top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Reşide Değirmi- Kızıl Çiller ve Boncuklar

Hava kararmak üzereydi. Çakmağını, sigara paketini yokladı. İkisi de cebindeydi. Çatıya çıktı. Dağın yamacına yaslanmış kasabayı izledi. Sis her yeri sarmıştı yine. Evler, birer gözetleme kulesi gibi yükseliyordu sisin içinde. İnce bir duman tütüyordu bacalarından. Uzaktan ağaçların siluetleri görünüyordu. Bazı günler sis öyle bir yoğunlaşırdı ki ne evler ne bacalar ne de ağaçlar görünürdü. Üstüne bir de akşam karanlığı çöktü mü hepten kaybolurdu kasaba. Yaşar, o gibi günlerde çatıdaki bacaya yaslanıp oturur, sigarasını yakar; arabaların, insanların, köpeklerin seslerini dinlerdi. Bazen bu seslere kurt ulumaları da eklenirdi.

Tamirci çırağıydı Yaşar. Babası daha o çocukken vermişti ustasının yanına. Eli ekmek tutsun, demişti. Yaşar hem ustasına hem de işine çabuk alıştı. Araba motorunun parçalarını daha haftası dolmadan öğrendi. Tamirciliği kapması da bir ayını almadı. Sabah erkenden dükkânı açar, ortalığı toplar, aletleri hazırlar ustası gelene kadar da çayı hazır ederdi. Müşterinin ne zaman geleceği belli olmazdı, o yüzden sabahın erken saatlerinden gecenin geç vakitlerine kadar açık olurdu dükkân. Yaşar, müşterinin olmadığı zamanlarda tek katlı dükkânın çatısına çıkar, bir yandan sigarasını içer bir yandan da kasabayı izlerdi. Bazen sigarasını daha yeni yakmışken ustası çağırırdı. Sigaranın ucundaki közü atar, arta kalanını cebine koyup müşteriye koşardı.

İki dal sigarası kalmıştı paketinde, içinden birini alıp yaktı. İlk dumanıyla kasabanın sisini çekti içine. Dumanı ciğerinde dolandırıp halka halka çıkardı ağzından. İkinci dumanıyla da Zeynep’i - onun saçlarını, çillerini, dudaklarını- çekti. Bu defa dumanı hemen salmadı, içinde tuttu. Bir süre sonra mavi, ince bir tül gibi çıkıverdi burnundan. Dün gece gördüğü rüyayı hatırladı. Zeynep, kara bir çarşafla duruyordu banyonun ortasında. Buharın içinde zar zor görünüyordu. Ama yüzü, üzerine bir fener tutulmuş gibi aydınlıktı. Yaşar’ı görünce ağlamaya başladı. Gözyaşları yerine yüzündeki çiller düşüyordu. Çilleri düştükçe Zeynep  eriyordu. Yüzünde hiç çil kalmayınca Zeynep de banyo giderinden akıp gitti. Kara çarşafı sönmüş bir balon gibi yığıldı Yaşar’ın önüne. Yaşar ter içinde uyandı. Hayırlara yordu ama rüya göğsünün üstüne öküz gibi oturdu. Zeynep’in evinin bulunduğu sokağa baktı. Evlerinin bacaları görünüyordu sadece. Eli cebindeki metal kalbe gitti. Bir avuç boncuğun içinde kalbi bulup okşadı parmaklarıyla. Uzun süredir görmüyordu Zeynep’i. Özlemişti onu.

Yaşar ne zaman Zeynep’le karşılaşsa heyecandan nereye saklanacağını şaşırırdı. Utancından başını kaldırıp yüzüne bile bakamazdı kızın. Öylece durup yanından geçip gitmesini beklerdi. Onun bu haline bir anlam veremezdi Zeynep, o gidip Yaşar’la konuşur, halini hatırını sorardı. Ne de olsa hem okuldan hem de mahalleden arkadaşıydı. Yaşar, kızın önünde rezil olmamak için kısa tutardı cevaplarını. Çoğunlukla tek kelimelik cevaplar verirdi. Bir şekilde diline hakim olmayı başarırdı da eline hakim olmayı başaramazdı bir türlü. Zeynep’i gördüğünde telaşlanıp nerede duracağını şaşırırdı elleri. Yaşar’ın önünde, arkasında, kafasında, ensesinde gezinip dururdu. En sonunda elini cebine koymayı akıl ederdi de rezil olmaktan kurtulurdu Yaşar. Zeynep’e olan aşkını bir tek Osman bilirdi. Git konuş kızla yoksa sonra pişman olursun, derdi. Yaşar, tamam, anlamında kafasını sallardı ama bir türlü cesaret edip, gidip Zeynep’le konuşamazdı.

