşini de toprağa verene kadar... O zaman sorular ve hüzünlü cevaplar üşüşmeye başlamıştı kafasında. “Ben neyim şimdi? Çocuk değilim. Eş değilim. Kardeş değilim. Baba da olamadım. Çocuğumuz olmadı…” Kendinden geriye gidince ulaşmıştı üzeri tozla kaplanmış anılarına. Hatırlamıştı yeniden. Çocukluğuna dönüş, duygularını yeniden yaşamasına neden olmuştu. Düşündükçe babasına yine kızdı. Keşke satmasaydı, dedi. Açıp okuyabilseydim, dedi. Geri getiremeyecekti o günleri. Sızlanmaları bir süre sonra dindiğinde kitabı bulabilme ihtimaline geri döndü. Neden olmasındı? Kızgınlık yerini umutlu bir arayışa bırakıyordu. Peki, bunca yıldan sonra kavuşacak mıydı?
Mezatçı gözlerini kitabın ilk sayfasına yaklaştırdı. Mavi pilot kalemle yazılmış, üzerinden yıllar geçtiği için silikleşmiş kelimeleri kendi kendine teyit ettikten sonra, “Macit Sarı yazıyor arkadaşlar. Bu kitaba daha önceden sahip olan arkadaşımız Macit Sarı’ymış.”
Macit Bey tir tir titremeye başladı. Salih Bey’e dönüp sarıldı. Gözlerinden sevinci okunuyordu, “Sonunda buldum Salih. Sonunda!” dedi bağırarak. İçerde birkaç tanıdık da başını çevirip ona sevinçle bakmışlardı.
Gelelim açık arttırmaya… İki yüz lirayla açıldı. Macit Bey’in heyecandan ne yapacağını bilemez hali artarak devam ediyordu.
“Beş yüz,” dedi.
Ufak tefek homurdanmalar yükseldi içerden.
“Altı yüz,” dedi, diğer adam.
Normalde on lira ya da yirmi lira gibi artış görünürdü mezatlarda. Burada ise yüzer yüzer artıyordu. Açık arttırma çetin geçecekti.
Hemen ardına, “Yedi yüz,” geldi Macit Bey’den.
Salih Bey, “Bu adam bu işin peşini bırakacağa benzemiyor daha yüksekten ver,” diyerek lafını araya sıkıştırdı.
Macit Bey kafasını evetler biçimde sallıyordu.
“On bin,” dedi.
Herkes dönüp Macit Bey’e baktı. Şaşkın yüzlerin gözleri tek bir noktadaydı. Neler oluyordu böyle?
“Yirmi bin,” dedi diğer adam.
Macit Bey, çocukluğunun ellerinden kayıp gidebileceği düşüncesinin verdiği telaşla, hiç aklında böyle bir meblağ yokken, “Elli bin,” dedi. İşin tuhafı o kadar parası da yoktu. Şaşırmıştı ağzından çıkana. Geri almayı yediremedi kendine. Pişman bile olmuştu saniyeler içinde. Keşke diğer adam el kaldırsa da kitabı alıverse, diye düşündü utanarak. O sıra biri ayağa kalkıp “Bu kadar para verilir mi? Her şeyin bir usturubu var,” diye çıkıştı ve terk etti sahafı. Gerilmiş bir tefin derisi gibiydi içerisi. Salih Bey şövalyeliğini sürdürüp araya girdi, “Size ne kardeşim! Sizden mi çıkıyor para?” diye susturdu milleti. Sessizliğin ardından diğer adama kulak kabarttı içerdekiler. Diğer adam Salih Bey’e baktı. Salih Bey senden beş bin lira borç isterken bana çok görürsün ha Macit Efendi, diye düşünürken, diğer adama onay verircesine göz kırptı. Mezatçı ellerini ovuşturuyordu.
“Elli beş bin,” dedi diğer adam. O da heyecanlanmıştı. Yüzü gülüyordu. Çok rahattı.
Nedense Macit Bey de rahatlamıştı adamın arttırmasına. Düşündü, taşındı bu parayı zaten çıkamayacaktı. Evet, onun için gerçekten çok önemliydi kitap. Öte yandan akıl kârı değildi parasını savurganca dökmek. Her şeyi hatırlıyordu. Anılarını elbet böyle yaşatabilirdi. Elli beş bine kendi mezarını yaptırır, anacığının babacığının koynunda uyurdu. Hem arkadaşı vardı. Mesela Salih. İki dul adam birbirine yoldaşlık ediyordu. Yok, bunca değer sadece ve sadece bir kitaba sığamazdı. Ayrıca iyice düşününce aklına gelmişti. Kitabın ismi kesinlikle ‘Karga ile Ayı’ değildi. Ayı ile bitiyordu fakat karganın yerine kırlangıç olabilirdi. Ya da keklik… Kesinlikle bu kitapta kendisinin ve değerliydi ama… O kitap başkaydı. Evet evet başkaydı. Hafızasına her zaman güvenemezdi ya! Altmış sene öncesiydi. Salih Bey, Macit Bey düşünürken onu dürtüyor, “Hadi hadi,” diye zorluyordu teklifi arttırması için. Macit Bey hiç oralı olmadı, el de kaldırmadı. “Yapamam Salih o kadar param yok,” diyebildi. Beklenen an gelmişti. Sabırsızlanan mezatçı, “Satıyorum…. Sat-tım,” dedi. “Ulan Macitttt,” diye inledi Salih Bey. Derin bir sessizlik oldu. Herkes diğer adama, diğer adamsa Salih Bey’e döndü. Salih Bey’in kalbi hızla çarpmaya başladı. Eliyle önündeki sandalyenin sırtına dayandı. Terler alnında birikti. Gözleri karardı. Öne doğru yığılıp kısa süreli baygınlık geçirdi.
Onurcan Irmak
Comments