Auguste ve Louis kardeşlerin “Şimendiferin Gara Varışı” adlı filmi Paris’in gözde kahvehanelerinden birinde sanatseverlerle, belki de kahve ve dedikodu severler demek daha isabetli olacak, buluşturmasıyla başlattığı sinema çağı henüz birinci yılını doldurmadan bu işte para olduğuna uyananlardan biri de Cermen Sigmund’du. Bu adam Galata’da batakhaneden bozma bir birahanede, açılalı henüz birkaç ay olmuş haliç rıhtımında yük taşımaktan Gümüşhane pestiline dönüp çareyi kazandıkları paranın son kuruşuna kadar içki içmekte bulan, gözünün feri kaçmış adamlara Osmanlı diyarındaki ilk gösterimi yapmıştı. Her ne kadar açılış o gün böyle bir gelişmeyi takdir edecek akli ve entelektüel olgunluğa ulaşmamış bir kitle ile yapılmış olsa da sokağa çıkan ecnebi kadınlarının çoraplarının neresinden kaçtığının dahi bir saat içinde tüm şehre yayıldığı ve yol boyunca bazı beylerin pala bıyıklarını burarak bu hanımların geçişini beklediği Dersaadet’te sinematograf denen gösterişli aletin hünerlerinin yayılması pek az zaman aldı. Sigmund’un gösterimin üzerinden beş sene geçmeden her keseye hitap eden altı sinema salonu hizmet verir vaziyete gelmişti. Ermeni Artin’in milletinin her daim hamisi olmuş Frenklerin ruhi derinliğine yakışır şekilde yalnızca Lumiere kardeşlerin filmlerini gösterdiği Artin Kahvehanesi bunlardan en eliti olarak öne çıkıyordu. Bu mekân yalnızca Frenklerin ve Frenk lisanını anlayan Müslüman tebaanın tercihiydi. O dönem değil Frenk lisanı, ana dilini okuyup yazmaktan bile aciz binlere ev sahipliği yapan Dersaadet’te bu nevi insanların sayısının birkaç yüzü geçmediği unutulmaması gereken bir hakikattir. Sigmund’un suyun başını erken tutmaktan gelen parayla işi büyütüp Galata’daki birahaneyi satın almasıyla tam teşekküllü bir salon haline gelen Bavyera Sineması da yine ecnebi takımının tercih ettiği bir mekândı. Ara ara biraya su kattığı yönünde iddiaların bir gün sarhoş kafayla helaya gideyim derken mutfağa dalan bir müşterinin kendisini iş üstünde yakalamasıyla gerçek olduğunun anlaşılması hasebiyle kendisini müdafaa etmek durumunda kalan yaşlı Alman’ın yakasına yapışıp paralarını geri isteyen müşterilere yaptığı, “Ben sanatın hazzına ayık kafa ile varın diye içkiye su katarım,” müdafaası bugün hâlâ hatırlardadır. Kalan dört sinema salonu İstanbul’un çeşitli yerlerinde kurulmuş olup tamamını Türkler işletmekteydi. Ancak sinematografın bakımı, tamiri, bobinin değiştirilmesi, makinenin yağlanması gibi teknik işlerin tamamının neredeyse Diyar-ı Rum’daki diğer tüm teknik işlerde olduğu gibi yine ecnebilerce gerçekleştirildiğini belirtmekte fayda var. Türklerin işlettiği bu dört mekânın üçü ara ara Lumiere’in ara ara Frox’ın filmlerini gösteredursun, bir tanesi verdiği hizmete olan talebin çokluğundan mı sunduğu hizmete biçtiği pahadan mı bilinmez, çok daha iyi para yapmaktaydı. Burası “Saklı Düşler Sineması”ydı.
