“25 Nisan 1993
Balkan Yayınları
Cağaloğlu
İstanbul - Türkiye
Sayın Tayfun Yılmaz,
Sözlerime güneşli güzel bir gün dileyerek başlamak isterim. Zira güneşli ve güzel günlerin kıymetinin hiç farkına varamamışım. Bu günlük elinize geçtiğinde, muhtemelen hayatta olmayacağım. Yurdumda katliam, bağımsızlığımızı ilan ettikten sonra başladı. Nazlı şehrimizi bir dantel gibi çevreleyen dağlarımızın bizi öldürmek isteyenlere korunak olacağını hiç tahmin etmezdik. Şehrin, yüksek noktalarına yerleşen keskin nişancılarla, yarının ne kadar süreceğini bilmeden yaşamaya başladık. Bu süre kimimiz için üç - dört saat, kimimiz için üç ay oluyor ama yarın er geç geliyordu.
Amacım neler yaşadığımızı bizden sonraki nesillere aktarmak ve böylesi bir etnik temizliğin bir daha yaşanmasını engellemek. Bu küçük günlük yetmez biliyorum ama insanlığa bir nebze katkım olursa ne mutlu bana.
Sizden ricam günlüğümü Türkçeye aktarıp yayımlamanız. Belki sonra anadilimde de yayımlanır. Kim bilir?
Şimdiden teşekkür eder, saygılarımı sunarım.
Ahmet Kovačević”
“Alo Ayça, Boşnakça çevirmenimiz var mıydı?”
“Müsait mi sormam gerek.”
“Tamam rica etsem, Boşnakça bir metni, savaş sırasında yazılmış bir günlüğü ne kadar sürede çevirebileceğini sorar mısın?”
Tayfun, Ayça ile konuştuktan sonra, çıktı aldığı sayfalara hızlıca göz atarken, Boşnakça anladığımı nereden biliyordu acaba, diye düşünmeden edemedi. Kendisi çevirmek isterdi ama bayağı uzun bir eserdi ve hiç vakti yoktu. İlgisini çeken maddeleri ağır ağır okudu:
“*25 Ağustos 1992 - Çetnik ateşi sonucu Bosna’nın hatta bütün Yugoslavya’nın hafızası sayılan kütüphane tahrip edildi. Aslında kütüphane değil “kayıthane” idi. Üç gün üç gece yandı, sonunda kül oldu. Uzun uğraşlar sonucu orada işe başlamıştım. O sessiz mabet sığınağım olmuştu. Yeniden iş bulmam çok zor. Ne yapacağım?
*5 Ekim 1992 - Haftaya aydınlık, güneşli bir Pazartesi ile başlamıştık. Ama kötü bir haberle son buldu. Komşumuz Ena Mihaliović, fırından ekmek alırken vurulmuş. Çok tatlı bir kadındı. Öldüğüne inanamıyorum. Şehir içinde, bir yerden bir yere giderken keskin nişancılara hedef olmamak için hızlı koşun ve renkli giyinmeyin diyorlar.
*31 Aralık 1992 - Penceremden, elimde kahve, yeni yağmış karı, tertemiz kokusunu içime çekerek seyrediyordum. Mahallenin çocukları taze kar coşkusuyla sokağa çıkmış, birkaç saatliğine de olsa savaşı unutmuşa benziyorlardı. Kimisi kardan adam yapıyor, kimisi kızak kayıyordu. Sırtımda yumuşacık battaniyemle onları izlerken ben de aynı hisse kapıldım. Savaş bitmiş de sanki çocukluğuma dönmüştüm. Bir anda karşımızdaki yüksek binadan üç el silah sesi geldi. Bembeyaz kar kırmızıya boyandı. Sonrası hep aynı, bağırış çağırış sesleri, evlerden fırlayan anneler. Ağlayan çocuklar. Ölen çocuklar.
