"Aşti otogarı mı?"
"Evet," dedi yapılı adam.
"Koltuk numaranız?"
"43."
Elinde tuttuğu rulodan, iki tane bilgilendirme kâğıdı yırttı. Her birine, sadece kendisinin anlayabileceği çirkinlikte 43 yazdı ve birini yapılı adamın eline tutuşturdu, diğerini de yapılı adamdan aldığı bavulun kulpuna yapıştırdı.
Kan ter içinde kalmıştı ama bitirmişti işte, tüm bavulları bagaja yerleştirmişti. Eylül ayının sonlarına yaklaştıkça, her yıl olduğu gibi, bu yıl da Ege'den İç Anadolu'ya yapılan seferlerde müziç bir artış yaşanmıştı. Hiçbir seferde, tek bir koltuk dahi boş kalmıyor, otobüs tamamıyla dolu gidiyordu. Elbette bu seferlerde çalışmaktan gocunmuyordu ama firmanın, yılın bu yoğun zamanlarda kendisini sadece Ege seferlerine görevlendirmesinin altında bir art niyet yattığına iyiden iyiye inanmıştı artık.
Bagaj kapağını kapattığı sırada yanı başında bitiveren kaptan,
"Bitti mi bavullar?" diye sordu.
"Evet, evet! Bitti.”
"İyi, hadi çıkalım artık! İki dakika geciktik zaten!" diye suçlar tonda söylendi kendisine.
Tüm bavulları Fethiye otogarında yükleyip Ankara otogarında indiren kendisiydi sanki! En az otuz bavul yüklüyordu be! Sahi, dedi içten içe. Burdur'da, Afyon'da kimse yaşamıyor muydu? Tüm bu iş yükünün hepsini Fethiye ve Ankara otogarında çekmek zorunda mıydı? İnsanların birazı dahi olsa Burdur, Afyon'da inse ne vardı!
Otobüse bindi kaptanın arkasından. Elindeki listeyle hızlıca yer kontrolü ve Söğütözü, Aşti otogarında ineceklerin ayrımını yaptı. Bu sırada otobüs de Muğla makasından sağa sapmış, defalarca gide gele ezberlediği güzergâh üzerindeki yolculuğuna resmen başlamıştı.
Kontrol bittikten sonra ikramları hazırlamak için orta kapının olduğu bölüme geçti. Çaydanlıklardan birinin içine iki demlik poşet çay attı. Kahve isteyen yolcular olursa diye de diğer çaydanlığı sadece kaynar suyla bıraktı. Minik soğutucudan birer litrelik kola, fanta ve soğuk çayı da göze hitap edecek şekilde küçük ikram arabasına yerleştirdi. Ardından üçer beşer bisküvi, kruvasan, kek... eline ne geçtiyse doldurdu. Yolcuların aç ama ilgisiz gibi görünmeye çalışan sabırsız bakışları eşliğinde otobüsün başucuna doğru ilerledi.
"Ne alırdınız?"
"Çay ve kruvasan," dedi ilk yolcu.
"Siz bir şey alır mısınız?" diye yanındaki yolcuya sordu.
"Ben de aynısından alayım."
...
...
"Siz bir şey alır mısınız?"
"Sadece çay alayım."
Elinde tuttuğu çaydanlığın ziyadesiyle hafiflemesinin verdiği ağırlık tüm parmaklarında hissedilir hâldeydi şimdi. Ya çay biterse? Dünyanın sonu değildi ya! Değildi ama... Ama yolcular için bundan felaketi yoktu. Yolculardan biri çay istese, ona vermezse... Ah bir de o cins tiplerdense bu yolcu! "Ne demek yok, siz nasıl firmasınız..." diye başlar, parasının verdiği gücün arkasında sığınarak ağzına ne gelirse söylerdi.
Tüy gibi hafif çaydanlıktan bir bardak daha çay doldurdu.
"Ben de çay alabilir miyim?" diye diğer yolcu da isteğini belirtti.
"Elbette." diyerek tüm küfürlerini, bu nezaket kelimesinin arkasına sakladı ve isteği yerine getirdi.
Bir bardak çay ya çıkar ya çıkmazdı. Önündeki kalan yolculara baktı. Altı yolculuk koridor gözlerinin önünde uzadıkça uzadı, yolcuların sayısı çoğaldıkça çoğaldı.
"Siz bir şey alır mısınız hanfendi?"
Kadın, kulaklığının tekini elinde tutarken,
"2’si 1 arada alayım ben." diye cevapladı
Diğer iki yolcu ikramları reddetti. Son üç yolcu kalmıştı. Derin bir iç çekti. Yolcuların çay istememesi için küçüklüğünde yarım yamalak ezberlediği tüm duaları okudu, ilahi bir yardım bekledi.
Yolculardan biri kola istedi. Diğer yolcunun dudaklarından ise can sıkıcı o "üç harfli" kelime dökülüverdi, "Çay".
Çaydanlığın plastik kulpunu sıkı sıkı kavradı. O kadar kuvvetli sıkıyordu ki kollarındaki mosmor damarlar iyice belirginleşmiş, loş otobüs koridorunda alacalı alacalı parlıyordu. Yolcunun tiksinç suratına bakmak dahi istemiyor, gözlerinin içindeki öfkeyi, suratındaki kırışık, edepsiz çizgileri, yolcunun görmemesi için uğraşıyordu.
Isıtıcıdaki çayın son demleri de ağır ağır döküldü karton bardağa. Damla damla akan çay, zor da olsa yeteri kadar doldurmuştu bardağı. Son yolcu, diye iç geçirdi. Çay isterse!
Kalmamıştı!
Yoktu işte!
Son yolcudan tarafa döndü.
"Siz bir şey alır mısınız?" diye sordu.
Yine o üç harfli kelimeyi duyacağını düşünen kulakları, duymamak etraftaki tüm basıncı kendisinde toplayıp uğuldamaya başladı.
"Soğuk çay ve şu bisküviden alayım," diyen bir erkek sesi, kulaklarındaki basıncı yırttı geçti.
Ardından, ikram arabasındaki bisküvilerden tarafa uzanan bir el görüş açısına girdi.
"Elbette," dedi hayat dolu bir sesle. Ardından şevkle doldurdu karton bardağı.
Yapılı adam!..
Yapılı adama uzattı çayı.
Ökkeş Can Kılıç
Comments