Saklı Düşler Sineması, Babıali yokuşundan iki sokak içeride, Fransız Mimar Coligny tarafından altı sene önce inşa edilen Leviere Apartmanı’nın giriş katındaki iki dükkânda hizmet vermekteydi. Bordo renkli duvarlarında insanın içinde bir takım hoş duygular uyandıran ecnebi kadınların olmadık pozlarının sergilendiği tablolar asılı bu mekân yalnızca loş lambader ışığıyla aydınlatılan bir gece sinemasıydı. Avrupa’daki pek çok şehrin aksine o vakitler yatsı namazından önce el ayak çekilen Dersaadet’te gece hizmet veren bir müessesenin açılması dahi devrim niteliğindeyken, duvarlarında anadan üryan kadınların boy boy sergilendiği, sinematografında bir takım erotik sahnelerin ardı sıra gösterildiği bu gibi bir yerin nasıl açık tutulduğu bugün dahi merak konusudur. Bununla beraber alelade vatandaşların kabul edilmeyip yalnızca bir başka izleyicinin daveti ile gösterime girilebilen bu mekânın devamlı müşterileri arasında birtakım Beyler, Paşalar, Zabit Kumandanları, eski tabirle Kalemiye ve İlmiye sınıfının önde gelen üyeleri ve hatta Vezir Osman Paşa’ya benzeyen bir zatın dahi bulunduğu göz önünde bulundurulduğunda vakıa kulağa o kadar da şaşırtıcı gelmemektedir.
Akşam saat onda ilk gösterime başlayıp yarım saatte bir gürültüyle çalışan sinematograf üzerindeki film bobinin değiştirildiği Saklı Düşler Sineması’nın girişinde misafirleri teker teker karşılayıp ellerini sıktıktan sonra yerlerine buyur eden, adamlar giderken katiyen ellerine dokunmazdı, Wilhelm bıyıklı, otuzlu yaşlarının başındaki uzun boylu zat aynı zamanda mekânın sahibi de olan İsmail Fehmi Bey’den başkası değildi. Prusya’daki felsefe tahsilini afyonun ve alkolün gırla gittiği birtakım batakhaneleri keşfetmesi sebebiyle birkaç sene uzatan bu zat okula acil ibareli bir mektup gönderildiğini müdür muavininden öğrenmiş, beybabasının iflas ettiği ve başına dayadığı revolverin tetiğini çekerek kendisini doğururken hakkın rahmetine kavuşan annesiyle aralarındaki hasrete son verdiği bilgisini içeren mektubu okuyunca kalan parasıyla ecnebi memleketindeki yaşamını sürdürmenin mümkün olmadığını görüp vatanına dönmeye karar vermişti. Yanlış hesap yapıldığını, borçların ödenmesine müteakip geriye Bab-ı Ali’ye yakın iki dükkânın kaldığını gören adam bir süre daha babası için üzüldükten sonra hüznün bu kadarının kâfi olduğuna kanaat getirmeye başlamış olacak ki hızla çalışma yaşamına atıldı. Gündüzleri lisan dersi verip akşamları bu derslerden kazandığını harcayarak geçirirken bir gün sarhoş kafayla yolu karıştırmış, kendisini Galata’da buluvermişti. Akşamın o saatinde ayık olmak adeti olmadığından en yakındaki birahaneye dalan İsmail Fehmi kocaman, mazotla çalışan bir makinenin ucundan duvara yansıyan birtakım şekilleri görünce ilk etapta delirdiğine kanaat getirmiş, ancak herkesin gayet tabii bir şey izler gibi biralarını yudumlayıp duvara yansıyan görüntüye baktığını görünce aklının hâlâ yerinde olduğuna kanaat getirmişti. O akşamı Sigmund’un seçkisini izleyerek geçiren genç adam eve dönünce sabaha kadar uyuyamadı. Ertesi gün ders vereceği beylere birer pusula gönderip hasta olduğunu üzüntüyle bildirdikten sonra Mühendishane ’de hocalık eden lise arkadaşı İhsan’ı bulup gördüklerini heyecanla anlattı. Haftada bir gösterime gitmeyi alışkanlık haline getirmiş İhsan sinematograf hakkında bildiği tüm malumatı tanıştıkları günden beri bu kadar hayat dolu görmediği arkadaşına verdikten çok değil bir ay sonra Fransa’dan getirtilen makine eşliğinde ilk gösterimine başlayan İsmail Fehmi’nin Sinema Evi’nin, Saklı Düşler Sineması adını alması ise yalnızca üç ay sürmüştü.