*2 Ocak 1993 - Yeni yıla girdik. Büyük aile yemekleri yenmeden, içkiler içilmeden, şarkılar söylenmeden geçen hayatımın en sessiz kutlamasıydı. Tam bir kuşatma altındayız. Gıdaya, temiz suya ulaşmak neredeyse imkânsız. Elektrik yok, karanlıkta yaşıyor, karnımızı doyurursak şükrediyoruz. Annem komşudan tavuk almış. Onu fırında kızarttı. Yemekte, Butmir ile Dobrinja arasında bir tünel kazılacağından bahsettik. Havaalanına yakın olduğundan, şehre yapılacak yardımların oradan daha kolay sağlanacağını ve yaralıları yurtdışındaki hastanelere yetiştirmenin kolay olacağını düşünüyorlarmış. Tüneli madenciler kazacakmış, Aliya hemen başlayın demiş.
*1 Şubat 1993 - İş aramaya devam ediyorum. Oslobodjenje Gazetesi redaksiyon için eleman arıyormuş. Yarın görüşmeye gideceğim. Kütüphaneden tanıdığım biri referans olacak.
*5 Şubat 1993 - Gazeteden aradılar. Almanca bilmediğim için yanıt olumsuzmuş.
*10 Şubat 1993 - Dün su sırasında bekleyen beş kişiyi keskin nişancılar öldürdü. Mimar Sinana Bulvarı’nda olmuş. Bizim ev, bulvarın iki sokak ötesinde. Hâlbuki duvarda Pazi Snajper ikazı da vardı.
*15 Şubat 1993 - Bu yaşamak mı bilmiyorum? Çocukken birine kızdığımızda ölümlerden ölüm beğen, diye tehditler savururduk. Yaşadığımız tam da bu, ya açlıktan ya susuzluktan öleceğiz ya da kısa ve hızlı bir ölüm istiyorsak, keskin nişancının isabet ettirdiği bir kurşunla. Kendimi öldürmek aklımdan geçmiyor değil. Ama sonra vazgeçiyorum. Her şeye rağmen yaşamak güzel. Elbet iş bulup, gazetecilik yapacağım. Bahar yeniden gelecek, ailemle sofrayı balkona kurup rakija içeceğiz. Arkada radyo sevdalinkalar çalacak. Ruhuma eşlik edecek bir kıza âşık olacağım. Güzel bir hayatım olacak.
*1 Mart 1993 - Saraybosna Senfoni Orkestrası her hafta konserlerine ara vermeden devam ediyor. Babam hiçbir provayı, konseri kaçırmadı. Viyolonsel ile koşmak zor olsa da her gün başka yoldan giderek, bugüne dek vurulmadan geldi.
*7 Mart 1993 - Üniversiteden arkadaşım Latif ölmüş. Geçen gün Behiç’e rastladım, o söyledi. Evlerine fosfor bombası isabet etmiş. Ben ne zaman öleceğim acaba? Benim yarınım ne kadar sürecek? Canım çok yanar mı? Kurşun isabet edince yoğun bir yanma hissi olurmuş. Sonra baygınlık… Yoksa yaşayacak mıyım?
*10 Mart 1993 - Bugün annem eve dönerken tam yanında bir kadın vurulmuş. O kıl payı kurtulmuş. Olayı bize anlatırken gayet sakindi. İfadesiz anlatıverdi olanları. Ölümleri kanıksar olduk. Belki de bu hayattan çekilip alınmak kurtuluştu onun için.
*1 Nisan 1993 - Mimar Sinana Bulvarı’ndaki keskin nişancıyı bir türlü indiremediler. Herif, her defasında başka evden ateş ediyor. Ama hep aynı hatta.
*25 Nisan 1993 - Keskin nişancının uzun süredir sesi çıkmıyor. Muhtemelen insanların rehavete kapılıp rahat hareket etmelerini istiyor. Böyle devam edemeyeceğim. İlk kurbanı ben olsam. Belirsizlik içinde yaşamak çok zor.
*2 Mayıs 1993 - Bugün ölmek için harika bir gün, güneşli mavi beyaz bir gün. En temiz kıyafetlerimi giydim. Önce postaneye uğrayıp günlüğümü İstanbul’a postalayacağım sonra fırından ekmek almaya gideceğim. Keskin nişancı tekrar başladı eylemlerine. Bugün beni vuracağına eminim.
Günlük burada bitmiş. Google’da ismini aratayım bakalım: “Ahmet Kovačević, Saraybosna Savaşı sırasında bir keskin nişancının kurşunuyla hayatını kaybetti. D. 12 Mart 1968- Ö. 2 Mayıs 1993.”
Comentarios