Bir gün malzeme almak için şehre gitti. Çarşıda dolaşırken bir mağazanın vitrininde bir kolye gördü. Boncuklar kızıl kehribardan yapılmıştı, kolyenin tam ortasında da metal bir kalp vardı. Zeynep’in boynuna yakışır deyip cebindeki tüm parayı kolyeye verdi. Fırsat bulunca vereceğim dediği kolye üç aydan fazla cebinde kaldı. Zeynep’i ne zaman özlese eli cebine gider, metal kalbi alıp okşar, boncuklarını da parmaklarının arasından bir tesbih gibi çekerdi. Böyle yapa yapa kolyenin ipini kopardı geçenlerde. Birbirinden ayrılan kolyeye yeni bir ip takarım diye cebinde taşımaya devam etti.

Yaşar işten çıkar çıkmaz eve giderdi. Üstüne sinmiş motor yağı, mazot kokusu ancak bol köpüklü bir banyoyla temizlenirdi. Annesi çağırmadığı sürece de çıkmazdı banyodan. Fayansların üstünde şekilden şekle giren desenleri izlerdi. Onu farklı âlemlere götürürdü bu desenler. Banyonun içi buharla doldu mu onlar da canlanmaya başalardı. Bazen vahşi atlar gibi banyonun içinde oradan oraya koşturur, bazen kızgın birer göz olup dik dik Yaşar’a bakar, bazen de kurt sürüsü gibi su damlacıklarıyla fayanslardan aşağıya inerlerdi. Annesi onu çağırınca her şey eski haline dönerdi.      

Yemekten sonra çekilirdi odasına. Yatağına uzanıp telefonda Zeynep’in fotoğrafına bakardı. Zeynep telefondan çıkar, gelip uzanırdı yanına. Kızıl saçları dağılırdı yastığının üstüne. Kızıl çilleri bir fener gibi yanıp sönerdi. Kollarını dolardı Yaşar’ın boynuna. Yaşar onunla konuşmaya başlayınca susması için parmaklarını dudaklarına götürürdü. Bir şşşıt sesi yankılanırdı odada. Yaşar yorganı kafasının üstüne çeker Zeynep’e sarılırdı. Zeynep’in, bedeni bir ateş gibi dolanırdı vücuduna. Sabah olunca ne Zeynep kalırdı ne saçları ne de çilleri. Birkaç çilini bıraksaydı bari, diye iç geçirirdi.

Bacaya yaslanıp oturdu. İkinci sigarasını yaktı. Bu defa motor yağını, mazot kokusunu çekti içine. Merdivenden gıcırtı geliyordu. Biri çıkıyordu yukarıya. Osman’dı. Sisin içinde silueti görünüyordu sadece. İri koca gövdesiyle gelip Yaşar’ın yanına oturdu. Bir sigara yaktı o da.

“Verdin mi kolyeyi Zeynep’e” diye sordu.

“Veremedim henüz, ipi de koptu zaten. İpini geçirdikten sonra vereceğim.”

“E onca zaman, o cebe hangi ip dayanır.” dedi. İkisi de sustu. Köpek havlamaları geliyordu uzaktan. Araba sesleri. Bir süre sonra Yaşar’ın sigarası bitti. Osman’ınki yanıyordu hâlâ. Elini Yaşar’ın dizine koyup, “Önce benden duy kardeş. Dün Zeynep’i İsmail’e nişanlamışlar.”  dedi iç çekerek.

Yaşar önce Osman’ın ne dediğini anlamadı, sonra bir hızla ayağa kalktı, sonra çömeldi, sonra yine ayağa kalktı. Elleri bir ensesinde, bir belinde, bir başında gezinip durdu. Cebine koydu ellerini. Boncuklar ve metal kalp oradaydı. Avucunun içine aldı hepsini. Boncukları sıktıkça sıktı. Yüreğini sıkıyordu sanki. O esnada ustası çağırdı onu aşağıdan. Telaştan elini cebinden çıkardı, boncukların bir kısmı döküldü, bir kısmı da elinde kaldı. Sıkmaktan boncuklar eline yapışmıştı. Hepsini avucunun içinde toplayıp öfkeyle fırlattı. Çatının üstüne savruldu boncuklar. Hızla aşağıya doğru yuvarlandılar. Yola düştüler. Önceden anlaşmış gibi hiç yönlerini şaşırmadan mazgalların içine indiler. Uzaktan kurt ulumaları geliyordu. Aşağıdan ustasının sesi. Yaşar’ın gözü metal kalbe takıldı. Çatının ucunda duruyordu. Ha düştü ha düşecekti. İnce bir yel yeterdi.  Sise ve karanlığa rağmen üzerine fener tutulmuş gibi parlıyordu. Yaşar’ın gözlerinin içine içine bakıyordu.


Reşide Değirmi

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page