İsmail Fehmi her akşam yaptığı gibi gösterime on beş dakika kala dükkânın kapısını açtı. Abel’in kurduğu makine çalışmak için yalnızca butona basılmasını bekliyordu. Sinematograf fazla ısınmasın diye arda ardına gösterim yapmayan İsmail Fehmi, Dersaadet’in önde gelen beylerini bu zevkten mahrum etmemek adına aldığı ikinci makinenin bobinini sarmakla uğraşan Abel’in bulunduğu dükkânın kapısını ilk gösterimin yarısına kadar kapalı tutardı. Diğer salonların aksine deri koltuklara ve koltuklar arasında geniş aralıklara sahip Fehmi’nin sinemasında bir seferde yedi kişi seyrin zevkine varabildiğinden gösterimler pek kalabalık geçmezdi. Her zamanki misafirlerden Hayri Bey’in, ki kendisi büyük bir saat dükkânının sahibiydi, tombul yüzünde yokuş tırmanmaktan mütevellit biriken terlerle kapıda görünmesi uzun sürmedi.
“İyi geceler Azizim!” dedi elini genç adama uzatırken.
“İyi geceler Efendim!” diye yanıtladı misafirinkine nazaran çok daha az et muhteva eden elini adama uzatan İsmail Fehmi. Misafirle salona yönelip tombul adamın zorlanarak da olsa her zamanki koltuğuna kurulmasını izledikten sonra yerine döndü. Tam o sırada Girit Ayaklanmasında gözlerinden birini kaybetmiş Miralay Şefik Bey iki göğsü de her çeşit madalyayla dolup taşan üniforması üzerinde içeri adım attı. Hemen berisinde de bir diğer asker, Bahriye Kumandanı Bayram Efendi vardı.
“Hoş geldiniz Kumandanım!” dedi Şefik sol topuğunu sağına vurup ellerini yanlarına yapıştırarak. Umumhane kapısında dahi bir kumandan edası ile karşılanmayı bekleyen pek çok subay gibi bu nevi karşılamalardan her daim hoşnut olan Şefik Bey,
“Hoş bulduk Fehmi Efendi!” dedi içtimalardakini aratmayan sesiyle.
“Evet, hoş bulduk.” Bayram Efendi ordu subaylarının aksine bu çeşit gösterileri sevmeyen diğer tüm bahriyeliler gibi çabucak içeri geçmenin derdindeydi. İkiliye koridoru işaret eden İsmail Fehmi o aralar askerler arasında popüler olan losyonlarının kokusu ciğerlerini, ahşapla buluşan çizmenin çıkardığı sesler kulaklarını doldururken adamları takip etti. Kapı ağzındaki yerine döndüğünde gösteriye on dakika kalmasına rağmen diğer dört misafirin, ki bunlar tütün rejisinden Şamil Bey ve Hasan Beyler, Harbiye’den yeni mezun Topçu Teğmeni Cemil Bey ve Tersane Mühendisi Atıf Beylerdi, neden gelmediğini düşünürken yokuşun başında karşılaşmış dört adam gürültülü bir şekilde giriş yaptılar apartmana. Az sonra herkes yerlerine oturmuş, adet edindikleri üzere kimine viski kimine rakı servisi yapılmıştı. Temizlikçilik, garsonluk ve bekçilik görevini tek başına sırtlanan Zeyrekli Necip çekilince misafirler ve İsmail Fehmi baş başa kaldılar. Zayıflığına karşın yüzünün her iki yanında adeta birer elma büyüklüğünde göze çarpan yanaklarının arasındaki küçük ağzını açıp;
“Bugün sizler için Roma’dan beş film getirttim Efendiler!” dedi genç müteşebbis. Sözlerinin berikilerin yüzündeki tesirini görmek için adamlardan yana baktıysa da kendisine bakan on üç gözde bir yaşam belirtisi yoktu. “Dersaadet’te yalnızca bizim sinemamızda bulunmakta olan bu filmleri kıymetli değerlendirmelerinize sunarım!” Üryan kadınları görmek için gecenin bu vakti sıcak yataklarını bırakıp Bab-ı Ali’nin yolunu tutan adamlar İsmail Fehmi ortadan çekilince içlerinden derin birer oh çektiler. Fehmi odayı terk etmeden salonun en arkasında duran sinematografın düğmesine bastı. Koca makinenin hemen yanında üzerinde plakla hazır bekleyen gramofonu da çalıştırdı. Genç Prens ve Prenses parçası az sonra gözlerin varacağı hazzı taçlandırma amacıyla usul usul çalmaya başlarken odayı terk etti.
Önündeki Servet-i Fünun’da kayıtsızca göz gezdiren İsmail Fehmi kolunu kaldırıp ince bileğindeki deri kordonlu saate baktı. Film başlayalı neredeyse on beş dakika olmuştu. Karşısında dikilmiş, duvara dayadığı başı ve kapalı gözleriyle uyuyor görünümü veren Zeyrekli’ye ses etmeden diğer salona geçti. Abel tüm ışıkları yakmış, makineyi çalışır duruma getirmişti. Aynı ekip film bitince bu tarafa geçeceğinden kimseyi karşılamak zorunda olmadığına sevindi. İki dükkânın arasındaki koridora çıktı. Elini cebine atıp sigara tablasını çıkardı. Sabahtan sardığı tütünden bir tane yaktı. Dumanı zevkle içine çekiyordu ki delicesine bir haykırış gösterimin yapıldığı salondan çıkıp tüm Babıali’yi inletti. Peşi sıra gelen ve bir takım eşyaya zarar verildiğine delalet eden sesler ilk şoku atlatmakta zorlanan genç adamı kendine getirdi.
“Bu ne demek ulan! Ne demek?”
Adamlardan birinin bir diğerine sataşması sebebiyle kavga çıktığını düşünen Fehmi; içeri gidip gitmemekte kararsız korkulu gözlerle kapı eşiğine bakan Zeyrekli’yi itip hızla koridoru geçti. Salona girdiğinde Miralay Şefik’i ayakta, adamın önündeki sehpayı devrilmiş vaziyette buldu. Diğer adamlar korkulu gözlerle ona bakarken adeta alev saçan bakışlarıyla duvardaki görüntüyü izlemeyi sürdüren Kumandan, İsmail Fehmi’yi eşikte görünce elini beline atıp beylik tabancasını tek hamlede sinemacıya doğrulttu. Ellili yaşların başındaki bu Gazi’nin zaman zaman asabi haller takınmasına alışık olan Fehmi adamın filmi izlerken sertleşememekten mütevellit yaşadığı bir bunalım sebebiyle üzüntüsünü öfkeyle göstermeye çalışan pek çok erkek gibi böyle bir girişimde bulunduğu dışında bir açıklama getiremedi duruma. “Bu Freud denen muharriri okumaz olaydım, her şeyi iktidarsızlığa bağlar oldum!” dedi içinden. Bu arada ilk anın şokunu atlatan Bahriyeli Bayram Efendi arkadaşının eline yapışıp silahı indirmesini sağlamıştı. Öfkeden titremeye başlayan miralayı yerine oturmaya zorlayan Bayram Bey, korkulu gözlerle olanları izleyen misafirler ve tüm bunlar olurken bu loş odada duvara yansımaya devam eden erotik sahneler… Fehmi bir an için başını duvara çevirdiğinde film başlarken başında maske bulunan kadının, o dönem bu nevi filmler çeviren kadınlar ve adamlar sık sık bu tarz maskeler takarlardı, maskesiz olduğunu gördü. Çıplak vaziyette dans eden hatunun göğüslerine kayan bakışlarını Şefik Bey’e çevirince adamı öfkeyle ekrandaki kadını izlerken buldu. Olanlara hâlâ bir anlam veremiyordu.
“Misafirler bu gecelik evlerine erken dönsünler,” dedi Bayram Efendi, İsmail Fehmi’yi bir karar vermenin güçlüğünden kurtararak. Öbürküler bu lafı ikiletmeden iyi akşamlar dileyip hızla dışarı çıktılar. Saklı Düşler Sineması’nın sahibi, Necip’e seslendi. Cebindeki anahtarı genç adama verip karşıki dükkânın kapısını kilitledikten sonra kapı önündeki sigarasını tüttüren Abel’le beraber evlerine gitmelerini söyledi. Sonra da hızla sinematografa yönelip makineyi durdurdu.
Tereddüt içinde birkaç saniye bekledikten sonra, “Kusurumun ne olduğunu öğrenebilir miyim Kumandanım?” dedi bir çırpıda. Cesaretini toplayıp bunu söyleyebilmişti ama sesi titriyordu. Adamların arkasında durmayı önlerine geçmekten daha güvenli bulmuştu. Ne de olsa Şefik Bey tekrar bir sinir buhranı geçirirse ayağa kalkıp geriye dönene kadar Bayram Efendi onu durdururdu. Bu sırada Bahriye Kumandanı, arkadaşının kulağına bir şeyler fısıldadı. Şefik Bey itiraz etti. Sonunda Bahriyelinin ısrarı galip gelmiş olacak ki, “Şimdi anlayacağız,” dedi fısıldamadan.
“Bu tarafa gelmenizi rica ediyorum,” dedi Bayram Efendi korkulu gözlerle onlardan yana bakan Fehmi’ye. Fehmi çekinerek de olsa adamların karşısına geçip durdu. Bahriyeli az önce Hayri Bey’in oturduğu koltuğu işaret edince oraya geçip oturdu.
“Filmlerinizi kimden temin ediyorsunuz?”
Bu soruyla nereye varmak istendiğini anlamayan Fehmi, Bahriye Kumandanına bir süre boş gözlerle baktıktan sonra hepsini yurtdışından getirttiğini söyledi.
“İkimizde bunun palavra olduğunu biliyoruz Fehmi Bey. Şimdi bir kez daha soruyorum. Kimden temin ediyorsunuz filmleri?”
İşin aslı İsmail Fehmi ilk günlerde bu filmleri yurtdışından getirtirse de Selanik’te bir Arnavut’un bu nevi kayıtlar yapabilen bir makinesi olduğunu duyunca adamın yanına varmış ve kendisi için filmler çekmesini teklif etmişti. Bir zaman sonra yedinci sanat olarak anılacak bu mecradan para kazanmanın kısa yolunu bulan adam bu teklifi kabul etmiş, başta umumhanelerdekiler olmak üzere paraya muhtaç kadınlardan ikna edebildiklerini ve heyecan arayan birtakım asil hanımefendileri filme alarak Dersaadet’e yollamaya başlamıştı. Fehmi Bey bunu adamlardan saklamanın şu noktada faydadan çok zarar getireceğine kanaat getirerek gerçeği anlattı.
Az önceki öfkesinin yerini yüzünde yenik düşmüş adamlara özgü üzüntü ve omuzlarında gözle görülür bir çöküntünün aldığı Şefik Bey, “Emin misiniz? Selanik dışında bir yerden film gelmez mi size?” diye sordu arkadaşının bir şey demesini beklemeden. Öfke buhranından beri ilk kez kendisiyle konuşan miralaya söyleyeceği yanlış bir sözün belki de canına mâl olacağını düşünen genç adam sustu. Neden sonra Bayram Efendi’nin cevap vermesini işaret etmesiyle,
“Hayır Kumandanım. Yalnızca Selanik,” dedi. Sesi hâlâ titriyordu. Şefik Bey hızla yerinden kalkıp kendisine yönelince Allah nidasıyla koltuğun berisine yuvarlanan İsmail Fehmi, adamın önündeki viski bardağını alıp bir dikişte içtiğini görünce korkusunun yersiz olduğunu anladı. Viskiyi bitiren tek gözlü asker sinematografa yönelip bobini sertçe çekti. Aleti tutan mekanizma bu zorlamaya dayanamayıp kırıldı. Ardından bobini yanına alan kumandan hızla koridoru geçip dışarı çıktı. Bayram Efendi iyi geceler dileyip arkadaşının ardına takıldı.
Olanlara bir anlam veremeyen genç müteşebbis ellerinin titremesinin geçmesi umuduyla mutfağa yönelip bardaklardan birine votka doldurdu. Bardaktaki içkiyi hızla içtikten sonra şişeyi yanına alıp dışarı çıktı. Saklı Düşler Sineması’nın bir süre kapalı kalmasına karar vermişti.
Selanik’te çıkan Asır Gazetesi, gece yaşanan olaydan sonraki perşembe günü ilk sayfadan iki cinayet haberini veriyordu:
“Görev icabı Dersaadet’te bulunan kumandan, Selanik’te ikamet eden karısını ve Luimere kardeşler misali sinema filmleri çeken Ferid adlı Arnavut’u katletti. Sinemacı ve kumandan karısının yıllardır yasak aşk yaşadığı iddia ediliyor.”
Saim Serhat Arslan
Comments